Elinize Tutuşturulan Tapelerin Manası…

CHP vekillik kariyerini sayısı artık bilinmeyen yeni bir yalancı çobanlık hikayesiyle başlayan Erdem’in son performansı Meclis’te bir basın toplantısıyla açıkladığı Ankara Katliamı ile ilgili belgeler.

Elinize tutuşturulan tapelerin manası…

Yıldıray Oğur / Türkiye

80’li 90’li yıllarda Türkiye’de herhangi bir olay olduğunda olayla ilgili ilk Doğu Perinçek basın toplantısında muhakkak gizli bilgiler, belgeler, iddialarla karşılaşırdı kamuoyu. Sonra o belgeler iddialar bir süre de Perinçek’in dergilerinde, gazetelerinde döndürülürdü. Sonra yeni bir olay, yeni belgeler, iddialar…

 

Herhalde bu istihbarat geleneğinin yaşayan en önemli ismi Eren Erdem. İran’la Türkiye savaşsa İran’ı tutacağını açıklamış, Rebeze diye kültür merkezi açmış, ki kirasının nasıl ödendiğiyle ilgili Selam/Tevhid soruşturmasında kendi ağzından iddialar var, birinin nasıl cemaatin çikolata kutularında haber servis ettiği bir 17/25 Aralık tape gazetesi çıkardığının hikayesi burada anlatılmıştı.

http://www.turkiyegazetesi.com.tr/yildiray-ogur/584389.aspx.

 

CHP vekillik kariyerini sayısı artık bilinmeyen yeni bir yalancı çobanlık hikayesiyle başlayan Erdem’in https://www.haksozhaber.net/eren-erdemden-ilk-icraat-ilk-yalan-63104h.htm, son performansı meclis’te bir basın toplantısıyla açıkladığı Ankara Katliamı ile ilgili belgeler.

 

Hikayenin başını anlattığımız için bu ‘belgelerin’ neden ve nereden Eren Erdem’e geldiği hakkında herhalde kimsede bir şüphe yoktur.

 

Cumhuriyet Gazetesi’nin iki gündür “Kırmızı Cumartesi; yapılacağını herkesin bildiği katliamın dinleme kayıtları” diye dev puntolarla verdiği belgelerde ne var peki?

 

Haberden okuyalım: “2013 yılın sonlarına doğru  Ankara’daki bombalı eylemi gerçekleştiren Ömer Deniz Dündar’ın ailesinin de aralarında bulunduğu bir grup ailenin çocuklarının IŞİD’le bağlantıları nedeniyle Başbakanlık BİMER’e ve Cumhurbaşkanlığı’na başvurmuşlardı. Bugün gün yüzüne çıkan belgelere göre, bu başvuruların ardından Adıyaman Cumhuriyet Başsavcılığı bir soruşturma başlattı. Soruşturma çerçevesinde çok sayıda kişi teknik takibe alındı, telefonları dinlendi.Dinlemeler sonucunda Adıyaman’da IŞİD’le bağlantılı Dokumacılar hücresi deşifre edildi.”

 

Yani katliamın emrini vermek ya da daha kibarcası göz yummakla suçlanan hükümetin ailelerin şikayetlerini savcılığa taşımasıyla…

 

Eren Erdem ve Cumhuriyet’in yayınladığı tapeler bu soruşturma sırasındaki telefon tapeleri.

 

Telefon görüşmelerinin en eskisi 29 Ekim 2013’e ait. Ekim-Kasım-Aralık 2013’e ait telefon tapelerinde telefonun bir ucunda grubun 1988 doğumlu lideri Mustafa Dokumacı var. Peki, Dokumacı nerede bu telefon görüşmeleri sırasında? Bütün konuşmalardan anlaşılacağı gibi Suriye’de. Hatta yalnız da değil, grubuyla birlikte Suriye’de IŞİD cephelerinde savaşta. Telefonun diğer ucundaki kişi Türkiye’de. Ama kasım 2013 tarihindeki görüşmeye bakılırsa, gruptan burada kalanlar da Suriye’ye geçmişler o tarihte:

 

M.D: Buraya mı?

X: He he biz gidiyoruz şeye hem de hepimiz yani güç kalmıyor burda (...) kalacak sadece burda.

M.D: Hee bizden.

X: Hepimiz savaşa gidiyoruz.

M.D: Hepimiz mi?

X: Hee ben (...) aradım söyledim ki biz gitmek istiyoruz savaşa.

 

Muhtemelen Türkiye devleti de diğer pek çok Batılı devlet gibi IŞİD sempatizanı olan vatandaşlarından kurtulmak için onların Suriye’ye gidişini izlemeyi tercih ediyor.

Peki, Suruç ve Ankara’daki katliamları yapan canlı bombalar olan Alagöz kardeşler?

Onların büyük ağabeyi, Ankara’daki canlı bomba Yunus Emre Alagöz 2014 yılı temmuzunda Adıyaman’a dönüyor, İslam Çay Ocağı’nı açıyor. 2.5 ay açık kalan grubun toplanma merkezi olan çay ocağı yine ailelerin şikayeti üzerine iki kez basılıyor, 6-7 Ekim olaylarından sonra da AK Partili Adıyaman Belediyesi tarafından kapatılıyor.

 

Adıyaman’da kendi halinde yaşayan ortanca kardeşlerinin Suruç Katliamı’ndan sonra verdiği ifadeye göre Yunus Emre Alagöz Ocak 2015’te, Suruç’taki canlı bomba küçük kardeş Abdurrahman Alagöz de Mart 2015’te evi terk edip Suriye’ye gidiyor.

 

Eren Erdem’in açıkladığı ve Cumhuriyet’in yayınladığı ikinci telefon tapeleri bu tarihten sonraki tapeler. Emniyet hâlâ grubu dinlemede. Telefon tapelerinden anlaşılacağı gibi Yunus Emre Alagöz, konuşmayı yaparken hâlâ Suriye’de, IŞİD’le birlikte cephede savaşıyor, bu işlerle alakası olmayan kardeşi ise Adıyaman’da.

 

Mayıs 2015 tarihli görüşmelerde IŞİD’çi ağabey kardeşini de “Vallahi burası kadar ..... bir yer yok".

Burası kadar güzel bir yer yok. İki tane kardeşi gömdük tez hemen gömdük gittiler abilerine kavuştular” diye IŞİD’in “devletine” çağırıyor.

 

Suriye’deki IŞİD’çi ağabeyle, Adıyaman’da bu taraklarda bezi olmayan kardeş arasındaki bu konuşmalarda “canlı bombalı eyleme” en yakın görüşme şöyle:

 

“Tamam valla onlarla ilgilen Y. bu belki seninle son görüşmem Allahu alem muhtemelen

son görüşmemiz. Hem Abdurrahman’ın hem benim inşallah tamam dedim bir arayım görüşeyim inşallah Allah için sana vasiyetim yani aileye sahip çık Yusuf...”

 

Eren Erdem ve Cumhuriyet’e göre bu sözlerin manasını yine haberden okuyalım:  “Yunus Emre Alagöz’ün Mayıs 2015’te kardeşiyle yaptığı telefon görüşmesinin 'intihar eyleminin habercisi'olduğuna dikkat çeken Erdem, Alagöz’ün nerede olduğunun ilerleyen süreçte 'muammaya dönüştüğünü' söyledi...”

Sürekli savaş alanında olan birinin sözleri neden olmasın bunlar.

 

Ayrıca nerede oldukları da muamma değil, neredeyse bütün görüşmelerden anlaşılacağı üzere Suriye’deler. Canlı bombalı eylemden şüphelenilse bile bunun Türkiye’de yapılacağı nereden çıkarılabilir?

 

Peki bu haber ve servis edilen tapelerden Cumhuriyet’in dediği gibi “yapılacağını herkesin bildiği katliam” ya da Eren Erdem’in dediği gibi “Bu belgeler, sizin bu ülkenin halkına duyduğunuz nefretin, bu ülkenin nesillerinden nefret ettiğinizin belgeleridir. MİT’in başkanı, Emniyet İstihbarat’ın başkanı ve tüm sorumlular istifa etmek zorundadır” çıkar mı?

 

Türkiye’de herhalde bütün bilinen PKK’lılar, DHKP-C’lilerin telefonları dinlemededir. Peki PKK ve DHKP-C telefonları dinlemede olduğu için eylem yapamıyor mu?

 

Evet bu hücre Adıyaman’da ortaya çıkmış. Orada örgütlenmiş. İstanbul’da DHKP-C’nin, neredeyse bütün bölgede PKK’nın legal illegal onlarca evi, hücresi, merkezi, buluşma yeri olduğu gibi. IŞİD’in henüz popüler olmadığı erken vakitlerde soruşturma başlamış, grubun üyeleri Suriye’ye geçmiş,merkezleri kapanmış.

 

Bu örneklerde dinlenen IŞİD’lilerin hepsi Suriye’de. Verilen tapelerde Türkiye’ye giriş yapacakları, eylem yapacaklarıyla ilgili herhangi bir bilgi de yok.

 

Yani bu tapelerden “katliamı biliyorlardı” çıkarmak için epey kötü niyetli olmak lazım.

 

Peki ne çıkar buradan? Mesela polis bu dinlemeleri devletin diğer kurumlarıyla paylaştı mı? Bu adamlar eylem yapmak için sınırdan kaçak mı yoksa pasaportla mı girdi gibi bilgilerle desteklenirse o zaman ihmal çıkar.

 

Yoksa Emniyet’in dinleme tapelerini açıklayıp beş kere “MİT başkanı istifa etsin” diyen CHP’li vekillerin eline belge tutuşturmakla ancak katliam örtbas edilir.

 

Tabii bir de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıkladığı gibi telefonlarının dinlendiğini anlayan zanlılardan biri kaçar, Suriye’de bu gruptan kalıp  Hâlâ telefonları dinleyenler de uyanır, telefonlarda konuşmayı bırakırlar.

 

Paris’in ortasında yıllarca tehdit edilen bir dergiyi basan Kouachi Kardeşlerden büyük olanı 2005 yılında Irak’ta cihadi gruplarda savaşmaya giderken yakalanıp hapse atılmış, sonra tahliye edilmiş bir şüpheliydi. Yine gidip Yahudi marketini basan Kolibali de hapiste onunla tanışarak en sonunda IŞİD’e varan yola çıkmıştı. Bu hikayeden Fransız istihbaratının ve emniyetinin beceriksizliğini çıkaran oldu, çok da eleştirildi Fransız istihbaratı ama kimse buradan “Yapılacağını herkesin bildiği katliam” “katil devlet” “halkından nefret edenler” “Elysee’ye bağlı Gladio”ya varacak kadar meczuplaşmadı.

 

Çünkü orada bu işleri takip edenler sadece gazetecilik yapıyor, sahiden sorumlu bir siyaset adamı gibi davranıyordu ve hiçbiri bir dinî cemaatin son sürüm kullanışlı aptalları değildi.

 

Bereday bereday haberler...

 

Dine bereday Kürtçe’de “başıboş, deli” demekmiş. Bu kelimelerle Türkiye, Ankara katliamından sonra karşılaştı. Patlamadan 9 saat önce  “Bomba, Ankara’da patlayacak” tweeti atan @drbereday (Dinebereday) adlı kullanıcı ile.

 

Patlamadan hemen sonra, bomba patlayabileceğinden bahseden iki twitter hesabından birisi dinebereday. Devlet, Twitter’a başvurdu, 36 saat sonra Twitter @drbereday adlı kullanıcının IP numaralarını verdi. Dinebereday Diyarbakır’da gözaltına alındı.

 

Herhalde telaşla hesabını kapattığı için bu tweetleri hangi bağlamda yazdığı anlaşılamadı. Ve Sonra başladı dineberday kimdir, kimlerdendir konulu savaşlar.

 

Emniyet kaynaklı olduğu anlaşılan haberlere göre dinebereday Demirtaş’ın sosyal medya danışmanlarından biriydi. HDP toplantılarında, HDP bayrağı Kandil’de, hatta Öcalan’la çocukken çekilmiş fotoğrafları çıktı.

 

Ama ne tuhaftı ki o fotoğraftaki bıyıklı adam @drbereday değildi, M.P adlı gözaltına alınan başka bir kişiydi.

 

Daha sonra devreye PKK girdi.  ANF'de çıkan haberde @drbereday hesabının sahibi olan doktor E.Ö.  yerine yine Diyarbakır’da doktorluk yapan başka bir E.Ö.’nün açık adı, TC kimlik nosu hatta çalıştığı hastane bile yazıldı. Tabii ki MİT’çi olduğu iddia edilerek.

 

MİT’çiliğine delillerden en önemlisi de İlhami Işık’ın Twitter’dan onu tanıdığını açıklamasıydı.

 

PKK’lı hesaplar sosyal medyada @drbereday’ın MİT’çi bir AKP’li olduğunu yaymaya başladılar.

 

Cemaat boş durur mu? Cemaatin zehir hafiyesi Emre Uslu da yine MİT’çi olduğuna emin olduğu

İlhami Işık bağlantısı üzerinden katliamı AKP’ye yıkarak kendisine ait istihbari saçmalama rekorunu egale etti.

 

Sonunda @drbereday sorgu için Ankara’ya götürüldü ve gerçek anlaşılıp serbest bırakıldı.

 

Aslında @drbereday 12 Eylül’ün epey zulmünü görmüş DDKD’li bir öğretmenin oğluydu. Barzani çizgisine yakındı. Sadece Twitter hesaplarında PKK’lılar için yazdığı zaman zaman küfürlü sözleri görmek bile bunu anlamak için yeterliydi. Diyarbakır’da herkesin tanıdığı bir aile hekimiydi. İnsan Hakları eğitimleri alan, TBMM İnsan Hakları Komisyonu’nun Diyarbakır ziyaretinde görüşlerine başvurduğu şiddetle ilgisi olmayan biriydi.

 

Gerçek adıyla Google’da tarama yapınca bunu en iyi bilmesi gerekenlerden birinin Diyarbakır İHD başkanlığı sırasında pek çok ortak toplantıda bulunduğu Selahattin Demirtaş olması gerektiği görülüyor. Ama katliamın beşinci dakikasında katilin iktidar olduğunu iddia eden Demirtaş, Doktor Bereday için örgütünün resmi çizgisi dışında ancak birkaç kem küm laf edebildi.

 

Kötü bir zamanlamayla yapılmış tutan bir tahmindi. Aslında. Yüzbinlerce siyasi  mesajın atıldığı sosyal medyada o yüz binlerce mesajdan birinde Suruç Katliamı’ndan sonra, Ankara’daki mitingde de bomba patlayabileceğini yazan bir öngörü tabii ki dikkatleri çekmişti

 

Sorgulanması, ifadeye çağrılması da doğaldı. Ama bu tweeti suç yapacak başka bir delil, bir bağlantı tespit edilemediği için bir süre sonra serbest bırakıldı. Ama bu arada üç koldan ortalığa dökülen kirli bilgi bugün bunca iletişim kanalına rağmen hakikati bilmenin ne büyük bir lüks olduğunu yeniden hatırlattı.

Ve sosyal medyanın ne kadar tehlikeli olduğunu da...

Yorum Analiz Haberleri

Yapay zeka statükocu mu?: ChatGPT'de cevaplar neye göre değişiyor?
Devrim ile derinleşen kardeşlik: Suriye & Türkiye
Meşru olanı savunursan karşılığını elbet görürsün!
Türkiye solu neden hala Esed rejimini savunuyor?
Sosyal medyada görünürlük çabası ve dijital nihilizm