Elbet Bir Gün Bize de Bayram Olur

MUSTAFA SİEL


Bugün Ramazan Bayramı

Ramazan ayı boyunca, sadece Allah’ın rızasını kazanmak için oruç tutmak suretiyle gönüllü olarak (tav’an) katlandığımız sıkıntı ve yoksunlukların ardından idrak etmekte olduğumuz, Rabbimizin bize olan bir armağanı, adeta cennet hayatının bir misali - provası olan Ramazan Bayramının tüm dünya Müslümanlara hayırlar getirmesini, Rabbimize olan iman, teslimiyet ve şükrümüzü arttırmasına vesile olmasını niyaz ederek başlıyorum yazıma.

Bayram demek sevinç demek, neşe demek, cenneti dünyada duyumsamak demek ama heyhat! Ümmetimizin bir ateş çemberinden geçtiği, bu çemberin her an önüne geleni yakarak ilerleyip daraldığı ve gün geçtikçe sıcaklığının bizzat bizleri de yalamaya çalıştığı bir ortamda, yüreğimizin bir yerlerinde sızılar ve ağırlıklar hiç eksik olmazken nasıl sevinçli ve neşeli olalım, nasıl çocuklar gibi nasıl ferah ve mutlu olalım, nasıl bayram gibi bayram yapalım?

Devekuşu gibi başımızı kuma gömmedikçe nasıl gerçekten bayram yapabiliriz şu konjonktürde? Bu nedenle İslami bir vecibe olarak, asalen değil ama usulen yapıyoruz bayramlarımızı.

 

Bu Gün Bayram Ama, Neşe Dolmuyor Ümmetin Mazlum Çocukları

Bu gün bayram neşe dolun çocuklar diye başlayan bir şarkı hatırlıyorum. Bayramlarda neşe dolduğum çocukluk yıllarımı da hatırlıyorum hayal meyal. Bayramlar cennetin yeryüzündeki bir nevi provası olduğuna göre, tabiatıyla insanın adeta sahte cenneti yaşadığı çocukluk çağlarında en güzel duyumsanır ve yaşanır bayramlar.           

Çocukluğumuzdaki bayramlar güzeldi, çünkü bizler ateş çemberinden uzakta olduğumuz gibi, başkalarının içinde bulunduğu ateş çemberinin de farkında değildik.

Şöyle bir geriye baktığımda anlıyorum ki, yaşadığım memlekette olmasa da, aslında Ümmetin genelinin benim çocukluğumdaki hali pür melali de bu günkünden çok farklı değilmiş ama, ben farkında değilmişim. Benim bir çocuk olarak farkına varmam zaten söz konusu değildi, böyle bir farkındalığa sahip bir ailem ve çevrem yoktu ki, bana fark ettirebilsinler.

 

Ellere Bayram, Bize Kurşunlar

Acaba şimdiki çocuklarda neşe doluyor mu bayramlarda? Eğer ümmetin hali pür melalini fark ettirebildi isek bizim çocuklarımızın dolmaması gerekir. Farkında olmayan ailelerin çocukları ise tıpkı benim çocukluğumda olduğu gibi neşeyle doluyordur çocukluklarının gereği.

Ama Doğu Türkistan, Myanmar, Filistin, Keşmir, Mısır, Suriye, Irak ve neredeyse tüm İslam beldelerindeki çocukların önemli bir kısmı, farkında olmalarına bile gerek yok, neşe dolmadıkları, hatta bayramın bile farkına varamadıkları aşikar.

 

Aslında Bu Bayramında Farkı Yok Önceki Bayramlardan

Dünya çapında tek bir millet olan İslam Ümmetinin bilinçli fertleri ile bilinçli olmasa bile ateşten çeşitli derecelerde nasibini alan fertleri olarak, son 200 yıldır olduğu gibi bu yılda Ramazan Bayramını hak ettiği sevinç ve neşe iklimi içerisinde idrak edemiyoruz, bu çok açık ve yalın bir vakıa.

Çünkü memleketimiz ve tüm dünyada Müslümanların içinde bulunduğu gaflet, delalet, şirk, fısk, tuğyan, katliam, isyan, fuhşiyat, zulüm, haksızlık ve diğer olumsuzluklar, bizim bu bayramı sevinçle karşılamamıza, ferah ve mutlu bir bayram geçirmemize imkan vermiyor.

 

Hala Kemalist Rejimin Hakim Olduğu Bir Memlekette Giriyoruz Bayrama

En öncelikli ve önemli sorunumuz, hatta tüm sorunlarımızın temel kaynağı olarak, memleketimizde ve tüm İslam dünyasında, bu bayramı bize armağan eden Rabbimizin bizi isimlendirmiş olduğu İslam dini doğru olarak tanınmıyor, tam tersine içine pek çok şirk unsuru karışmış gelenekler İslam diye biliniyor. Halkımızın ve ümmetimizin kahir ekseriyeti şirk karışık imanları, bozuk amelleri ile yapmaları gereken amellerden haberdar bile olmadan yaşıyor ve ölüyorlar.

90 yıl önce kurulan örtülü işgal rejiminin yasaları ve kalıntıları hala üzerimizde kısmen zayıflamış olsa da kara bir kabus gibi duruyor. Hala memleketimizde Allah’ın hükümleri hafife alınıyor, değil kamusal ve siyasi alanda uygulanmak, böyle bir istek bile tüyleri diken diken etmeye yetiyor.

Çıplaklık, fuhuş, eşcinsellik, faiz, ekonomik ve cinsel sömürü, insanların haklarının verilmemesi gibi büyük günahlar kamuya hakim durumda ve gün geçtikçe mevzi kazanmaya devam ediyorlar. Bunları değil direkt ortadan kaldırmaya çalışmak, dolaylı yollardan engellemeye çalışmak ve hatta eleştirmek bile bir anda tüm köpeklerin üzerinize çullanmasına sebep oluyor. İtleri salmışlar taşları bağlamışlar deyimi hala tüm canlılığıyla yaşanıyor memleketimizde.

 

Kürt Sorununu Halledemeden Şimdi de Kürtçülük Sorunu İle Girdik Bayrama

Memleketimizin güneydoğusunu rejimin ırkçı ve seküler dayatmalarının en ciddi neticelerinden birisi olan Kürt sorunu konusunda olumlu adımlar atılmışken, bu kez ortaya çıkan Kürtçülük sorunu, değil Memleketimizi ve komşu İslam beldelerini, tüm İslam aleminde büyük depremlere ve yıkımlara sebep olacak bir depremin tetikleyicisi olma potansiyelini taşıyor.

Aynı dinin mensubu olan ve aralarında hiçbir sorun bulunmaması gereken Türkçüler ve Kürtçüler, şeytani bir ırkçılık ve ulusçuluk girdabında sonuçsuz acılar içinde kıvranıp duruyor, sadece kendilerine değil kendi halklarına ve tüm Ümmete zarar veriyor, dünyalarını ve ahiretlerini mahvediyorlar.

 

Esed’in Katliamları Ramazan - Bayram Demeden Tam Gaz Devam Ediyor

Suriye’de, münafık, laik ve zorba Esed - Baas rejimi Müslüman Suriye halkına 4 yıldır Ramazan - Bayram, kadın - çocuk demeden gün aşırı kan kusturmaya devam ediyor. Öyle ki artık daha fazla öldürebilmek amacıyla teravih namazı kılınan camilerin üzerine varil bombalarıyla saldırıyor.

Suriye intifadasının başladığı Mart 2011’den bu yana geçen 4 yılda çocuk ve kadınlarla sivillerinde içlerinde bulunduğu yaklaşık en az 300 bin kişinin katledildiği tahmin ediliyor.

200 bin civarında kişinin Suriye’deki işkence tezgahlarında öğütülmeye devam ettiği ve bu güne kadar en az 30 bin kişinin işkence ile katledildiği kesin gibi olmakla beraber, gerçek sayıların bunlardan çok fazla olması kuvvetle muhtemel.

Bizlerin Ramazan ve Bayramı yaşamaya çalıştığı saatlerde birileri varil bombalarıyla, birileri keskin nişancılarca, birileri işkenceler altında can veriyor; bazı kadın ve kızlarımız tecavüze uğruyor, çocuklarımız da bu katliam ve işkencelerden nasibini fazlasıyla alıyor, uzaklarda değil, hemen yanı başımızda, 100 yıl önce aynı devletin sınırları içinde yer alan komşumuz Suriye’de.

 

Derdim Çoktur Hangisine Yanayım

Gerçekten tam bu sözün bir yansıması Ümmetimizin hali hazırdaki durumu. Hangi derdimize yanalım, memleketimizdeki durumuna mı, Suriyenin mazlum halkına mı, 100 yıldır kanayan yaramız Filistin’e mi, işgal altında gün geçtikçe Çinlileştirilen ve oruç tutmaları bile yasaklanan Doğu Türkistan’amı, alçakça bir darbeye maruz kalan ve asılmaları an meselesi olan Mısır’ın yüz akı İhvan liderlerine mi, Irak’ta İran’ın şiaperest politikaları nedeniyle onbinlerce sünninin katledilmesi ve yurtlarından sürülmesine mi?

Hangi derdimize yanalım? Sadece düşmanlarımız değil, dost sandıklarımız, İslam adına hareket ettiklerini ileri sürenlerin yaptıkları ortada iken. Şiaperest İran rejiminin tuğyan ve zulümlerinin dolaylı bir neticesi olarak, Irak’taki olumsuz durumun sonuçlarından biri olan IŞİD isimli sözde İslam devleti (özde katliam makinası), Irak ve Suriye’de Şii yada Nusayri suçlulardan ziyade ezilen mazlum Sünnilere zarar veriyor, katlediyor, geleceklerini ve mücadelelerini zayıflatıyor ve tehlikeye atıyorken?

 

Sorunsuz İslam Beldesi Var mı?

Uzakdoğu - Burmada (Myanmar) Budist zulmü hız kesmiş görünse de, yavaş çekim devam ediyor ve Myanmar Müslümanları adım adım yurtlarından sökülüp muhacir duruma düşürülüyorlar gözlerimizin önünde.

Benzer sıkıntılar Pakistan’da ve halen ABD ve yandaşlarının işgali altında bulunan Afganistan’da da yaşanıyor. Ya Hindistan’daki azınlık durumunda gelecek korkusuyla yaşayan milyonlarca Müslümanın durumu, bilhassa işgal altındaki Keşmir’de Hindistan’ın direk, dolaylı işgali altındaki Bangladeş’teki Hindistan kuklası rejimin eliyle dolaylı yaptığı cinayet ve zulümler?

Sıkıntı ve zulüm olmayan neredeyse tek bir İslam memleketi yok gibi. Endonezya, Körfez krallıkları gibi bazılarında zulüm ve kan yok gibi ise de, donukluk, hazcılık, bölgecilik, mezhep taassubu gibi şeytani ve çürütücü hastalıklar bürümüş durumda buraları da ve ellerindeki nimetin kadrini bilip gereğini yerine getirmezlerse ateş çemberinin çok ta uzak olmayan bir zamanda buraları da sarması kaçınılmaz eninde sonunda.

 

Sıra Bir Gün Size de Gelir Ramazan Ve Bayram Müslümanları!

Batılı ve batı uşağı işbirlikçi İslam düşmanları İslam dünyasında ki bu zulüm ve katliamları ya bizzat gerçekleştiriyor, ya dolaylı yada direk destek veriyor, yada sevinçle izliyorlar. Hani bir zamanlar Gazze’nin havadan bombalanmasını tepelere çıkıp piknik yaparak izleyen İsrailli Siyonist Yahudiler gibi.

Bu zulüm ve katliamları yüreği yanarak izlemek bir yana elinden geldiğince engellemeye çalışması gereken ve Ümmetin çoğunluğunu oluşturan Ramazan ve Bayram Müslümanları ise, huzurlu oruç ve çocukluğumda yaşadığım sevinçli bayramların tatlı telaşesinde, iftarı sıcak pideyle açmak için saatlerce pide kuyruğu bekliyor Ramazan akşamlarında. Aynı Müslümanlar Esed’i protesto eylemi için 1 saat bile meydana gelmek bir yana, bize bir zarar gelir diye fellik fellik kaçıyorlar.

İslam Memleketlerinin çoğu acı ve katliamlar içinde kıvranırken, Türkiye gibi acı ve katliam yaşamayan az sayıda memleket halklarının kahir ekseriyeti ise gününü gün etme derdinde. Bana dokunmayan yılan bin yaşasın ahlaksızlığı hakim genelde, o yılanın ilk fırsatını bulduğu anda kendilerini de sokacağını dahi akıl edemeyecek kadar basiretsizler üstelik.

 

Mutlaka Doğacaktır Vaat Ettiği Günler Hakkın, Eğer Hak Edebilirsek

Doğacaktır vaat ettiği günler hakkın, belki yarın belki yarından da yakın demişti 90 yıl kadar önceleri Ümmet ve Memleketimiz tıpkı bu günküne benzer bir ateş çemberinden geçmekte iken, bizimle aynı ıstırapları yaşayarak yaşayan ve bir gün dahi bayram edemeden vefat eden Mehmet Akif.

Bizde aynısını diyoruz, elbette ve mutlaka doğacaktır Hakkın vaat ettiği günler, belki bu gün, belki yarın, er yada geç ama, hak ettiğimiz zaman. Zira Yüce Allah dünyada da ahirette de ancak hak ettiğimiz takdirde bize vaatlerini mutlaka gerçekleştireceğini defalarca bildirmiş durumda kitabında.

 

Fecrin İpinin Göründüğü Noktadayız Belki de

1900’lü yıllarda bu ateş çemberini dağıtacak durumu ve donanımı yoktu ümmetin ve diz çöktürüldü yerli işbirlikçilerinin de katkılarıyla. Bu gün her ne kadar bu ateş çemberini dağıtacak durumda ve İslam’ın yükseliş – tırmanış periyoduna giriş eşiğini geçmiş değilsek te, Mehmet Akif’in zamanından çok ilerilerde olduğumuzda bir vakıa. Geçen 100 yılda çok ciddi gelişmeler ve kazanımlarımızın olduğunu görmemizde fayda var.

En azından İslam gerçeğinin bu gün daha net olarak anlaşılmaya ve kitlelere mal olmaya başladığını, Kur’anla 100 yıl öncesine nispetle çok ciddi yakınlaşmalarımızın ve tanışıklıklarımızın oluştuğu da görmemiz gerekiyor. Filistin’de, Mısır’da, Suriye’de tüm kuşatılmışlığa rağmen İslam adına verilen onurlu direniş ve mücadeleler, kesinlikle 100 yıl öncesinin çok çok ötesinde.

Yaşadığımız ve genelde olumsuz görünen gelişmeler kanaatimce Ümmetin yeniden doğuşunun doğum sancıları. Kim bilir belki de fecrin beyaz ipinin siyah ipinden ayrılmaya başladığı geçişin, İslam’ın güneşinin tekrar doğup yükselişin başlangıç aşamalarıdır, Allahu alem.

Zaten her an daraltılmaya çalışılan ateş çemberinin sebebi de Ümmetin çocuklarının bu intifadasını – kıyamını büyüyüp küreselleşmeden boğarak yeniden diz çöktürmek olsa gerek.

 

Ya İslam Tekrar Yükselecek, Ya Kıyamet Gelecek

Kör göze parmak mesabesinde bir vakıa bu gün iyice netleşmiş durumda. Her geçen gün daha aleni olarak görüldüğü üzere, yabancısıyla yerlisiyle bütün küfür güçleri tüm güçleriyle abanıyor İslam’ın tekrar yükselişini, Ümmetin yeniden doğuşunu engellemek, boğmak, İslam’ı madden ve manen tamamen tarihe gömmek hırsıyla. Bu abanma İslam’ın yükseliş işaretlerinin, Ümmetin yeniden doğuş sancılarının batılılarca hissedilmesinin bir sonucu aslında.

Fakat heyhat, kurtuluş yok. Batı ve yerli işbirlikçileri her halükarda kaybedecekler. Velev ki başarılı olsalar bile kaybedecekler, çünkü bu başarı aynı zamanda küfrün kendi mezarını da kazması anlamı geliyor. Zira İslam’ın mezara gömülüp yok olması demek, yeni bir peygamber gelmeyeceğine göre, artık dünyanın devamının anlamsızlığı anlamına geliyor ve tabi ki kıyametin kaçınılmazlığının. Batı başarısız olur, İslam güneşi yeniden yükselir ve Ümmet yeniden doğarsa, 200 yıllık hegemonyasının bitmesi nedeniyle kurtuluşa erişemeyecek. Bu iki neticeden birisi sünnetullahın mutlak bir gereği.

 

Dünya Hayatımız Ramazan, Ahiretimiz Bayram Olsun

Ahirete imanımızın temeli, dünyanın imtihan yeri, ahiretin ise ceza yada mükafaat yeri olduğuna dair. Bu durumda ahirete iman ettiğini iddia eden bir mümin için dünya hayatı ramazan, ahiret hayatı ise bayram olmak durumunda.

Ahireti inkar edenler yada inkar etmese bile hayatlarıyla fiilen inkar pozisyonunda olanlar ise, gayri mümkün bir uğraşı olarak dünyayı Bayram etme derdindeler. Bu şekilde dünya hayatını bayram kılmaları mümkün değil ama, ahiret hayatındaki bayramdan mahrum olmak bir yana daimi cehenneme düşmelerini garantiye alıyorlar aynı zamanda.

Dünya hayatı iman edenler açısından Ramazan mesabesinde olmakla beraber, elbette Ramazan ayının yazı var kışı var, sahuru ve iftarı var. Bizler imanımız gereği ve neticesi her ne kadar ahiret bayramını arzulamakta isek te; elbette dünya Ramazanında hep sıcak yazlar görmek istemeyiz, baharlar ve kışlar da arzulamakta, sahurlar ve iftarları da beklemekteyiz.

Ve lakin imtihan alanını ve şartlarını takdir eden Rabbimiz, bizler Ramazan günleri ne kadar uzun ve sıcak olsa da, ne kadar yoksul ve yoksun olsak ta orucumuzu tutacak, kuru ekmek ve su ile de olsa iftarımızı ve sahurumuzu yapacağız. İmtihan amaçlı nimetlere şükrederken, imtihan amaçlı sıkıntı ve zararlara da sabr edeceğiz. Tıpkı bir aylık Ramazan orucuna sabredip, bu günkü Bayrama şükr ettiğimiz gibi.

 

Bu Dünyada Bayram Görmesek Bile, Eğer Hak Edersek Ahirette Sonsuz Bayramımız Var

Dünyada İslam’ın tekrar yükseliş bayramı sadece kişisel hak edişimize değil, ümmetin ortalama hak edişine bağlı olduğundan, kişisel olarak hak etsek bile, ümmetin ortalaması hak etmiyorsa bu dünyada bayram göremeyiz.

Lakin dünyada kişisel hak edişlerimiz dünya bayramı görmemize vesile olmasa bile, ahiretteki gerçek ve sonsuz bayramı kazanmamıza vesile olacak mutlaka ve bunun için tek imkanımız aynı zamanda.

Allah’ın kitabında, eğer eğer hakkını verirsek dünyevi ve uhrevi hedeflere ulaşmamız garanti edilmiştir bizlere. Sünnetullah gereği, toplumsal dönüşüm gerçekleşmediği için dünya bayramı göremesek bile, gerekli ve yeterli çabayı gösterenler için ahiret bayramı,  Allah’ın kitabında asla vaz geçmeyeceğini ve değiştirmeyeceğini bildirdiği çok açık bir vaadidir.