Zemheri soğukların yaşandığı 24 Ocak Cuma akşamı büyük bir sarsıntı yaşadık. Bir apartman dairesinin 6. Katında ve üzerinde 7 kat daha bulunan 13 katlı bir binada yaşayan biri dua etmek ve Kadir-i mutlak olana sığınmaktan başka ne yapabilir ki? Bir kez daha çaresizliğimizi ve zavallılığımızı ayn-el yakin hissettik.
2003 yılında Bingöl depreminden edindiğimiz müktesebatın yardımıyla depremin muhtemel şiddetini tahmin etmeye ve bu doğrultuda yapmamız gerekenleri uygulamaya koyulduk. Diyarbakır’ın birinci dereceden deprem bölgesi olmadığı, depremin kuzeyimizden geçen fay hattı üzerinde ve bize yakın bir yerde meydana geldiğini az çok tahmin edebiliyordum. Burada böylesine sarsıcı bir şekilde hissedilen deprem kim bilir asıl odak yerinde taş üstünde taş bırakmamıştır. Hızlı iletişim imkanları sayesinde merkez üssü Elazığ’ın Sivrice ilçesi olan 6,8 şiddetinde bir deprem meydana geldiğini öğrenmemiz uzun sürmedi. İlk dakikalardan itibaren resmi makamlar tarafından paylaşılan bilgiler doğrusunu söylemek gerekirse hiç inandırıcı görünmüyordu.
İlk şoku atlattıktan sonra AID ve Özgür-Der’den arkadaşlarla sabah erkenden deprem bölgesine gitmek üzere anlaştık.
Gezin, Sivrice ve nihayet Elazığ’da karşılaştığımız manzara beklediğimizden çok çok farklıydı. Yıkıntıların etrafında kolluk kuvvetlerince alınan güvenlik önlemleri, büyük bir ciddiyet ve profesyonellikle yürütülen kurtarma çalışmaları, etrafta sessizce ve büyük bir olgunlukla çalışmaları izleyen vatandaşlar alışık olduğumuz deprem görüntülerinden çok farklı bir suhulet ve hayranlık oluşturacak düzeyde bir tecrübe hissi veriyordu.
Etrafta güvenlik tedbiri alan kolluk kuvvetleri, kurtarma çalışmalarını yürüten AFAD, UMKE ve JAK elemanları, ambulanslar, itfaiye araçları, iş makineleri hayranlık oluşturacak düzeyde bir senkronizasyon görüntüsü veriyordu. Kamu kurumları gerçekten büyük bir mesafe katetmiş. Marmara depremi sırasında devletin yaşadığı acziyeti hatırlayınız. Adeta devletin kendisi enkaz altında kalmıştı. Molozların altında “kimse yok mu, beni kurtarın” diyen insanların, çağrılarına cevap alamadan kısılan seslerini kim unutabilir ki? Dahası, resmi kurumlar hiçbir varlık gösteremedikleri gibi, devletin acziyetini çaktırmamak(!) adına,bir şeyler yapmak isteyen sivillere de göz yaşartıcı bir gayretkeşlikle engel oluyordu.
Resmi kurumlardan söz etmişken JAK (Jandarma Arama Kurtarma)’a ayrı bir paragraf açmak istiyorum. JAK; arama ve kurtarma faaliyetlerini icra etmek üzere jandarma bünyesinde oluşturulmuş bir birim. Vatandaşa dipçikle vuran jandarma yerine hayat kurtaran JAK’ı görmek gelecek adına umut verici.
Şehir merkezinde, ilçelerde ve kimi köylerde ağır ve orta düzeyde hasarlı yapılar var. Şehir Hastanesi, Üniversite Hastanesi ve Özel Hastaneler aktif, sağlık alanında herhangi bir sıkıntı yok. Barınma anlamında ihtiyacı olanlara da bazı kurumların sosyal tesisleri tahsis edilmiş. Dolayısıyla ciddi bir yardım ihtiyacı yok. Bununla birlikte başta İHH olmak üzere Türkiye’nin birçok yerinden seferber olarak gelen onlarca STK ve yardım gönüllüsünün sahadaki varlıkları bile tek başına o kadar değerli ve anlamlı ki! Böyle anlar; kardeşliğin, yardımlaşmanın ve dayanışmanın ete kemiğe bürünerek anlam kazandığı anlardır.
Hali hazırda bazı iflah olmaz tipler hariç herkes iyi bir sınav veriyor. Deprem zamanında enkaz altında bebeğine sarılmış bir anneyi kurtarmaktan daha güzel hangi iş yapılabilir? Hakeza; kim böyle zamanlarda kendi kirli ajandasına malzeme toplama dürtüsüyle hareket edenlerden daha aşağılık olabilir?
Son olarak; bu yazının yazıldığı saat itibariyle vefat eden kişi sayısı 31’di. Elbette her bir canın değeri var. Sayının az olması bu vefat eden insanları ve ailelerinin acılarını önemsiz görmemizi gerektirmez ama bu şiddetteki bir depremle kıyaslandığında çok değil. Resmi rakamların doğru olması ve öngörümün yanlış olmasından dolayı da son derece mutluyum. Vefat edenlere rahmet, ailelerine sabr-ı cemil niyaz ediyorum.