Ersin Çelik / Yeni Şafak
Biz o yalana inandık!
Gazze soykırımı devam ederken ben de gün saymaya devam edeceğim. 85 gün oldu. Gazze’de soykırım olanca vahşetiyle sürüyor. Hayatını kaybeden sivillerin sayısı resmi rakamlara göre 21 bini buldu. Ancak sivil kaynaklar ölümlerin 25 bini bulduğu bilgisini geçiyorlar. Hala binlerce kayıp var. Kış bastırdı. Dünya yeni bir yılın eşiğindeyken, Gazze’de hayatta kalan çocuklar ve yaralılar da soğuktan kırılacaklar. İnsanlık 85 gündür bir büyük vahşetin önüne dikilemedi. Müslüman ülkelerde ve ülkemizde dahi çam ağacı süslemek ve de Noel’i kutlamak geri plana atılamadı. ‘Gazze’de ateşkes olmadan yeni yıla girmeyeceğiz, soykırım durmadan 2023’ten çıkmayacağız’ diyemedik. Bebeklerin öldürülmesinin acısı, çam ağacı süsleme heyecanını bastıramadı ve maalesef tarihe böyle bir umarsızlıkla geçilecek.
Kabul edelim, Batı’nın kuşatmasına teslim olma aşamasındayız. Kabul edelim, Batılılaşmada Batı’nın önüne geçme telaşındayız. Gazze için önce kendisine sonra çevresine ve uzaktan da olsa İsrail’e direnenler, Gazze için ayağa kalkanlar müstesna. Lakin iki gün sonra şahitlik edeceğimiz o manzara, dünyanın ve de ülkemizin Gazze şeceresine eklenecek. Çokça önümüze çıkacak.
Geride bıraktığımız kanlı üç aya ve Gazze’ye baktığımızda, emperyalizmi tüm vahşiliğiyle bir kez daha görüyoruz oysa. Çünkü emperyalizmi en iyi üzerinde yaşadığımız bu topraklar gözünden tanır. Bu coğrafyada emperyalistleri bir tek biz yenmişizdir. Bir tek bizim dedelerimiz geçit vermeyip, teslim olmamıştır. Şimdi de 110 yıl sonra, Gazze halkı direniyor emperyalist devletlere. ‘Emperyalizm’ bugün kılık değiştirmiş, örneğin kapitalizmi öncü kuvvet yapmış, egemen ülkeler işgal etme biçimlerini değiştirmiştir. Ancak amaçları, gayeleri ve göz diktikleri coğrafya bütünü hiç değişmemiştir. Bugün buradan Gazze’ye baktığımızda görmemiz gereken de bütüncül işgal girişimidir.
Dün vefatının 87. yılında andığımız Mehmet Akif Ersoy, Avrupa emperyalizminin nasıl acımasız, nasıl vahşi olduğunu yaşadığı dönemde en iyi bilen ve haykıran yegane isimdi. Akif, eserlerinde zalim Batı’nın zulümlerini açıkça yazmış, anlatmış ve de gelecek nesilleri uyarmıştı. Mehmet Akif’in 130 yıl önce gördüğü ve analiz ettiği ‘Barbar Avrupa’ kendisini hiç yanıltmadı. Akif’in uyarıları noktasına kadar geçerliliğini korumaktadır.
İtilaf Devletleri’nin 16 Mart 1920’de İstanbul’u işgaline şahitlik eden Akif’in duyduğu ıstırabı, arkadaşı ve direniş ortağı Eşref Edip hatıralarında şöyle aktarır: “Harp hitam buldu. Düşman istilası bütün acılığı ile memleket üzerine çöktü. Bu kara günler üstadı ne kadar inletti!”
Akif’in “inlemesi” tarihten gelerek, 113 yıl sonra gözünü yeniden coğrafyamıza diken emperyalistleri görenler olarak kulaklarımızda çınlar mı bilmiyorum?
Lakin şu çok net; Anadolu’yu ancak, işgal karşısında inleyen bir Akif ayağa kaldırabilirmiş. Silahlı mücadeleler başlamadan, halkı bilinçlendirmek ve düşmana karşı birlik olmak için yollara düşmesi, şehir şehir dolaşarak vaazlar vermesi, bir yandan da her bir kelimesi mermi ağırlığındaki direniş yazılarını kaleme alması Mehmet Akif’in emperyalist Avrupa’yı hücrelerine kadar çözdüğünün göstergesidir.
Akif’in işgale direnmek ve halkı bilinçlendirmek kadar enerji harcadığı bir diğer husus da fitnenin önüne geçmesidir. Hatta önce fitneyi bertaraf etmiştir. Tefrikaya düşülmüşken, çıkar kavgası yaşanırken, gözler ihanet şebekelerine kırpılırken ve en tehlikelisi de ‘Savaşmayıp teslim olalım. Bizi İngilizler yönetsin, Batı medeniyetiyle hemhal olalım’ düşüncesi gençleri tahakküm altına alırken Milli Mücadele asla başarılı olamazdı.
Akif, bugün dünya sahnesine Gazze’de bebek kasapları olarak çıkan dünün emperyalistlerini yakından görmüş ve ruh dünyalarına kadar analiz etmişti. Hayatını, şahitlikleri doğrultusunda kaleme alan Mithat Cemal Kuntay, Mehmet Akif’in Avrupa’yla ilgili gözlemini aktarırken, Batı’nın hiç değişmediğinin, değişmeyeceğinin ispatlarını da ortaya koyuyor: “Umumî Harpte Viyana’da idim; bir gece Viyana kiliselerinin çanları çalmaya başladı; otelin penceresinden baktım; caddede her elde bir mum, herkes haykırıyordu. Kendi kendime, ‘Müttefikimiz Viyanalılar galiba cephede bir muzafferiyet kazandılar’ dedim. Sokağa fırladım. Bir dükkâncıya, ‘Bir zafer haberi mi var!’ dedim. Adam, ‘Zafer de söz mü? İngilizler Müslümanlardan Kudüs’ü aldılar, İngiliz ordusu Allenby’nin kumandasında Kudüs’e girdi. Mukaddes şehir aydan kurtuldu, haça kavuştu’ dedi. Ve Akif bunu anlattıktan sonra gözlerime dik dik baktı: ‘Milletim nev’-i beşer, vatanım rûy-i zemin! Öyle mi?’ dedi. Sonra ilâve etti: ‘Biz bu yalana inanırsak, ne milletimiz kalır, ne rûy-i zeminimiz! Avrupa’nın nev’-i beşerinde ben yoksam, benim nev’-i beşerimde de o yoktur.”
Mehmet Akif’in bir asır önce şahitlik ettiği o büyük yalana, aradan geçen zaman içinde maalesef birçok kez inandık. Gazze soykırıma uğrarken Noel kutlamak, çam ağaçları süslemek; Avrupa’dan medeniyet ithal etmenin, barbar Batı’dan adalet beklemenin ve benzeştikçe uygarlaştığını sanma yanılgısının sonucudur. Bu köksüz düşünce bu toprakların görüp görebileceği en büyük yalandır.
Mehmet Akif’in ruhu şad olsun. Çağı yaşayanlar ve Gazze soykırımını şahitlik edenler olarak emperyalizme yeniden geçit vermemek için Akif’in hayatını, mücadelesini tekrar tekrar okumalı ve yazılarının, vaazlarının derinliklerine inmeliyiz.
Yıl biterken, yılın son yazısında kendi adıma şu sözü vermek istiyorum; 2023 yılını 7 Ekim ve sonrası itibariyle unutmayacak, unutturmayacağım.