Etyen Mahçupyan 31 Mart'tan başlayıp 7 Nisan'a kadar "İslami aydınlar ve kadınlar" konusunda peş peşe yazılar yazdı.
Bu iki konuyla ilgili görüşlerini, eleştirilerini ve "teşvik edici öngörüleri"ni dile getirmeye çalıştı. Son iki yazıda benim ismimi zikrettiğinden ve esasında entelektüel seviyesi iyi ayarlanmış bir tartışma ve müzakerenin faydasına inandığımdan cevap verme lüzumunu hissettim.
Mahçupyan iki konuya vurgu yapıyor: Biri, "İslami kesimin aydınlarının henüz kendi zihniyetleri ve cemaatleriyle bir yüzleşme yaşamadıkları, hatta bundan kaçındıkları; diğeri aynı kesimdeki hızlı refah artışının ve küresel sisteme entegrasyonun, kaçınılmaz olarak aile kurumunun ve kadın/erkek ilişkisinin niteliğini değiştirmekte olduğu. İki konu arasındaki bağlantı ise İslami kesimin intelijentsiyasının bariz erkek egemen karakteri ve bu durumun aile ve cinsiyetçilik meselelerinde tutucu bir vesayetçiliğe kapı araladığı."
Önce belirtmek gerekir ki, Mahçupyan'ın, konuyla ilgili eleştiri ve tartışmaları yeterince takip ettiğinden emin değilim. İslami çevreler her zaman canlı tartışma platformlarına sahip olmuşlar. Bugün de çeşitli mekânlarda, dergilerde, internet sitelerinde bu devam ediyor. Mesela Mahçupyan'ın yazdıklarından hayli rahatsız olduğu anlaşılan Metin Ö. Mengüşoğlu, 40 senedir bu işi yaptığını uzun uzun anlattıktan sonra "Mahçupyan'ın dikkatini çekmek için Zaman Gazetesi'nin kapısında mı yatmak lazım?" diye soruyor. (Umran, Nisan-2011)
Son yıllarda neredeyse ben de yazı meşgalemin yüzde 80'ini bu iç eleştiri ve yüzleşmeye ayırmış bulunuyorum. (Bkz. Aydın Ulema Profili'ne; Göçün ve Kentin İktidarı kitapları gibi.) Henüz kitaplaşmamış inceleme ve makaleler 300 sahifelik kitap tutar. Bu arada Abdurrahman Arslan'ın çeşitli dergilerde yayımlanan yazı ve konuşmalarını da zikretmek gerekir. Genel modernlik eleştirisi yanında İslami çevrelerin karşılaştığı yeni durumu anlama ve anlamlandırma konusunda yetkin bir isim olan Arslan'ın yazıp çizdikleri son derece önemlidir.
Buna rağmen daha çok tartışma yapılması beklenirdi. Son senelerde hız kesmesinin sebebi, "Göçün ve Kent'in İktidarı"nda göstermeye çalıştığım gibi, AK Parti'nin 2002 Kasım seçimlerinden sonra iktidara gelmesiyle çok sayıda entelektüel ve yazarın, bilim adamı ve araştırmacının "zihni faaliyet ve akademik araştırma"yı bırakıp bürokrasi içinde yer almaya başlaması oldu. Hakim hava, cezp edici imkânlar, iktidar gücü, yüksek statü vaadi, medyada görünürlük vb. faktörler, Türkiye, bölge ve genel olarak modern dünyanın içinden geçmekte olduğu süreci anlayıp anlamlandırma potansiyel gücüne sahip Müslüman entelektüelleri "bürokrat aydın" sınıfına sokmuş oldu. Bu, Türkiye İslami tefekkür ve hareketinin başına gelebilecek büyük felaketlerden biriydi. Bir baktık ki, gencecik araştırmacılar, çiçeği burnunda profesörler, yıllarını bir konuya ayırmış akademisyenler bürokraside görev almışlar, stratejik araştırma merkezlerinin başına geçip Türkiye'nin Ortadoğu'daki açılımının önünü açacak 'kamu diplomasisi' faaliyeti üzerinde kafa yoruyorlar veya üniversitelerde idari görevler almayı tercih etmişlerdir.
Eleştiri ve yüzleşmeyi imam hatipler veya ilahiyatçılar yapabilirdi. Onlar da kuvvetle estirilen hermönetik bakış açısı, seküler dil ve liberal dalganın etkisinde hazır zihni kalıplar içinden mevcut gidişi teyit edici şeyler dışında konuşmuyorlar. Fakih ulema da çok azı hariç, modern dünyanın ağır baskısı altında arkadan fetva yetiştirmeye çalışmakla meşguller. Oysa daha önce bu köşede ele alındığı üzere "modern fakih" ile "modernist fakih" arasındaki fark, ikincisinin modern dünyanın baskısı altında bilgi ve fetva üretmeye yatkın bir zihne sahip olmasıdır. "Modern/muasır fakih", geleneksel toplumların fakihinin fıkıh hasılasını, formel fetvalarını tekrar etmez, meşru geleneksel usulü takip ederek modern durumu açıklar ve Müslüman özneye asıllara uygun bir çıkış yolu gösterir; "modernist/asri fıkıhçı" ise verili dünyayı teyit eder, ona sahte bir meşruiyet çerçevesi çizmekle yetinir. Cumartesi devam edelim.
ZAMAN