Elazığ’da ölen o dört çocuk için...

Askerliğimi yaptığım Sivas Merkez’deki bölük Yılmaz Güney’in de konuğu olmasıyla ünlenen Temeltepe’ye yakındı. Temeltepe bizim bulunduğumuz Havantepe’nin tam karşısındaydı. Aramızda bir vadi, vadinin yamacında ise bizim köyün harabe kilisesi vardı. Babam Sivaslıdır. Terk edilmiş köyümüz de benim askerlik yaptığım tugayın kısmen sınırları içinde kalmıştı. Kaderin bir cilvesi işte.

Neyse bu başka konu. Dert bir değil ki...

Bölük komutanım has adamdı. Babamın ölüm döşeğinde olduğunu duyduğunda benim için tarihsiz bir izin kâğıdı düzenletti, “ihtiyaç halinde Markar on dakikada nizamiyeden çıkarılsın” diye de emretti, hatırlarım. Bölük astsubayı da beni yanına çağırıp dinî bayramlarda izin alma hakkım olduğunu, ancak bu günleri bilmediklerinden benim onları uyarmam gerektiğini ve olur da –ki olurdu- Ermeniyim diye sıkıntı veren olursa başımı hiç belaya sokmadan kendilerine gitmemi söylemişti.

O zamanlar tek dileğim, ağır derecede hasta olan babamın ölüm haberini askerdeyken almamaktı. Kullanmadığım iznim nedeniyle bir hafta erken terhis oldum. Eve döndüm. Babamla hasret giderdim. Bir hafta sonra, yani sivildeki ilk günümde babam vefat etti.

Yine unutmam. Bir gece telefon çaldı. Karşımdaki bölük komutanımın sesiydi.

Babamın öldüğünü duymuş, başsağlığı için aramış. “Seni biraz daha erken gönderebilseydik, babanla hasret giderebilseydin keşke” diye uzunca da dert yandı.

Ama Elazığ’da askerlik yaparken ölen o dört çocuk benim kadar şanslı değildi.


Onların bir isimleri var: İbrahim Yaman, Ali Osman Altın, Mesut Bulut, İbrahim Öztürk...

Hikâye korkunç. Nöbetçi uzman çavuş işgüzarlık yapıp devriyesinde nöbette uyurken yakaladığı Er İbrahim Öztürk’ün el bombasını alıp komutanı teğmene götürüyor. Komutan da “ceza” olarak pimini çektiği el bombasını Öztürk’e tutturuyor “Böyle bekle” diyor. Öztürk komutanının mevzisine gelerek “25 günlük askerliğim kaldı. Beni öldüreceksiniz” diyor...

Sonrası malûm. Öztürk ret cevabı alınca mevzi mevzi dolaşıp pim arıyor. Derken gittiği son mevzide bomba patlıyor. Dört günahsız er şehit oluyor.

Hikâye Mehmet Baransu’nun ulaştığı askerî soruşturmanın tutanaklarından. 17 ağustos tarihinde yaşanan bu elim hadise hakkındaki tek açıklamayı Elazığ Valiliği yapmış olayın kaza olduğunusöylemişti. Çünkü Elazığ Kolordu Komutanlığı kendisine sadece bu açıklamayı yapmıştı.

Kürt açılımı üzerine 30 Ağustos Zafer Bayramı konuşmasını önceye alıp yetkilerini aşarak açıklama yapan Genelkurmay Başkanı Başbuğ, TSK olarak kırmızı çizgilerinin PKK ile savaşta yitirilen 5003 evladın kanıyla çizildiği imasında bulunuyordu.

Peki bizler, bu canların sahipleri olarak, hem bu 5003 evladımızın, hem de bu korkunç olayda olduğu gibi, asla sadece bu teğmene yıkılamayacak zihniyet ihmalleri yüzünden solup giden evlatlarımızın ölümünü sorgulama hakkına sahip miyiz acaba?

TSK, yıllar boyunca bu şekildeki “kaza”larda ölen evlatlarımızın sayısını bize verebilir mi?

Her bir “kaza” için adaletin nasıl tecelli ettiğini, suçluların nasıl cezalandırıldığını, ama 30 ağustoslarda, ama gecenin bir vakti internet sitesine bildiri koyarak olsun, vatandaşlarına izah edebilir mi?

Yoksa, bu da Sayın Başbuğ’un son açıklamasında “Her konuyu tartışabilme özgürlüğünün, devletin varlığını riske sokacak, ülkeyi kutuplaşmaya, ayrışmaya ve çatışma ortamına sokacak konuları içermemesi gerektiğine inanır” şeklinde beyan ettiği TSK’nın kabullenemeyeceği zararlı fikirler grubuna mı giriyor?

Ordu bu ülkenin önemli bir kurumu. Kurumun içinde bu dört çocuğun boşu boşuna ölmesine üzülen isyan eden –benim komutanım gibi- pek çok vicdanlı asker olduğuna eminim.

Lakin TSK çok önemli birkaç konuda kendisine çok zarar verecek hataları düstur edinmiş durumda. Bu Ortaçağ’daki “Papa’nın yanılmazlığı” doktrinine benziyor.

TSK hata yapmaz. TSK yanılmaz. Dolayısıyla hesap vermez. Çünkü hesap verecek bir durum tabiatı gereği TSK’da o-lu-şa-maz.

Yok öyle şey! İnsanın olduğu her yerde hata da, çürümüşlük de, suç da olur. Asıl mesele şeffaf olmakta, suçun üzerini örtmemekte.

Haber Taraf sayesinde kamuoyuna yansıyınca, teğmeni alelacele tutuklamakla adalet yerine gelmiş, şeffaflaşılmış olmuyor.

TSK siyasete sürekli müdahale etmekte ve itibarını sözüm ona korumak adına şeffaflaşmamakta ısrar ederse, en büyük zararı asıl kendi kendine verecek.

Kırmızı çizgilerin otoriteleri kutsayamadığı özgür çağlardayız çünkü...

TARAF