Taha Kılınç’ın Yeni Şafak gazetesinde yayımlanan (03 Ekim 2020) yazısı şöyle:
Emir’in mirası
Kuveyt Emiri Sabâh el Ahmed el Câbir es-Sabâh, tedavi için götürüldüğü ABD’de, 91 yaşında hayatını kaybetti. Hem üstlendiği vazifeler hem de Ortadoğu’nun şahit olduğu çeşitli krizlerde oynadığı kritik roller nedeniyle Arap dünyasında ve uluslararası camiada büyük saygınlık kazanan Şeyh Sabâh, Kuveyt halkı tarafından da çok seviliyordu. “Şeyh ed-Diblûmâsiyye” (Diplomasinin şeyhi), “Amîd es-Diblûmâsiyye” (Diplomasinin üstadı), “Emîru’l-İnsâniyye” (İnsaniyet emiri), müteveffâ Emir’e münasip görülen unvanlardan birkaçıydı. Kuveytli sosyal medya kullanıcılarının, Şeyh Sabâh’ın aile hayatındaki sadeliği (tek eşli oluşu, 1990’da hanımını kaybettikten sonra bir daha evlenmeyişi) ve yaşadığı bazı acıları (oğlunu trafik kazasında, kızını da göğüs kanseri nedeniyle kaybedişi) öne çıkarmaları da, kendisine duyulan sempatinin bir başka göstergesiydi.
Kuveyt’in 10’uncu emiri Şeyh Ahmed’in dördüncü oğlu olarak, 1929’da dünyaya gelen Şeyh Sabâh (Araplar bu ismi “Subâh” şeklinde telaffuz eder), 1963’ten 2003’e kadar -Körfez Krizi’yle yaşanan küçük kesinti hariç- ülkesinin dışişleri bakanlığını yapmıştı. Üvey kardeşi olan Kuveyt Emiri Şeyh Câbir el Ahmed es-Sabâh tarafından 2003’te başbakanlığa atanan Şeyh Sabâh’ın tahta çıkışı da teamüllerin dışında gerçekleşmişti: Şeyh Câbir’in 2006’daki ölümü üzerine yerine emirlik görevini üstlenen, ancak ciddi rahatsızlıklarla boğuşan Veliaht Prens Şeyh Sa’d’ın, iki satırlık yemin metnini bile okuyamayacağı anlaşılınca, yerini hızlı bir şekilde Şeyh Sabâh aldı. Böylece, devlet yönetiminde ve uluslararası camiada önemli tecrübeye sahip bir isim, Kuveyt’in dümenine geçmiş oldu.
Şeyh Sabâh, Ortadoğu’daki bütün iktidarların ve yönetimlerin çok sıkı irtibatta bulunduğu, herkesle kolaylıkla görüşebilen bir siyasetçiydi. Suudi Arabistan’la Mısır arasında Yemen topraklarında patlak veren ve 1962’den 1970’e kadar devam eden savaş boyunca… 1968’de, İran, Şiî nüfusun yoğunluğundan dolayı Bahreyn’de hak iddia ettiğinde… 1969’da İran’la Irak, sınırların belirlenmesi konusunda ciddi bir anlaşmazlık yaşadığında… 1970’de, Filistin Kurtuluş Örgütü ve diğer fraksiyonlar, Ürdün Krallığı’yla çatışmalara giriştiğinde (‘Kara Eylül’ adıyla tarihe geçen hadiseler)… 1972’de Güney ve Kuzey Yemen arasında iç savaş başladığında… 1975’ten 1990’a Lübnan’ı harabeye çeviren iç savaş yıllarında… 1980’de Umman Sultanlığı-Yemen gerilimi su yüzüne çıktığında… 1980-88 arasında devam eden ve bir milyondan fazla insanın ölmesine yol açan İran-Irak Savaşı süresince… 2011’de, Umman Sultanlığı’nda, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) tarafından kontrol edilen bir casusluk şebekesi ortaya çıkarıldığında… 2017’de, Katar Emirliği, Körfez’deki komşuları BAE-Suudi Arabistan-Bahreyn ve onlara eklenen Mısır tarafından abluka altına alındığında… Şeyh Sabâh tüm bu krizlerde, başkentler arasında mekik dokuyan, yorulmak bilmez bir diplomat olarak dikkatleri çekti. Krizlerden bazılarının sulh yoluyla çözümlenmesinde başrol oynadı.
Şeyh Sabâh’ın çarşamba günkü cenazesi de, Körfez’de hâlen devam eden siyasî gerilimin göstergelerinden birine dönüştü. Katar Emiri Şeyh Temîm bin Hamed, cenazeye katılan tek Arap devlet başkanı olurken, BAE yönetimi ‘içişleri bakanı’ düzeyinde temsil edildi. Suudi Arabistan, cenazeden sonra taziye için ‘devlet bakanı’ gönderirken, Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah Sisi de -muhtemelen Katar Emiri ile karşılaşmamak için- katılmadığı cenazenin ardından Kuveyt’e taziye ziyaretinde bulundu.
Kuveyt’in yeni emiri, 2006’dan bu yana veliaht prens olarak görev yapan Şeyh Nevvâf el Ahmed es-Sabâh, cenazenin defninden hemen önce yemin ederek vazifesine başladı. Şeyh Sabâh’ın üvey kardeşi olan 83 yaşındaki Şeyh Nevvâf, siyasî tecrübe ve uluslararası tanınırlık yönünden, ağabeyiyle kıyaslanamayacak bir şahsiyet. İlerleyen yaşı nedeniyle, emirlik makamına “emaneten” oturduğu, güçlü bir veliaht prens tayin ederek, salâhiyetlerini tümüyle ona devredeceği şeklinde tahminler mevcut.
“Yeni dönemde Kuveyt, BAE ve Bahreyn gibi ‘İsrail’le normalleşme’ kervanına katılır mı?”, “İzlenen arabuluculuk siyaseti sürdürülür mü?”, “Şeyh Sabâh’ın şahsında Kuveyt diplomasisinin kazandığı saygınlık, bundan sonra da devam ettirilebilir mi?” gibi sorulara, şu minvalde bir cevap verilebilir: Kuveyt, kurumları ve refleksleri oturmuş bir devlet. Dolayısıyla, şimdiye kadar takip edilen siyasetten ve yürünen istikametten büyük bir sapma beklenmemeli.