Yasin Aktay’ın Yeni Şafak’ta yayımlanan konuyla alakalı yazısı ( 27 Mart 2019) şöyle:
Golan Bize Ne Anlatıyor?
İsrail’in 1967 yılından beri işgal altında tutmakta olduğu Golan tepeleri, 52 yıldır Arap-İsrail anlaşmazlığının en önemli konularından biri. Su kaynaklarını barındırdığı ve Suriye’nin en önemli-verimli ve stratejik toprakları. İsrail 67’de işgal etmiş olduğu bu tepeler üzerinde bir hak sahibi olmadığını kabul da ediyordu, ama bu tepeleri bir uzlaşmazlık konusu olsa da fiili gücüyle elinde tutmaya ve kaynaklarını sömürmeye devam ediyordu.
Bu süre boyunca Suriye Baas rejimi, Baba Esad’dan beri Golan tepelerinin işgal konumunu kendi halkına karşı bir mağduriyet konusu olarak ve İsrail’e karşı bir resmi düşmanlık ideolojisinin gerekçelerinden biri olarak işliyordu.
2003 yılında bir Suriye ziyaretinde bize Suriye makamları tarafından konuyla ilgili sunulan brifingde kullanılan mazlum dildeki zavallılık çok dikkat çekiciydi. Bu mazlumluğa karşı Suriye devleti ne yapıyordu?
Bir anda Golan tepelerinin nasıl olup da İsrail’in eline geçmiş olduğunu hatırlama ihtiyacı hissetmiştik. Aslında bu konu Esad rejiminin Siyonist İsrail rejimi ile tam bir işbirliği içinde olduğuna dair kesin bilgiler veriyordu. 1967 yılında Hava Kuvvetleri Komutanı olan baba Esad’ın hiçbir mukavemet göstermeden Golan’ı boşaltmış olduğu herkesin bildiği bir gerçek. O zamanlar Golan’da güçlü bir Suriye kara birliği vardı ve bu birliklerin karşısında İsrail’in o zamanki güç dengelerinde herhangi bir başarı kaydetmesine ihtimal bile verilmiyordu. Ancak ilginç bir biçimde daha hiçbir çatışma veya karşılaşma olmadan radyolarda Suriye birliklerinin İsrail’in yoğun saldırıları karşısında “maalesef” çekilmek zorunda kaldıkları haberleri verilmeye başlanmıştı bile. Olayın en net açıklaması, Golan’ı savunan Suriye birliklerinin sorumlusu olan Esad’ın çoktan Golan’ı İsrail’e terk etmiş (“satmış”) olduğuydu.
O gün İsrail’e direnişsiz çatışmasız Golan’ı terk eden Esad zaten kısa süre sonra Suriye’nin başına bir darbeyle gelmiş olacak ve iktidarda kaldığı süre içinde Golan için ağlamaktan ve Golan’ı işgal altında tuttuğu için İsrail’e sövmekten başka hiçbir şey yapmayacaktı. Bu ağlak dil Suriye’nin resmi ideolojisi olarak yıllarca Suriye rejiminin önemli bir karakteri olarak kaldı.
Buna karşılık Golan’ın İsrail işgali altında bir Suriye toprağı olduğu gerçeği değişmedi.
Uluslararası hukukta İsrail’in bu toprağı işgal altında tutması bir suçtu. Irak’ın Kuveyt’i işgal etmesi karşısında ABD öncülüğünde harekete geçen uluslararası toplumun Golan’ı ve aslında diğer Filistin topraklarını kurtarmak için harekete geçmemiş olmaları başlı başına uluslararası hukukun ne kadar sahte olduğunu göstermeye yetiyordu. Golan orada öyle dururken Irak’a Kuveyt’i işgal bahanesiyle yapılan müdahalenin uluslararası hukuktan ziyade asıl gerekçesi yine neticede işgalci İsrail’in sözümona güvenliğinden başka bir şey değildi.
Şimdi ise uluslararası hukuku tam bir kara mizaha çeviren bir adım atıldı. Bir ülkeye ait bir toprak, 52 yıldır işgal altında tutan bir ülkeye, bir başka ülke tarafından bağışlanmış oldu. ABD, Suriye’ye ait bir toprağı İsrail’e hediye etmiş oldu. Bırakınız uluslararası hukuku, hiçbir hukukta yeri olmayan bu uygulamaya ABD Başkanı Trump, kendini de uluslararası hukuk ve teamüllerini de bütün sınırlarını aşarak, bir yol açmış oldu.
Bu uygulamaya ilk tepkilerin başta Türkiye olmak üzere Rusya, Kanada, Japonya ve Venezuela gibi ülkelerden gelmesine karşılık İslam ülkelerinden Katar, Filistin ve Lübnan’ın ilk tepkilerinin dışında diğer tepkilerin cılız kalması elbette şaşırtıcı değil. Son zamanlarda Trump’ın ve damadı Kushner’in başlattığı “Yüzyılın Anlaşması” çerçevesinde Arap ülkeleriyle İsrail ilişkilerinin normalleştirilmesine Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirliği ve Mısır’ın canla başla katılımı muhtemelen İsrail’in Golan’ı işgalinin bu şekilde ilhakını kapsamıyordur. Ancak “normalleştirme”nin sağladığı suç ortaklığının bu tür adımlara etkili bir tepki vermeyi engellemesi de kaçınılmaz oluyor.
İslam ülkelerinin İsrail’le ilişkileri normalleştirme kararı çok açık ki İsrail’in saldırganlığını ve Siyonist yayılmacılığını engellemiyor, daha da tahrik ve teşvik ediyor. Normalleştirme İsrail’in de bölge halklarına biraz daha saygılı davranmasını, onların hak ve hukuklarını gözetmesini getirmiyor beraberinde, bilakis daha da azdırıyor. Normalleştirmeye taraf olan ülkelerin bunun farkında olmamaları mümkün değil. Bu da, Golan tepelerinin veya Filistin davasının genel olarak ancak bir ihanetle satılmakta olduğunu gösteriyor. İsrail’e cesaret veren bu satışı ve ihaneti gerçekleştirenler oluyor.
Bu arada devletlerin tavrı ve tutumu ne olursa olsun, Arap-Müslüman halkları bu azgın Siyonizm’i ve onun arkasındaki ABD’yi, kendi topraklarını İsrail’e peşkeş çekmekte olan ABD’yi aynı kader çizgisine yazmış durumdalar.
Son yazımızda demiştik, ABD İsrail aşkına çok şey kaybediyor. Ortadoğu’yu İsrail’den ibaret görüyor ki, Ortadoğu İsrail’den ibaret değil. Bütün saldırganlığı ve terörizmiyle İsrail’e verdiği her destek, neticede ABD’nin Ortadoğu’dan topyekun silinişinin bir adımı oluyor. İstediği kadar kendini süper güç olarak görsün.