Ekmeğe sıçrayan kan

SÜLEYMAN CERAN

“Biz bu kadar eğilmezdik çocuklar olmasaydı.”

Behçet Necatigil, Çocuklar şiiri.

Önceki gün…

Saraybosna’yı gezenler bilir. Şehrin en işlek yerlerinden biridir Ferhadiye Caddesi. Aliya İzzetbegoviç Meydanı’nı geçip Ferhadiye Caddesi boyunca ilerleyip oradan Başçarşı’ya, yani şehrin kalbine geçersiniz. Böylesine merkezi konumda olan bu yerde, 27 Mayıs 1992 günü, ekmek kuyruğunda bekleyen masum Boşnakların üzerine Sırp çetniklerin havan topu atması sonrası 26 sivil can vermiş, 108’i de yaralanmıştı. Sırplar ekmek kuyruğundakileri, hastanede tedavi olan yaralıları, oyun oynayan çocukları h bilerek ve isteyerek defalarca kez hedef almıştı.

Dün…

24 Aralık 2012’de, savaşın tüm hızıyla sürdüğü Suriye’nin Hama şehrinin Halfaya kasabasında ekmek kuyruğunda bekleyen binlerce masumun üzerine Esed rejimi Mig savaş uçağı ile bombardıman yapmıştı. Fırın önünde “pita” sırası bekleyen 200 masum can vermişti. Siyaha kesen yolun üzerinde sayısız ceset görüntülerinin, ekmeğe sıçrayan kanın fotoğrafları dünya kamuoyuna ulaşsa da kimse harekete geçmedi. Saldırının yapıldığı gün, BM ve Arap Birliği Suriye Özel Temsilcisi el-Ahdar el-İbrahimi, çeşitli iddiaları incelemek için Şam’a gelmesi bile roketlere engel olmamıştı. Zalim Esed rejimi, ekmek fırınlarını, hastaneleri, okulları, parkları vurmaya yıllarca devam etti.

Bugün…

7 Ekim 2023’ten bu yana Gazze’de aralıksız soykırım gerçekleştiren, kimsenin elini kolunu tutmadığı işgalci İsrail, katliamlarına istediği gibi devam ediyor. Hastane isterse hastane, okul isterse okul, cami isterse cami vuruyor. Küresel aktörler, Gazze’de ne olursa olsun sessizlik yemini etmişçesine susuyorlar. Sokakları, caddeleri ve alanları dolduran milyonların sesinin ise duyulmadığı vakitlerde işgalci İsrail, freni boşalmış tır gibi önüne kattığı her şeyi biçerek Gazze’nin kuzeyinden güneyine doğru ilerleyişini sürdürüyor.

Aylardır devam eden saldırılar Gazzeli kardeşlerimizi, katlanılmaz açlık, hastalık ve yokluk girdabına soktu. 70 bin ton bombanın atıldığı, güvenli hiçbir yerin kalmadığı Gazze’de halkın büyük kısmı bölgenin güney sınırına yığıldı ve adeta preslenmiş durumda kaldı. Sahil ve sınır koridorunda yüz binlerce kişi ölümle karşı karşıya bırakıldı. İşte tam bu vakitlerde yardım geleceği söylentisi bile binlerce kişinin aynı noktaya koşması için yeterli bir gerekçeydi. En son Raşid Caddesi’nde, un taşıyan yardım tırı etrafında toplanan insanlara pusu kuran işgalciler, tank üzerindeki ağır silahlarla, uçaklarla, silahlı insansız hava araçlarıyla sivillerin üzerine ayrım gözetmeksizin ateş açtı. Yetmedi, tanklar yaralıları ezerek öldürdü. Şehid sayısı 112’yi, yaralı sayısı ise 760’ı buldu. Hastanelerin kullanılamaz hâle geldiği, tıbbî malzemelerin tükendiği, narkozun aylar önce bitiği Gazze’de yaralıların çoğunun imkânsızlıklar nedeniyle kurtarılamadığı hesap edildiğinde kayıp sayısının görünenden daha fazla olduğu/olacağı daha net anlaşılacaktır.

İşgalci İsrail, El-Ehli Hastanesi’ni vurup yüzlerce masumu katlettiğinde gelen tepkiler üzerine yalana sarılmış ve saldırıyı Filistinli grupların üzerine yıkmaya çalışmıştı. Soykırım süreci öyle kanıksandı ki, işgalciler, cinayetlerini gündüz vakti, kameralar kayıttayken ve göstere göstere yapabiliyorlar. Un kuyruğunda bekleyenleri, su sırasındakileri, ambulanslardaki yaralıları, hastane bahçesindeki kadınları ve çocukları oyun oynar gibi “avlıyorlar”.

Un çuvalını kucakladıktan sonra keskin nişancı ateşiyle vurulmuş, olduğu yere yığılmış bir baba fotoğrafı insanlığın üzerine ajanslardan düşüveriyor. Çadırda, naylonlardan sarılı derme çatma bir yerde belki tam yıkılmamış bir binanın enkazında aç bekleyen çocukları için un tırına koşan bir baba. Aylardır ailesini oradan oraya, savrulan bir yaprak gibi taşıyan bir baba. Çocukları için kendini parçalayan, açık hedef olmayı göze alarak saatlerce kuyruklarda bekleyen, paraşütle bırakılan yardımlara tamah etmeyi içine sindiremeyen onurlu bir baba. Enkazlardan yaralı çıkarıp hastaneye yetiştirmekten yorgun düşmüş bir baba. Cenazeleri gömecek boş yer bulamamanın acısını yaşayan bir baba. Başından keskin nişancı ateşiyle vurulup öylece ahşap paletin dibine düşmüş bir baba. Vurulan babaya sorsanız diyecek ki, “unu eve bırakıyım da öyle öleyim!”. O un çuvalı eve gidebilseydi keşke. Kanlar içindeki baba, sarılı kalmış çuvala. Sıkı sıkıya sarılmış. Kan kesilmiş çuval. Paletin her yerine un saçılmış. Unun üzeri hep kan. Kandan un.

Savaş içindeymiş gibi görünüp garnizonları, siperleri, cephanelikleri, karargâhları değil hastaneleri, okulları, camileri, fırınları vurmak insanlık düşmanı canilerin ortak refleksi olsa gerek. “Ya Rab, sana sığındım!” diye ünlüyor orada bir kız. Vücudu yanmış, kavrulmuş. Teninde üçüncü dereceden yanıklar, barut izleri, şarapnel parçaları, bir ahitten geriye kalmış yeminler, temrinler, kanıksanmış acılar, teslim olunmuş vaatler.

Bir serçenin can verişi gibi ölüyor çocuklar. Pıt pıt diye atarken kalpleri, sessizce üflüyorlar son nefeslerini. Sessizce, öylece kalıyorlar, bir muşambanın kenarında, üç çocuğun uzandığı bir sedyenin ayakucunda yahut yerde boyu kadar bir karonun üzerinde. Artık onları saklayacak dondurma araçları da yok. Kucakta gidiyor tüm cenazeler, omza alacak kadar kimsenin vakti yok. Öylece defnediliyorlar çarşı içlerine, yol kenarlarına, çocuk parklarında salıncakların altına. İşgalciler sabi sübyan öldürme peşindeler. Bir nesli kurutmanın hayaliyle çocuklara savaş açmış durumdalar. Tavuskuşuna tekme atanlar bunlar, allı pullu güzelim tüylerini kavla tutuşturanlar. Tavuskuşunun güzelliğine kıyanlar onlar.

Önceki gün, cani Sırplar, Ferhadiye’de masum Boşnak Müslümanları ekmek kuyruğunda katlederken gereken tepki verilmedi. Dün, zalim Esed rejimi Halfaya’da fırın önünde bekleyen mazlumları bombalarken, insan parçaları ekmeklerin üzerine saçılırken Rusya ve İran, bu caninin yanında yer aldı. Yüz binlerce sivilin katledilmesinin önüne geçilemedi. Bugün ise işgalci İsrail, Müslümanların, özellikle Sünnî dünyanın dağınıklığını fırsata çevirerek Gazze’yi baştan sona yıktı ve aralıksız soykırım yapmaya devam ediyor. Sanki eline kırbacı alan bir adam, aslanların üzerine şaklatarak onları terbiye ediyor. Halkı Müslüman ülkelerin liderlerinin sabrı test ediliyor. Zulme sessiz kalmaları, tepki gösterirlerse sıranın kendilerine geleceği telkin ediliyor. Kırbaç şaklıyor, aslanlar hareketsiz bekliyor. Kırbaç şaklıyor, aslanlar terbiye oluyor. Bu öyle bir süreç ki, refleksleri körelen, duyarlılıkları kaybolan bu yapılar, bir çeşit toplumsal alzheimer hastalığına tutuluyorlar. Unutuyorlar her şeyi. Sıra kendilerine gelince de başkaları unutacak onları. Korkunç bir sarmalın içine giriyoruz. Bu türbülansa girmeden, bu döngünün kırılıp dağıtılması lazım.

Falcılar, madrabazlar, illüzyonistler, sihirbazlar fokurdatsınlar sosyal medya denen algı kazanını. Gazze direnişi, berrak, su gibi bir çabadan başkası değil. Cihadsa cihad. Sabırsa sabır. Han Yunus’ta çarpışanlar, Sa’d b. Ebi Vakkas, Ubeyde b. Cerrah sanki. Yedi hurmadır mücahitlerin günlük istihkakı. Bir yanardağ öfkesiyle tünelden çıkan mücahitler zırhlıların üzerinde patlatıyorlar pak vücutlarını. Gövdelerinde portakal ağaçları, gövdelerinde zeytin ağaçları, gövdelerinde incirler. Arkalarında bir rayiha bırakarak ayrılıyorlar yurtlarından. Yüzlerce yıl konuşulsun. Haysiyet abidesi bu aslanların mücadelesi, nesillerden nesillere taşınsın. Un sırasında kurşunlanan babanın çocuklarını ne avutur şimdi onu düşünsün insanlık?