“Emeklilikte Yaşa Takılanların Sorunu Çözülebilir mi?”

Emeklikte yaşa takılanlarla ilgili sorun, referandum öncesi yine gündemde. Bakanlık yeni bir düzenlemeye yakın durmasa da beklenti sürüyor. Bir ara çözüm sorunu ortadan kaldırır mı?

Emeklilikte Yaşa Takılanların Sorunu Çözülebilir mi?

Dr. Mehmet Bulut / Al Jazeera

Emeklilikte yaşa takılanlar ve emekli olma talepleri ülkemizde her seçim döneminde gündeme gelen bir sorun. Nitekim nisan ayında yapılması öngörülen Anayasa değişikliği referandumuna birkaç ay kala basında ve sosyal medyada yeniden emeklilikte yaşa takılanlar gündeme gelmeye başladı. Öyle ki birçok gazete, haber manşetini “Emeklilikte Yaşa Takılanlara Müjde” şeklinde attı ve kısa zamanda da Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Mehmet Müezzinoğlu bu konuda bir değişiklik olmayacağını açıklasa da beklenti ve tartışma sürüyor.

Peki bu sorun nereden çıktı ve çözümü neden bu kadar zor?

Çalışma hayatında kişilerin kafasını kurcalayan ortak bir soru var: “Ne zaman emekli olurum?” Öyle ki, gazetelerde çalışma hayatı köşelerinde sürekli olarak bu sorular cevaplanıyor ve asla sonu gelmiyor. Çünkü yıllar boyunca sürekli olarak emeklilik süresiyle ilgili değişiklikler yapıldı ve ilk işe giriş tarihlerine göre farklı kademeli geçiş hükümleri getirildi. Yani, emeklilik yaşı hesaplama tam bir bulmacaya dönüştü.

Bunun yanında birçok Avrupa ülkesinde emeklilik yaşı 60-65 yaş civarında olmasına karşın ülkemizde düşük yaşlarda emekli olunması eleştiri konusu yapıldı.

Ülkemizde emeklilik yaşı ile ilgili en radikal düzenleme 1999 yılında yapıldı. Bu tarihten önce kadınlar 38, erkekler ise 43 yaşında emekli olabiliyorlardı. Ancak bu yaşlarda emekli olmanın devlet bütçesini sıkıntıya düşürdüğü gerekçesiyle 1999’da çıkartılan 4447 sayılı kanunla emeklilikte köklü bir değişikliğe gidildi.

Söz konusu kanunla emeklilik yaşı kadınlarda 58, erkeklerde ise 60 olarak düzenlendi. Ancak 1999’dan önce işe girmiş olanlar için kademeli geçiş hükümleri kabul edildi. Örneğin; 1978 yılında ilk defa işe girmiş bir kişi 44 yaşında (25 yıl sigortalılık süresi ve 5000 gün prim ödenmesi şartıyla) emekli olabilir. Ya da 1996 yılında ilk defa işe girmiş bir kişinin 56 yaşında (25 yıl sigortalılık süresi ve 5825 gün prim ödenmesi şartıyla) emekli olabilmesi mümkün.

Emeklilikte yaşa takılmalar başladı

1999 yılında çıkartılan bahsettiğimiz kanunun geçiş hükümleri ile bir bakıma emeklilik şartlarına ilişkin kurallar geriye doğru yürütüldü ve emeklilik yaşları sigortalılar için 3 ila 17 yıl uzadı. Emeklilikte yaşa takılanların ifadesiyle, bir bakıma sigortalıların emeklilik için elde ettikleri haklar ellerinden alındı.

Kısacası emeklilikte yaşa takılanlar sorunu 1999’dan önce sigortalılığı başlayanları ilgilendiriyor. Bu kişiler normalde daha erken emekli olabilecekken, çıkartılan bir yasa ile emeklilik süreleri uzadı.

Şu an itibariyle bu şekilde yaklaşık 100 bin sigortalının bu sebeple mağdur olduğu ve emeklilik için yaş sınırına takıldıkları ifade ediliyor.

Bir örnek verecek olursak; 1970 doğumlu olan ve ilk defa 1990 yılında çalışmaya başlayan bir erkek yaş şartı olmasa 25 yıllık sigortalılık süresinin dolduğu 2015 yılında emekli olabilecekken, yaş şartı nedeniyle 52 yaşında, yani 2022 yılında emekli olabiliyor. Başka bir deyişle emeklilikte yaşa takılıyor.

Kritik ifade: “Gelir-gider dengesi bozulur”

Ne zaman ki emeklilikte yaşa takılanların yaşadığı bu sorun gündeme gelse yetkililerin yaptıkları standart bir savunma var: “Erken emeklilik halinde gelir-gider dengesi bozulur.”

Peki, söz konusu gelir-gider dengesi yani sosyal güvenlik açığı sorunu ne zamana dayanıyor? Aslında 1992 yılına kadar SSK fazla verirken bu tarihten sonra pasif sigortalı (emekli) sayısındaki artış ve giderlerin de artmasıyla açık vermeye başladı ve her geçen yıl bu açık büyüdü. Öyle ki, 1999 yılında SSK, Bağ-Kur ve Emekli Sandığı’nın vermiş oldukları açıklar nedeniyle genel bütçeden aldıkları transferin GSYİH’ye oranı yüzde 3,5 iken, bu oran 2000 yılındaki gerilemeden sonra önlenemez şekilde arttı ve 2001 yılında yüzde 3,8’e, 2005’te yüzde 4,8’e çıktı. Yani 1999 yılında emeklilik yaşının kademeli olarak artırılışının sosyal güvenlik açığına etkisi sınırlı kaldı.

2016 yılında ise SGK’ya yapılan bütçe transferinin GSYİH’ye oranı yüzde 4,9 ve 106 milyar TL civarında. Yapılan bu transferlerin 2016’da genel bütçe içindeki payı ise yüzde 18,3 gibi gerçekten yüksek bir orana sahip. Ancak söz konusu açığın tek sebebi, kesinlikle emeklilik nedeniyle yapılan ödemeler değil. Bunun yanında artan sağlık giderleri, yüzde 34 civarındaki yüksek kayıt dışı istihdam ve prim tahsilatındaki sorunlar açığın diğer nedenleri.

Ayrıca burada üzerinde durulması gereken daha önemli bir nokta var: Aktüeryal denge. Aktüeryal denge, diğer bir ifadeyle aktif/pasif oranı, çalışan aktif nüfusun çalışmayan pasif nüfusu karşılama oranını veriyor ve sosyal güvenlik sisteminin sürdürülebilirliğini ortaya koyuyor. Nitekim etkin bir sosyal güvenlik sisteminde aktif/pasif oranının en az 4 olması gerekiyor ve bu oranın altına düşülmesi sosyal güvenlik sisteminin sinyal verdiğini gösteriyor.

Ülkemizde kademeli olarak emeklilik yaşının artırılmaya başlandığı 1999’da SSK’da aktif/pasif dengesi 2,02 iken bu oran yıllar içinde daha da düştü ve 2005’de 1,78 oldu. Sosyal güvenlik kurumlarının birleştirilmesinden sonra da oran 1,9 civarında seyretti ve 2016 sonu itibariyle de 1,86 oldu. Kısacası zaten kritik seviye olan 4 oranının çok altında bir durum var ve emeklilikte yaşa takılanların sorununun çözülmesi bu orana ne kadar daha etki eder iyi analiz edilmeli.

Hak kaybı gerçekten var mı?

Yukarıda anlattıklarımız olayın iktisadi yönü. Ancak bu durumlara mutlaka hukuki açıdan da bakılması gerekiyor. Çünkü hükümetin “gelir-gider dengesi bozulur” yaklaşımına karşı emeklilikte yaşa takılanlar ise “emeklilik hakkımız elimizden alındı” şeklinde şikayette bulunuyorlar. Gerçekten bir hakkın ellerinden alınması söz konusu mu?

Burada emeklilik tarihine ilişkin hakkın niteliği büyük önem taşıyor ve kazanılmış hak-beklenen hak ayrımı ortaya çıkıyor. Eğer bir hak “kazanılmış hak” niteliğindeyse kişinin elinden alınması mümkün değildir. Örneğin, tüm şartları sağlayarak emekliliği hak etmiş bir kişinin emeklilik hakkı kanunda değişiklik yapılarak elinden alınamaz. Buna karşın, bir hak “beklenen hak” niteliğindeyse değiştirilebilir ve kişi de bu yeni duruma uymak zorundadır.

Buna ilişkin Anayasa Mahkemesi ve Yargıtay kararları da mevcut. İşte, emeklilikte yaşa takılanların elinden alınan hak da beklenen hak niteliğindedir. Çünkü emeklilik tarihi bir beklentidir ve henüz kazanılmış bir hak mevcut değildir. Dolayısıyla, hukuksal anlamda yapılan düzenlemelerde sorun bulunmuyor.

Yine de bir çözüm gerekli

Emeklilikte yaşa takılanların talepleri gerek iktisadi gerekse de hukuksal anlamda aleyhlerine görünse de sosyal politika ve sigortacılık anlamında haklı oldukları tartışılmaz nitelikte. Çünkü emeklilik için gerekli olan kanunda öngörülmüş primi yatırmış olmalarına karşın yaş şartını doldurana kadar, bir bakıma boşu boşuna, prim ödemeye zorlanıyorlar. Özellikle ücretleri düşük seviyede olan kişiler için kaldı ki ödedikleri bu fazla primler emekli maaşını artırmadığı gibi, belli bir tutarın altındaysa emekli maaşını azaltıyor bile... Dolayısıyla sosyal güvenlik mantığına ters olan bu durumun bir şekilde ele alınması gerekiyor.

Öncelikle, emeklilikte yaşa takılanlar ile ilgili yapılması gereken düzenlemenin kapsamı büyük önem taşıyor. Bir düzenlemenin yapılması halinde, bu, 1999’dan önce işe giren herkesi kapsamalı. Böyle olursa çıkartılan yasa tek seferlik olacak ve sorun önümüzdeki yıllarda tekrar tekrar gündeme gelmeyecek.

Ayrıca, yine daha önceki gündemlerde belirtildiği gibi emeklilikte yaşa takılanların emekli edilmesi halinde yaşları dolana kadar emeklilik maaşının düşük ödenmesi şeklindeki bir alternatif kabul edilebilir. Finlandiya modeli olarak tanımlanan bu modelde kişiler, yaşı dolduracakları süreye göre orantılı daha az maaş alarak emekli olabiliyor. Bu şekilde bir çözüm birçok kişiyi mutlu edebilir gibi gözükse de aynı şartlarla eskiden emekli olanlardan daha az maaş alıyor olmak “eşitlik ilkesine aykırı” söylemleriyle eleştirilebilir.

Farklı bir çözüm: Az prim ödeme

Emeklilikte yaşa takılan sigortalılar, prim ödeme gün sayısı ve sigortalılık süresini doldurup yaşı bekledikleri sürede çalışmaya devam ederlerse ücretlerinden malullük, yaşlılık ve ölüm sigorta primleri kesilmeye devam ediliyor.

Bu kişiler emeklilik için yeterli miktarda prim ödemiş olmalarına karşın kendilerinden hâlâ prim alınıyor. Kesilen bu primin oranı yüzde 20 ve bunun yüzde 9’unu işçi yüzde 11’ini işveren ödüyor. Yani asgari ücretli bir işçi için yaklaşık 355 TL boşu boşuna prim alınıyor.

Bu sebeple emeklilikte yaşa takılanlar prim ödeme şartını sağlamışlarsa yüzde 20’lik primi ödememelerine yönelik bir düzenleme de yapılabilir. Bu düzenleme ile hiç kuşkusuz prim gelirinde bir azalma olacaktır, ancak bunun sonucunda kayıt dışı istihdamda yaşanacak azalma ile gelir kaybı telafi edilebilecektir. Bu durumda, yaşa takılan kişilerden sadece genel sağlık sigortası ve kısa vadeli sigorta primi alınması yeterli olacaktır.

*   *   *   *   *

Dr. Mehmet Bulut, Gazi Üniversitesi Maliye Bölümü’nden mezun oldu. Doktorasını aynı üniversitede Mali Hukuk alanında tamamladı. 8 yıl Maliye Bakanlığı’nda çalıştı. 10 yıl Sosyal Güvenlik Kurumu’nda müfettişlik ve idârecilik yaptı. Üniversitelerde iş ve sosyal güvenlik hukuku dersleri verdi. Birçok gazete ve dergide köşe yazıları ve röportajları yayımlandı. Çalışma hayatına ilişkin on yedi kitabı ve birçok makalesi bulunuyor.

Ekonomi Haberleri

Visa ve Mastercard'a rekabet soruşturması açıldı
İstanbul'da su fiyatlarına zam
Trafiğe kayıtlı taşıt sayısı 30 milyon 883 bini geçti
Arap Devletleri Ligine ihracat 40 milyar dolara ulaştı
Bakan Bayraktar: Konutlarda kullanılan elektriğin tamamı rüzgar ve güneş enerjisinden üretiliyor