Son 90 yılımız genel entelektüel hayat, İslami tefekkür ve ilimler bakımından yoksul bir dönem sayılır. Sovyet Rusya nasıl büyük entelektüel yetiştirmediyse Cumhuriyet de yetiştirmedi.
Rusların dünyaya armağan ettikleri büyük romancılar, mesela Dostoyevski ve Tolstoy, Çarlık Rusya zamanında yetişmişlerdi. Bizim bugünkü tefekkür ve ilmî hayatımız, Meşrutiyet dönemine göre hayli zayıf sayılır.
Bunları yazmamın sebebi çok az sayıda mütefekkirimiz ve alimimiz varken, bunları da yıpratmak üzere elimizden gelen her gayreti göstermemizdir. Birçok görüşlerini ve çalışma tarzlarını eleştirsek bile, bu ülkenin manevî, fikrî ve sosyal hayatında olumlu rol oynayan zatlar vardır. Fethullah Gülen Hocaefendi, Hayrettin Karaman Hoca, rahmetli Esat Coşan Hocaefendi, Mahmut Hocaefendi, Erbakan Hoca vs. Bunların her birinin kendi mecrasında yaptıkları hizmetler var. Hayat tek boyutlu değildir; insanların mizaçları, meşrep ve tarzları birbirinden farklıdır. Tarihte tarikatlar, insanları kendi kabiliyet ve meşreplerine göre toplumsallaştırmış, dinî hayatın yaşanmasını sağlamışlardır.
Bu zatların hatt-ı hareketlerini eleştirebiliriz. Ama insafı, hakkaniyeti, edebi, hak ve hukuka riayeti elden bırakmamak lazım. Allah'ın Rasulü (sas) hariç herkes eleştirilebilir. Ama eleştiride doğru bilgi, isnat edilmiş niyetlere dayalı hüküm bina etmek ve kaba, mütecaviz ve itici üsluptan kaçınmak lazım.
Son zamanlarda yeni çıkan bir dergide beni de bir olaya şahit göstererek ülkemizin önemli ilim ve fikir adamlarımızdan Hayrettin Karaman Hoca'ya hak ve hukuk sınırlarını aşan saldırılar yapılmakta, ona aslı astarı olmayan isnatlarda bulunulmaktadır. Hayrettin Hoca, Yeni Şafak'ta bu saldırılara 13, 20 ve 24 Şubat 2009 tarihli yazılarında cevap verdi. Meselenin aslı şudur:
7-8 Haziran 1994'te Bursa'da KURAV (Kur'an Araştırmaları Vakfı), tarafından bir sempozyum düzenlenmişti. Basına ve halka kapalı yapılan sempozyumda, bir ilahiyatçı vahy ile ilgili oryantalistlerin bilinen görüşlerini sıraladıktan sonra, her insanın vahy benzeri şeyler yazabileceğini, hatta kendisinin kur'an yazmakta olduğunu iddia etti. Katılımcıların bir kısmı hayret etti, bir kısmı tevbe istiğfar etti, bir kısmı da gülüp geçti. Müzakerelere sıra geldiğinde Hayrettin Karaman ve Bekir Topaloğlu hocalar ağırbaşlı bir üslupla bu saçma sapan şeylere cevap verdiler. Bu konuda verilen cevapları ve benim de müzakereler sırasında serdettiğim görüşleri merak edenler KURAV'ın sempozyumun tebliğleri ve müzakereleri toplayıp yayımladığı kitaba bakabilir. Hepimizin söyledikleri kelimesi kelimesine orada yer almaktadır.
Benim bir mecliste anlattığım, Hayrettin Karaman ve Bekir Topaloğlu hocaların cevap vermedikleri değil, Bekir Topaloğlu'nun konuyla ilgili anlattığı ve esasında bu abuk sabuk iddialara en güzel cevap teşkil eden bir Temel fıkrasıydı. Herkesi kırıp geçiren fıkra taşı tam gediğine koyuyordu. Fakat iki değerli hocamız elbette ağırbaşlılıklarını koruyarak fikirlerini dile getirdiler, yanlış görüşleri eleştirdiler.
Yıllardan beri Hayrettin Karaman Hoca'yı eleştiren Ali Nar'ın bulunduğu bir mecliste benim anlattığım da budur. Nitekim sempozyumun yayımlanan metni her şeyi ortaya koymaktadır, ayrıca benim şehadetime gerek yoktur, ben de şahit olmadığım bir şeyi anlatamam.
Eleştiri herkesin hakkıdır. Eleştiride adaletten şaşmamalı. Hak ve hukuk sınırlarının aşıldığı dergide dikkatimi çeken bir husus "Reformcuların son hedefi: Kur'an" başlığı altında Tayyar Altıkulaç Hoca'nın da hedef tahtasına yerleştirilmiş olmasıdır. Benim yakından bildiğim ise tam aksine, Yemen'de bulunmuş bazı nüshalardan hareketle Kur'an'a şüphe düşürmek isteyen oryantalistlere karşı Altıkulaç Hoca büyük bir gayretle cevap hazırlamaya çalışmaktadır. Ya bu konuda bilgi eksikliği vardır veya başka bir sebep söz konusudur.
Eleştiriden murat üzüm yemek olmalıdır. Aksine olursa kişisel husumetlere, gruplar ve cemaatler arasında fitne ve tefrikaya yol açar. Bu ise Allah'ın murat ettiği netice değildir.
ZAMAN