Türkiye’de eksen kaymasından söz edenleri anlamakta güçlük çekiyorum.. Daha düne kadar nereye gittiği belli olmayan zikzaklarla dolu siyasi bir geçmişten, rotası ve ilkeleri belli bir siyasi döneme geçişin neresi eksen kayması?.
Ekseni mi vardı ki Türkiye’nin?. En iyi ihraç malımız ordumuzdu. “Ucuz asker deposu” diye bakıyorlardı bize, “3 sente muhtaç bir ülke” değil miydik? “Türkiye Türklere bırakılamayacak kadar önemli bir ülke” değil miydi? “Oltaya takılan balık yem istemezdi” değil mi?
“Bizim çocuklar”ın, hani şu “iyi çocuklar”ın ülkesi.. “Küçük Amerika” olma hayalleri kurduğumuz, şu batı demokrasisinin arka bahçesi, adam edilmesi, çağdaşlaştırılması, elinden tutulması gereken ülke... 10 yılda bir askerlerin yönetime el koyduğu, halkın resmi ideolojinin baskısı altında yarı askeri bir rejimle yönetilen ülke.. Dünkü Türkiye’den söz ediyorum.. Herkesin fişlendiği, laiklik adına dinin ve dindarların baskı altına alındığı, fikrin suç, kitabın suç aleti, düşünen adamın potansiyel suçlu, sivil örgütlerin tehdit olarak algılandığı ülke!
Ne güzel gül gibi geçinip gidiyorduk.. Artık ağız tadı ile bir fişleme bile yapılamayacak.. Çünkü Türkiye’de eksen kayması var.. Artık darbecilerden hesap sorulabilecek.. Sadece kağıtlarda kalmayacak “hukuk devleti” ve “insan hakları”, “demokrasi” iddiaları.. Laiklik din düşmanlığı şeklinde yorumlanamayacak..
Olacak şey mi bu!
Darbeciler nasıl yargılanır? Onlara destek veren yargıçlar nasıl suçlanabilir?. Kayıt dışı ekonomi ve kayıt dışı siyaset nasıl yasal denetim altına alınabilir?. Bu bir eksen kaymasıdır işte.
Bana sorarsanız bu eksen kayması değil, işlerin yoluna girmesi, rayına girmesidir..
Irmak kendi yatağına dönüyor..
Devlet, vatandaşı ile barışıyor. Toplum, geçmişiyle yüzleşiyor.. Aynı ülkenin çocuklarının kanları ve gözyaşları üzerinde kendilerine iktidar ve servet üretenlerin çanına ot tıkanıyor.. Toplum, farklılıklara rağmen barış içinde bir arada yaşama idealinden söz ediyor. ADALET, BARIŞ, HÜRRİYET istiyor insanlar. Darbe anayasalarına, darbecilere hayır diyor..
Birilerinin eksen kayması dediği şey bu olsa gerek..
Tarihimizle yüzleşiyoruz. Komşularımız, tarihte bir ve beraber olduğumuz ülkeler ve halklarla el ele veriyoruz.. Doğru olan da bu zaten. Bu geç kalmış bir proje..
Birileri yargının siyasallaşmasından söz ediyordu. “Seyfi Oktay Olayı” yargının kimler tarafından, niçin ve nasıl istismar edildiğini bütün çıplaklığı ile ortaya koyuyor.. Sen neymişsin be Seyfi amca.. Seni CHP nasıl o makama getirmiş. Baykal o zaman bu bakanlıkta yaşananlardan habersiz miydi? Hiç insaf sahibi kimse kalmamış mıydı o bakanlıkta, bu gidişe dur diyecek? Barolar Birliği, HSYK, Yargıtay, Danıştay, neden kimsenin sesi çıkmadı!
Korku, dağları tutmuş demek ki!
Yargıtay’ı da gördük, Danıştay’ı da.. İlk derece mahkemelerinde neler yaşandığını da.. AYM’nin nasıl baskı altına alınmaya çalışıldığını da bilmeyen kalmadı..
Bu işler bu kadar ortaya çıkmasa, bu kadar tartışılmasaydı gerçek bu kadar net anlaşılmayacaktı.
İyi ki CHP’liler direndiler.. Bu vesile ile içinde şüphe bulunanlar, bu süreçte işin farkına vardılar.. Ortada dolaşıp, vicdanı ile farklı yerde dursa da kariyerini ve geleceğini düşünüp aklı ile bunlara yakın duranlar, artık vicdanlarının sesini dinleyebilirler.. Çünkü artık çetenin avukatlığına soyunarak kariyer beklentisi içinde olmanın zamanı geçti..
Darbecilerin güdümündeki, brifinglenmiş yargı ve yargıçlar suçüstü oldular.. Şecaat arzedeyim derken, aslında kendilerini ele verdiler. Bir bakıma intihar ettiler..
Bir albay ya da tuğgeneralin bir kahve içimlik sürede rejim sorununa ilişkin ricaları ile oylarını değiştirenlerin, o zaman belki de, kendilerini oraya getiren iradenin taleplerine boyun eğmekten başka bir çıkış yolu olmadığını, bu işlerin böyle gelmiş böyle gideceğini düşünüyor olmaları mümkün. Ama artık bitti..
O kahve içmeye gelenler bile artık aynı şeyleri savunmuyorlar. O yargıçların da artık, bırakıldıkları yerde durmamaları gerek. Yoksa kendilerine yazık etmiş olurlar ve yarın kendilerini savunacak bir dost da bulamazlar. Rejimi koruma refleksi ile yapacakları şeyler kendilerini gün gelir yargıç koltuğundan sanık koltuğuna oturtur. En azından kamu vicdanında öyle bir mahkum olurlar ki, kimsenin yüzüne bakacak mecalleri kalmaz..
Yargının çetenin avukatlığına soyunması “tuzun koktuğu nokta” olur herhalde..
Seyfi Oktay, Mehmet Moğultay dönemleri, CHP’nin hukuku nasıl karikatür haline getirdiğinin, nasıl çetelere açık hale getirdiğinin, nasıl derin, kapalı ve karanlık ilişkilerle bu işin sulandırıldığının açık bir göstergesi. Rejim maskesi altında şebeke, çete, uyuşturucu sanıkları, arazi yağmaları, cinayet gibi mafiavari kriminal olaylara da el atmış, iş üstlenmiş..
Baykal’ın niçin “Ergenekon’un avukatlığı”nı üstlendiği şimdi daha iyi anlaşılıyor..
Hani, eğer birileri bununla da yetinmeyecek olursa, yargıdaki skandallarla ilgili daha mübtezel olayları ihtiva eden dosyalar da yok değil.. Hazine arazisi yağmasında kim hangi ünlü gazeteci ile ortak İstanbul’un merkezinde arazi yağmaladı.. Askeri, sivili, siyasisi, hakimi, gazetecisi yok bu işin.. Ortak paydaları para, kadın, güç..
Bu işin rezilliği çıksın istenmiyorsa, olan oldu, bundan sonra işler bir düzene girsin, dün dünde kalsın, şimdi önümüze bakalım isteniyorsa, herkes kendine bir çekidüzen vermek zorunda.. Bu dürüstlüğü, cesareti önce yüksek yargı mensuplarından beklemek gerek.. Hâlâ birilerinin tehdit ve şantajından korkuyor olabilirler.. Geçmişteki işbirliklerinin faturasını birileri masaya koyabilir diye düşünebilirler.. Tamam bu şantaj ve tehditler mümkün, ama biraz da Hakk’tan ve halktan korksunlar.. Bu işlerin hesabının kendilerinden sorulacağından korksunlar..
Ötekilerin yapacak, söyleyecek fazla bir şeyleri yok.. Hani derler ya, bir adam ötekine, “Benim anam, senin ananı bilmem nerde görmüş” demiş de o da, “Senin anan orada ne geziyormuş” demiş ya.. Adama sorarlar “Sen orada ne geziyordun” diye.. Deşifre olmaktan korkarlar.. Geçti Bor’un pazarı. Borularının öttüğü zaman dünde kaldı.. Şimdi derin bir korku, çaresizlik ve yalnızlık içine düştüler.. Suçluluk duygusu beyinlerini ve vicdanlarını kemiriyor.. Söyleyecekleri her sözün ve atacakları her adımın aleyhlerinde bir delil olarak kullanılabileceğini biliyorlar.
AYM üyeleri vicdanlarının sesine kulak vermeli.. Telefondaki sese değil.. Sesleri artık telefondaki kadar güçlü çıkmıyor gerçek hayatta.. Onlar da köprülerin altından çok sular aktığının farkındalar.. Peki ya yargıçlar bunu biliyor mu? Ama yine de kendileri bilirler.. Halep ordaysa arşın burada.. Herkes yaptığı işin ve söylediği sözün sorumluluğuna katlanmalı..
Selam ve dua ile..
VAKİT