Eller tetikten çekilsin!

Şahin Alpay

Kandil dağındaki bir numarası Murat Karayılan'ın Batı medyasına ve özellikle de Hasan Cemal'e (Milliyet, 5–9 Mayıs) verdiği mülakatlarla, PKK'nın silahla çözüm olamayacağını anladığını, ayrılıkçılığı kesin olarak terkettiğini, Ankara'nın Kürtlerin meşru temsilcileriyle görüşerek Kürt sorununa barışçı ve demokratik bir çözüm bulabileceğini açıklamasından bu yana, Türkiye'ye 40 bin cana, tarif edilmez acılara mal olan kardeş kavgasının biteceğine dair umutlar bütün ülkeyi sardı.

Ankara'da sivil ve askeri otorite arasında, barışçı ve demokratik çözüm yolunda adım atmak için mutabakat oluştuğu izlenimi doğdu. ABD'de Obama yönetiminin ve Irak'ta Kürdistan Bölge Yönetimi'nin barışçı çözüme katkı yapmaya hazır olduklarına dair işaretler çoğaldı. Çözüm umudunu uyandıran ortama çok önemli bir katkı da ana muhalefet partisi CHP'den gelmeye başladı. Kültürel farklılıkların ve kimliklerin özgürce yaşanması gerektiğini söyleyerek statükocu tutumunu terkettiğinin sinyallerini veren Genel Başkan Deniz Baykal'ın PKK'ya yönelik mesajları da son derece dikkate değer:

"Silahla siyaset yapmayacağım, silahı tamamen elimden bırakacağım dendiği anda af projesi başlar. 'Bazı taleplerimi hukuk ve demokrasi içinde dile getireceğim, savunacağım. Taleplerimi terör yaptırımıyla takip etmeyeceğim' densin. PKK'nın dağdan ineceği, bir daha silaha başvurmayacağı netlik kazansın, bu durum ortaya çıksın, af olur... Acı bir dönemin kapanması için hepimiz gerekli işbirliğini yaparız." Böylesine umut verici bir ortama ulaşıldığı bir sırada ve PKK'nın ateşkes kararını uzatabileceğine dair haberler gelirken, önce son on gün içinde PKK'nın yurt içindeki 7 üst düzey yöneticisinin güvenlik kuvvetleri tarafından öldürüldüğünü öğrendik; ardından da PKK'nın uzaktan kumandalı mayınla 7 eri şehit ettiği ve 7 eri yaraladığı haberi geldi... Ne yazık ki bu gelişmelerin akla gelen iki açıklaması var: Ya güvenlik kuvvetleri ilan ettiği ateşkesi fırsat bilerek PKK'ya karşı tenkil operasyonlarını tırmandırıyor ya da daha büyük bir olasılıkla gerek güvenlik kuvvetleri içinde gerekse PKK saflarında çatışmaların sürmesinde çıkarı olan unsurlar barış sürecini baltalamak için ellerinden geleni yapıyor.

İçinde bulunduğumuz koşullarda barıştan yana olan herkese düşen görev, bu tür provokasyonlara karşı tavır almak, barış umudunun boğulmasına izin vermemek. Bu bağlamda DTP Genel Başkanı Ahmet Türk'ü sergilediği sorumlu tutumdan dolayı kutlamak gerekiyor. Sayın Türk, Hakkari'deki mayınlı saldırıya tepki göstererek şehit askerlerin ailelerine başsağlığı dilediği gibi, Taraf gazetesinin ifadesiyle, "tarihi bir çağrı" niteliği taşıyan şu açıklamayı yaptı:

"İnsan yaşamını sona erdirmeye yönelik şiddet eylemlerini tasvip etmedik, tasvip etmeyeceğiz. Haftalardır yaptığımız çağrılarda askeri operasyonların durmasının önemine işaret ediyorduk, ancak ne yazık ki bu çağrılarımız ve iyiniyetli çabalarımız bugüne kadar hiçbir sonuç vermedi. Ne askeri operasyonlar hızından bir şey kaybetti, ne de eylemler ve saldırılar durdu... Açık bir dille ifade ediyoruz: Bu saatten sonra her kim ki demokratik bir çözümden yana ise ve her kim silahsız bir çözüm arzuluyorsa, mutlaka ama mutlaka elini tetikten çekmelidir. Siyasetin önünü açabilmenin olmazsa olmaz koşulu ölümlerin durmasıdır."

Ülkeye barış gelmesi için MHP'ye de çok büyük sorumluluk düşüyor. MHP yönetiminin şu konuda karar vermesi şart: Milliyetçilik, etnik düşmanlıkların devamını körükleyerek, ülkenin bir iç kanamayla gittikçe zayıf düşmesini mi gerektirir, yoksa Türkiye'nin kardeş kavgasını geride bırakarak giderek güçlenmesi için elinden geleni yapmak anlamına mı gelir? Devlet Bahçeli liderliğindeki MHP son yıllarda gerek demokratik sürece bağlılığıyla, gerekse kavga ortamını körüklemekten kaçınarak hem sorumlu bir liderlik gösterdi, hem de partisinin oyunu arttırdı. Barış sürecine katkı yapması da MHP'yi küçültmez, aksine büyütecektir.

ZAMAN