Türkiye'nin bir darbeler tarihi var.. Genel olarak bu tarih İttihat Terakki ile başlatılır..
Ve bu gün, günümüzde bu geleneği devam ettiren, İttihat Terakki'nin devamı mahiyetinde kişiler ve kurumlar, kadrolar vardır..
Bugün bunlar sadece orduda, devletin içinde değil, Media, Mafia, Sermaye, Siyaset, Bürokrasi, STK, DTÖ, her yerde vardırlar.. Bir avuçturlar ama, bu “Halaskar zabitan” takımı, halka rağmen halk için her yerde her zaman görevlerinin başındadır..
Çoğu beyaz Türklerdendir ama, aralarında zenci olduğu halde geni ile oynanarak beyazlaştırılmış olanlar da vardır.. Onlar Beyazlardan daha fazla beyazcıdırlar..
Bakmayın, Vatan - Millet diye mangalda kül bırakmadıklarına, yabancı şirketlerin acentalığı onlardadır.. Siyasi emellerini müstevlilerin siyasi emelleri, şahsi menfaatlerini çok uluslu şirketlerin emelleri ile tevhid etmişlerdir..
Dokunulmazlardır. Çünkü derin güçleri temsil ederler.. Derin güçler adına konuşurlar..
Bizde malûm Media, derin güçlerin Truva atı gibidir.. Mesela toplanmadan MGK'da hangi konuların konuşulup, hangi kararlar alınacağını onlar bilir.. Johnson mektubunu ilk onlar yayınlar.. İsmini açıklamadıkları General adına onlar konuşurlar..
Ben hâlâ merak eder dururum, Karacanlar ve Simaviler nasıl bir gecede kayboldular da, Media ile ilgili hiçbir tecrübesi olmayan Aydın Doğan bir gecede DMG patronu oldu?
Simavi kardeşlerin derin sırrını bilen var mı? Simaviler, Karacanlar ve Cumhuriyet..
Cumhuriyet'in ne olduğunu artık herkes biliyor. Almancılıktan Rusçuluğa, Amerikancılıktan İslâmcılığa kadar her yolu denemişti Nadi! Sonunda Selçuk döneminde tencere yuvarlandı ve kapağını buldu.. Neyse ki artık internet var. Halk da tabak çanağa doydu.. Gerçekler bir bir ortaya çıkıyor. Derin ve karanlık ilişkiler, darbe planları, sömürü çarkı, Kurtlar Vadisinden kimin eli kimin cebinde, kim kimdir, halk şifreyi ha çözdü ha çözecek..
Gazete sayısı arttı. Malûm Media hızla tiraj kaybediyor.
Bugün aslında tirajlarının büyük bölümü kamu alımlarından kaynaklanıyor.. Ticari varlıklarını malûm sermayenin reklam desteği ile sürdürüyorlar..
Eski günlere dönmedikleri, faaliyet dışı gelirlerle kasalarını doldurmadıkları sürece bu işi sürdürmeleri güç.. Şimdi 50 yıldır karşılaşmadıkları bir durumla karşı karşıyalar. Düne kadar darbeden, darbecilerden yana olmak, güç, imtiyaz ve servet sağlıyordu. Onun için de malûm media darbecilerden daha fazla darbeciydi.. Zaten ötekiler yoktu ki! Kimin reklamını yapsalar onun malı satılıyor, kimi sayfalarına taşısalar o şöhret oluyor.. Kimi hedef alsalar, iş, bürokrasi, sivil dünyada onu bitiriyorlardı..
O günlerin etkisi var hâlâ üzerlerinde. 1960'lı yıllarda bugün Basın Konseyi'nin başkanı olan zat, arkadaşları Altan Öymen, Coşkun Kırca ile birlik olup MBK'ne dilekçe veriyorlardı; Ezanın Türkçe olması, dinde reform yapılması için.. Osman Nuri Çerman da bunlara destek veriyordu..
Bu kişi gel zaman git zaman, geldi, Basın Konseyi'ne başkan oldu.. Ve hâlâ da başkan..
Hani bir geldi, pir geldi. Gitmeyecek galiba.. O gitmeyecekse, Basın Konseyi'nde majestelerinin krallığının sessiz tebası olmaktansa istifa etmek daha doğru bir yol gibi gözüküyor bana. Benim yazdığım gazeteye “Paçavra” diyen yazarların olduğu bir gazetenin başyazarı, “baskılı kağıt parçası“ dediği ve hayat kaydı şartı ile başkan olduğu bir yerde benim ne işim olabilir.. Onun için de istifamın kabulünü rica ederim!..
Son olayı biliyorsunuz! Aydın Doğan, 4000 YTL Oktay Ekşi de 3000 YTL'lik, henüz kesinleşmemiş alacağı için, muhabirlerin bilgisayarlarını yediemine kaldırttı..
Neden bilgisayar.. Neden yediemine bırakılmıyor.. Neden mesela gazetenin dağıtımından alacağına değil..Bu durum bir “topyekûn savaş” operasyonu olarak görülebilir mi? Kedisini “Amiral gemisi” olarak gören bir gazete, neden kendini, sahibini, başyazarını böyle bir tartışmanın içine çeker; anlamak mümkün değil.. Bu durum öfkelerinin akıllarını ne hale getirdiğinin bir göstergesidir.
Hukuk dışı bir işleme karşı tepkileri de ilginç: “Buyurun, siz de dava açın..”
“Ben yaptım oldu”, “İşte biz adamı böyle yaparız” mantığının farklı bir uygulaması bu.. Birilerinin bu adamlara “haddinden fazla şiddetin gayedeki hikmeti yok ettiğini” söylemeli. “Öfkeyle kalkan zararla oturur” çünkü.. Fırlatılan bumerang hedefini vurmazsa geri döner! Bazı yöntemler geri teper.. Hedefinden çok kaynağına zarar verir. “Keskin sirke sonunda küpüne zarar verir..”
Keşke bu işler bu noktaya gelmeseydi. Ama birileri “savaş baltaları”nı çıkartıp “topyekûn saldırıya geçince” işler karışıyor..
Bir üslûb tartışması, işin özünü gündemden çıkartıyor.
Kimse davanın konusunu, seyrini konuşmuyor.
Aslında bütün bunlar Türkiye'de yasaların, yargı düzeninin nasıl işlediğini göstermesi açısından ilginç bir durum.. Yasaya rağmen bir gazetenin bilgisayarına ve faksına el koymak! Aynı şey yarın Doğan grubundan bir gazeteye yapılsa tepkileri ne olurdu acaba!..
Dava konusu ne biliyor musunuz? Ömer Dinçer olayı.. Ömer Dinçer’in suçu ne, alıntı yaptığı kaynağın, alıntı yaptığı kaynaktan alıntı yapması, ama aradaki kaynaktan da yararlandığını belirtmemesi.. Biliyorsunuz, o zaman YÖK'ü devreye sokarak Dinçer'e karşı bir linç kampanyası başlatmışlardı. Vakit de bu olayı haber yapmıştı.. Daha henüz Yargıtay'da. Ama Vakit son zamanlardaki yayını ile birilerinin canını acıtmış olmalı ki; birileri de düğmeye bastı. Bula bula bunu buldular demek ki, böyle bir yola saptılar.. Bu olay Vakit'i dizginlemeye yetmez ama, Hürriyet'e, Aydın Doğan'a ve Basın Konseyi'ne, Vakit'ten 100 kat daha fazla zarar vermeye yeter.. Kaş yapayım derken göz çıkartmak buna denir işte.
Vakit’i yola getirmek için Ankara bürosuna atılan haciz bombası, bombacının elinde patlarsa şaşmayın.. Öyle anlaşılıyor ki; Vakit-Hürriyet hesaplaşmasında bir dava bitmeden yeni bir dava başlayacak.
Vakit basın bürosunda dün hareketli bir çalışma vardı.. Olayın hikâyesi 32 kısım tekmili birden bir basın dosyası haline getirilip, Türkiye'deki, dünyadaki birçok İnsan Hakları kuruluşlarına ve Basın Kuruluşları ile basın örgütlerine gönderilmek üzere çalışılıyordu. Türkçe, Arapça ve İngilizce bültenler bugün yarın adreslerine ulaşmaya başlar..
Ben malûm medianın tetikçilerinin çirkin yüzlerini, o Media saldırılarının yoğunlaştığı 28 Şubat'da gördüm.. Bize zenci muamelesi yapıyorlar.. Aynı tabağı biz kırınca “kör müsün” diyenler, evin hanımı yapınca “hayırdır inşallah” diyorlar.. Biz onların hizmetçisiyiz ya! Asıl sıkıntıları bu.. Sahip oldukları servet, güç ve iktidarı kaybediyorlar. Bu güç Anadolu insanının eline geçiyor.. Beyaz Türklerin hırçınlıklarının asıl sebebi bu.. Geçmişin hesabının sorulmasından, saygınlıklarını kaybetmekten korkuyorlar..
Sanırım bu iş daha çoook konuşulacak!.. Olacak olanları bekleyecek ve göreceğiz.. Bu tartışmada Millet hakem olacak ve son sözü darbeciler ve derin güçler değil, bizzat Millet söyleyecek!
Yeter artık, söz Milletindir..
Selam ve dua ile..
Vakit gazetesi