secakirgil@yahoo.com
Bir hadis ‘rivayet’inde yer alan, ‘Dostlarınıza ve düşmanlarınıza, yarınlarda mahcub olacağınız sevgi veya nefret beyanlarında bulunmaktan sakınmamız’ konusundaki nasihat ne güzeldir.
***
Bazı kuruluşlar, siyonist İsrail rejimi ile Erdoğan Türkiyesi arasında, hele de, ‘One minute’ hadisesi ve Mavi Marmara Saldırıs’ından beri en alt seviyede bulunan ilişkilerin normalleştirilmesi yolunda varılan anlaşma üzerine, ağır eleştirilerde bulundular.
Keşke, bu siyonist haydutlar çetesi, gaasıb rejimle hiçbir irtibatımız olmasaydı.
Ama, eleştiriler kantarın topu kaçırılmadan yapılmalı değil midir?
***
Eleştiri, eğer muhatabı yaralamak, ezmek kasdı taşımıyorsa, nice yanlışların önünü alabilir. Bu açıdan Tayyîb Erdoğan da eleştirilsin... Hele de dışsiyasette bir satranç oynarcasına, daha sonraki merhaleleri hesab ederek yapılan bazı hamleleri yanlış görmek de tabîdir. Ama, bunları hemen, ‘İslam’a ve Filistin dâvâsına hıyanet’ şeklinde değerlendirmek, karşınızdaki kişi, hele de Tayyîb Erdoğan olunca, ağır bir bühtan olmaz mı? Çünkü o, inandığı değerlerin hayata geçmesine hasretmiş birisidir.
Keşke, her ne kadar yaralansa bile, o da, ‘Benden izin mi aldınız?’ diye fevrî bir karşılık vermek noktasına gelmeseydi. Ama, dostların gül atması bile, hasımların taş atmasından daha ağır gelir anlayışınca, yakın çevrenin saldırıları, daha bir yaralayıcı etki bırakmıştır. Nitekim, ‘kendi çevremezdekilerin söyledikleri’ diye bilhassa yakınması bundandır. Gerçi, eleştiri sınırlarını aşan suçlamaları yapan bir kuruluş, sonra da özür diledi, ama, bu biraz da, ‘Ba’ad’el kharâb’el Basra..’ kabilinden oldu.
Günah işlememek tevbe etmekten, hata yapmamak özür dilemekten evlâ ve kolaydır.
***
Bir diğer yanlış..
Başbakan Yıldırım’ın, ‘Suriye ve Mısır da dahil, bütün komşularla ihtilafların giderileceği’ gibi sözleri nasıl uygulama alanı bulacak? Suriye’de yarım milyon insanın katline ve milyonların perişanlığına yol açan Beşşar Esed isimli kaniçici bir diktatörle arayı sırf ekonomik kaygular ya da bölge istikrarı adına nasıl düzelteceksiniz? Ya da, Mısır’da müslüman halkın ilk kez hür iradesiyle seçtiği Cumhurbaşkanı Muhammed Mursî’yi emperyalist odakların desteğiyle askerî darbeyle devirip binlerce insanı da kurşuna dizen bir General A. Fettah Sisî ile... Evet, nasıl?
Daha tehlikeli olan, ‘her şeyi Davudoğlu harab etmiş de kendisi düzeltiyor’ imiş gibi bir havanın ortaya çıkması... Doğrusuyla yanlışıyla yapılanların sorumluluğu, en başta Erdoğan olmak üzere, bütün AK Parti yönetim kadrolarının omzundadır. Kaldı ki, o siyasetleri bu satırların sahibi de genel hatlarıyla doğru bulmaktaydı.
***
Erdoğan’ın, ‘Suriyeli sığınmacıların vatandaşlığa yazılacağı’ konusundaki sözlerinin, ümmet kaynaşmasının hayırlı bir adımı olarak görülmesi gerekirken; bu duruma, MHP ve CHP’liler başta olmak üzere birçok mahfilde eleştiri getirilmesi tabîdir.
Ama, bu topraklar müslümanların ortak coğrafyalarının bir köşesi olmanın ötesinde, daha yüz yıl öncesine kadar, 400 yıl birlikte yaşadığımız Suriyeli kardeşlerimizin büyük dedelerinin anavatanının da bir parçası idi. Şimdi onların torunlarının bir yabancı gibi görülmesi elbette kabul edilemezdi. Bu bakımdan, kanûnen yabancı sayılmasına son verecek bürokratik işlemlerin yapılması, o mazlumları sevindirecek ve kardeşlik duygularını daha bir pekiştirecektir. Bu düzenlemeye karşı çıkmak, kabile, kavmiyet ve coğrafya kutsamacılığına varan bir ilkelliği yansıtmaktadır.
***
Ramazan Bayramı arefesinde Bağdad’da, 213 kişinin hayatının sönmesine yol açan ve de DAİŞ’in üstlendiği korkunç barbarlığı, sanki çok olağan bir durum gibi duyarsızlıkla karşılayıp; sadece kendi terör eylemlerimize odaklanmamız, uğradığımız manevî tahribatın boyutlarını göstermesi açısından daha bir iç acıtıcıdır.
Star