Akif Beki’nin Karar’daki köşesinde yer verilen konuyla alakalı yazısı (06 Kasım 2018) şöyle:
Suud’u Eleştirmenin Neresi İslam’a Saldırı?
Prens Türki bin Faysal, Veliaht Prens’i koruyayım derken lafı öyle bir yere getiriyor ki... Kaşıkçı cinayetiyle ilgili tepkileri, İslam’a saldırı minderine çekmesine ramak kalıyor.
Az daha zorlasa Orhan Baba’nın nefsi müdafaa mantığını Suud’a uyarlayacak. Haşa, ‘Kraliyet ailesine saygı duymayan kıblesini de değiştirsin, Kabe’ye dönerek namaz kılmasın, İslam’ın nimetlerinden yararlanmasın’ diyecek.
Adalet talebine karşılık... “Dünya değişiyor ama Suud’un önemi değişmiyor, çünkü bir buçuk milyar Müslümanın günde 5 vakit yüzünü dönerek ibadet ettiği İslam dünyasının kalbi” diyebiliyorsa... Dili varmaz mı öbürünü de söylemeye?
Hunharlığa tepkileri, şimdilik Suud ailesine acımasız ve maksatlı bir saldırı olarak tanımlıyor. Yarın da Müslümanlığı kalkan yapmaması için bir neden var mı?
Prens Selman’a tepkiyi, Kabe’nin hizmetkarı kimliği yüzünden hedef alınıyor gibi göstermesinin önünde ne engel var?
‘Hizmetkarını beğenmiyorsanız Mekke’nin, Medine’nin nimetlerinden niye yararlanıyorsunuz, hacca ve umreye de gelmeyin o zaman’ demekten ne alıkoyabilir böyle bir kafayı?
Bu durumda prense ‘saygısızlık’, dışarıdan geliyorsa İslam düşmanlığı ve Müslüman nefretindendir... İslam dünyasından geliyorsa gafletten, ihanetten ve gavur ajanlığından...
Hristiyan Demokrat lider Merkel’in, kendisine karşı yürütülen muhalefeti Hristiyanlığa saldırı olarak sunduğunu duydunuz mu hiç? Ya, karşıtlarını Almanya’yı sevmemekle, düşmana çalışmakla, dini ve vatanı satmakla itham ettiğini düşünebiliyor musunuz?
Ya da hükümetlerini çıkar uğruna Kaşıkçı cinayetini örtbasa göz yummakla eleştiren, yeterli tepkiyi vermediği için yerden yere vuran İngiliz muhalefetini alın. Muhafazakar Başbakan May’in, muhalefeti devlete saygısızlık, İngiltere’ye ihanet ve Hristiyanlığı arkadan hançerlemekle suçladığı görülmüş şey mi?
***
Orhan Gencebay, ‘adaba aykırı’ yani sınırı aşan eleştirileri kastediyor gerçi. “Devlete saygı duymayan, bu ülkenin ninetlerinden yararlanmasın” sözüyle maksadı aştığı anlaşılıyor.
Saygısızlıktan kastı ‘ağır eleştiri’ değilse, kendisine yönelik galiz küfür ve hakaretlerdir.
Devlete saygısızlığa örneği kendi üzerinden vermesi de dil sürçmesi değilse, Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Kurulu’na atanmasından kaynaklanıyor.
Oysa küfür ve hakaret, devlette görev almayanlar için de kabul edilemez, sadece devletli zevat için değil.
Saygıya gelince, ‘adaba uygunluk’ sınırının nerede çekileceği keyfi yoruma açık. Hem, devletin vatandaşa saygısını önceleyerek, ‘önce insan’ diyerek, ‘insanı yaşat ki devlet yaşasın’ şiarıyla gelen bir parti var iktidarda, unutmamalıydı.
Sanatçı illa muhalif olmaya zorlanamaz, haklı. Ama birini kutsayacaksa da insanı kutsar, devleti değil.
Ayrıca, sanatçı devletle ilişkisini nimet-külfet üzerinden kurabilir. Ama vergi vereni, sırf siyasi tercihinden dolayı ayrımcılığa tabi tutma, ülkesinde eşit şartlarda yaşama nimetinden men etme veya kovma hakkına sahip olabilir mi?
Lafın nereye gittiğini düşünse, yenildiği öfkesini eminim öyle ifade etmezdi.
Prens Faysal’ın savunmasıyla karşılaştırmak yanlış yani, aman bizden uzak olsun, nerede duracağı belli olmaz o kafanın.