Öncelikle her zaman yaptığımız gibi eğri oturup doğru konuşarak başlayalım söze. Ümmetin kahir ekseriyetini oluşturan Ehli sünnete karşı kesintisiz 1300 yıllık Şii ve 1000 yıllık Alevi kaynaklı karşıtlık tecrübesi sonucu Sünni kesimde 1980’lere kadar devam eden İran ve Alevilere karşı korunma reflekslerini zayıflatan biz radikalleriz. Aynı durum küresel refiklerimizin aynı yöndeki çabaları nedeniyle küresel bazda da geçerli.
Yumurtadan Çıkıp Kabuğunu Beğenmeyen Biz Radikaller
Yerel ve küresel bazda biz radikallerin ümmet ve vahdet adına iyiniyetli, samimi ama saf çabalarımız sonucu cemaatler, camialar, halk ve siyasiler bazında bu refleks ve koruma duvarı her geçen gün biraz daha zayıfladı.
Bizler yumurtadan çıkıp kabuğunu beğenmeyen civcivler misali, Ehli sünnetin yanlışlarını üzüm yemekten ziyade bağcıyı dövmeye dönen bir sertlikle eleştirerek, içten düzeltmek yerine bu kesimi her geçen gün içten içe zayıflatırken, Şiiler bizlerin Ehli Sünneti kıyasıya eleştirdiğimiz hususlarda Ehli sünnetle kıyaslanamayacak derecede hurafe ve şirk dolu mezhebi anlayışlarını iyice perçinleyerek, mensuplarını tam bir ideolojik savaş makinasına dönüştürdüler.
Şia’nın Parazitleri
Ehli sünnette bizim oluşturduğumuz zafiyet sonucu savunma reflekslerinin iyice zayıfladığını gören takiyye ustası İran ve kuyruğu Şiaperestler, bu zaafiyeti ince metotlar kullanarak, içimize sızdırdıkları ve biz radikallerden devşirdikleri nüfuz ajanları ile, Türkiye’de ve küresel bazda bünyemize sızıp bizleri öldürmeyecek derecede zehirleyip hareketsiz hale getirdiler.
Tıpkı avını önce düşük doz zehirle (öldürmeyip) uyuşturarak hareketsiz hale getiren ve taze etini yavaş yavaş canlı canlı yiyerek beslenen örümcek gibi. Yada uyuşturup felç ettiği avına yumurtalarını yerleştirip, yumurtadan çıkan larvaların bu taze et ile beslenip büyümesini sağlayan parazit böcekler gibi.
Saflığımız Samimiliğimizdendi
Eğer radikallerin bu iyiniyetli saflığı olmasaydı, Ehli sünnetin savunma refleksleri bu denli zayıflamayacak, İran içimizden en tehlikeli ajanlar olan yerli nüfuz ajanları devşiremeyecek ve bünyemize bu derece sirayet edip uyuşturamayacak ve şu anda yaptığı gibi koynumuzda besleyip bizi zehirleyen akrep gibi bizi sokamayacaktı.
Artık sağır sultanın bile duyduğu ve körlerin bile gördüğü bir gerçek tüm acımasızlığı ve çıplaklığıyla ortada. Şu anda başta Irak, Suriye ve Yemen’de olmak üzere Ehli Sünnet dünyası çok büyük ihanetlere uğramış, kadim sünni şehirleri şiileştirilmiş, yüzbinlerce can heder edilmiş durumdadır ve devam eden bu yıkım sürecinde ehli sünnet kesimi bu alçak hainlere karşı bir türlü eski korunma reflekslerini kazanamamakta ve adeta felç olmuş durumda olup, kendi içindeki hainlere karşı bile elini kolunu kaldıramamaktadır.
Irak neredeyse kaybedilmiş ve tam bir İran ve Şia hegemonyasına girmiş, Suriye ve Yemen kaybedilme ve İran ve Şia hegemonyasına girme tehlikesinden kurtulamamış olup; Türkiye ve diğer İslam beldelerinde kuluçka halinde uyumakta olan yerli Şia nüfuz ajanları potansiyel bir tehdit olarak varlıklarını devam ettirmektedirler.
Ehli Sünnete Olan Borcumuz
Yukarıda açıkladığım üzere bu acı duruma sebep olan Sünni korunma refleksinin zayıflamasının ve Şianın içimize sızmasının en önemli unsurları olan yerli nüfuz ajanlarının ortaya çıkmasının temel müsebbibleri biz radikalleriz ve acilen bu hatalarımızı telafi etmekle sorumluyuz.
İstemeden de olsa bu refleksi zayıflatıp savunma hatlarını kırdığımız ve içimizden yerli nüfuz ajanları çıkmasına imkan verdiğimiz gibi, bunu telafi etmek için ehli sünnetin savunma hatlarını yeniden oluşturmak ve İran ile kuyruğu Şiaperestlerin ihanetlerine karşı müdafaa hattı kurmak zorundayız. Şu anda en acil ve mühim vazifemiz ve misyonumuz bu olmalıdır.
Zulme Tarafsız Kalmak da Zulümdür
Bu gün ortada çok büyük bir zulüm var. Bu zulmün temel müsebbibi İran rejimi ile Şiaperestler iken, onlara destek veren ve yaptıklarını onaylayan yada itiraz etmeyen Şiiler de bu zulmün direk ve dolaylı ortaklarıdır. İçlerinde bu büyük zulme karşı hakkın şahitliğini yapan ve bir elin parmağını geçmeyen Tufeyli gibi ehli insaf Şiileri saymazsak, küresel bazda tüm Şiiler ve hatta bir zamanlar Şii deyince Şeytan anlayan Türkiye Alevilerinin kahir ekseriyeti de bu zulümlerin doğrudan yada dolaylı olarak arkasında.
Buna rağmen Şiilerle Sünnileri aynı teraziye koyan, savunma hattı kurmak amaçlı olarak bu gerçekleri dile getirenleri mezhepçilik yapmayalım diyerek etkisizleştirerek Sünni savunma reflekslerinin tekrar harekete geçmesini engelleyen, Şiilerin direk ve dolaylı zulmünü dikkate almadan IŞİD’i ve zulümlerini desteklemek bir yana lanetleyen Sünnilerle aynı kefeye koyanlar da, bu zulme karşı tarafsız kalmakla zulme ortak olmaktadırlar.
Zalim de Olsa Mazlum da Kardeşine Yardım Et
Mekkeli müşriklerinin atasözü bu. Onlar için asıl olan kabilenin çıkarları olup (tıpkı ABD ve Batı Ülkeleri için asıl olanın milyonlarca masumun sinek gibi katledilmesi pahasına da olsa ülkelerinin ali menfaatleri olması gibi), bu uğurda en ağır zulümler bile meşru (ve hatta vazife) idi onlar için.
Peygamberimiz bu sözü değil ama içeriğini Kur’ana uygun olarak değiştirmiş ve mazlum kardeşine zulme karşı çıkarak, zalim kardeşini de zulmüne mani olarak yardım et diye yorumlamıştır.
Bu gün ortada küresel bazda çok açık bir Şii zulmü varken bize düşen nedir bu açık Kur’ani yoruma göre? Mazluma taraftar olup müdafaa ederken, zalim ‘kardeşlerimiz’ olan Şiilere engel olmaya çalışmak değil mi?
Kim Zalim, Kim Mazlum?
Ya Hucurat suresi 10. ayette emredildiği üzere, saldırgan olan tarafı engellemekle sorumlu değil miyiz? Irakta ya da Suriye’de Şia blokunun direk veya dolaylı destekçisi oldukları ortada iken, buralarda blok olarak Sünnilerin saldırgan olduğunu hangi ehli insaf iddia edebilir?
Irak yada Suriye’de ezilen, yerlerinden yurtlarından edilen, öldürülen, işkence ve tecavüzlere uğrayan Şiiler mi ki, birileri yukarıdaki ayeti görmezden gelerek her iki tarafa da itidal çağrısında bulunmak insafsızlığını - zulmünü yapabiliyor.
Aman mezhep savaşı çıkmasın, mezhepçilik yapmayalım çığırtkanlıklarının perdesi altında, mezhebinden ve hatta isminden dolayı işkence ve katliama uğratılan Sünnileri görmezden gelip, zalimin zulmüne perde olanların yaptıkları ile, Bosna savaşlarında batının Müslümanlara yapılan zulümlere karşı yaptıkları benzer perdeleme arasında ne fark var?
Bazı Üstatların Kırdığı Potlar Sınırı Aştı
Durum bu kadar açık ve acı iken bizlerden (sandığımız) birileri hala (hüsnü zan ile söylersek) aymazlık içinde. Değil mazlumları savunmak için çaba göstermek, bunları es geçerek dolaylı yollardan da olsa hala Ehli Sünnetin savunma reflekslerini daha da zayıflatmakla meşguller. Gündemine Şia’nın ihanetlerini ve Ehli Sünnete olan zulümlerini almaktan ziyade, bunlara hiç değinmeden dolaylı yollardan Ehli Sünnete çakarak Şia’nın zulümlerini rahatça gerçekleştirmesine zemin hazırlamaktalar.
Mesela akait usulünde aynı kulvarda bulunmakla beraber sosyal ve siyasi usulde çoğu zaman karşı karşıya geldiğimiz bir Üstadımızın bu konuda kırdığı potlar sınırı iyice aştı. Bu zamana kadar bu Üstad İran’a mı çalışıyor diye sorulan sorulara, yok canım olur mu böyle bir şey, onun İslam anlayışı buna elverişli değil her şeyden önce diye savunduk. Lakin gelinen noktada artık bizlerde de “acaba İran’a hizmet için mi kırıyor bu potları, yoksa bu kadar basiretsiz nasıl olabilir” gibi koskoca şüpheler oluşuyor.
İran’ın Suriye’de işlediği cürümler karşısında takındığı sessizlikten, İmam Hatiplere yönelik ithamlarına kadar değişik konularda sarfettiği sözler düşündürmekte doğal olarak.
İmam Hatip müfredatı eleştirilmez değildir elbette, bilakis eleştirilmelidir de! Evet eleştirilmeli bu müfredat, ama Işidçi yetiştirme zemini oluşturuyor diye değil, Kemalist ve laik içerikleri açısından.
Benim incelediğim kadarıyla gerek İmam Hatip ve gerekse İlahiyat Ön Lisans programı kitapları, değil Işidçi yetiştirmek, gerçek İslam’ı anlatmak açısından geleneksel cemaatlerin ve halkın İslam anlayışının çok çok yükseğinde. Üstelik şimdiye kadar kaç İmam Hatip mezunu Işidçi olmuş, onu da araştırmak lazım.
Kim Daha Ümmetçi?
En son gelenekçi bir Hoca’nın eğitim verdiği kurumu IŞİD yetiştirme merkezi olarak nitelemesiyle haddini iyice aştı Üstadımız. Gelenekçi Hocanın akait, Kur’an, sünnet ve hadis anlayışını ben de tümüyle kabul etmiyor ve şahsını değil ama bu anlayışları yeri geldikçe ciddi olarak eleştiriyorum. Üstelik hadise bakışım da kendisini eleştiren Üstadla paralellik arz eder ve ben de hikmetli bir şekilde, doğru zaman ve zeminlerde, kişileri değil bu anlayışı eleştiririm, lakin bağcıyı dövmek değil, üzüm yemek amacıyla.
Gel gör ki IŞİD’in günah keçisine dönüştürülüp, Şiid’in bu vesile ile aklandığı bu zamanda ve bu zeminde sırası mı şimdi bunların? Üstelik Şia’nın geleneksel medreselerinde yetiştirilenlerin hemen hepsi Şiidçi olurken, gerek gelenekçi Hoca’nın ve gerekse mensup olduğu camiadan şimdiye kadar kaç Işidçi çıkmış, var mı bir misali?
Sünnilere Tokat Üstüne Tokat, Şiilere Selam Çak
Ne hikmetse İran’a, Haşdi Şabiye, Hizbullata hiç laf söylenmiyor. Tamam Işid kelek de, Şiid melek mi? Haydi Işid’i tüm Sünnilerin lanetlerken Şiid’i neredeyse tüm Şiilerin desteklediğini bir kenara koyalım, İran ve kuyruklarının yaptıkları Işid’ten kaç kuşak aşağı? Diyelim ki klasik tasavvuf ve ehli sünnet eğitimi potansiyel Işidçi üretiyor, peki Şiaperestlerin tüm eğitim kurumları fiili Şiidçi üretmiyor mu? Şenocak Işidçi yetiştiriyor da, Kum medreseleri barış gönüllüleri mi yetiştiriyor. Nereden yetişti bu kadar Şiidçi Haşdi Şabi, Sünni medresesinden mi?
Bu gün Işid’i destekleyen değil bir devlet, bir topluluk bile yok ama, bu Şiidleri resmen ve cismen İran rejimimin üretip cepheye saldığı ve neredeyse tüm Şiilerin desteklediği ortada değil mi? Üstelik ne İmam Hatipten ne de ehli hadis tasavvuf eğitimi alanlardan ciddi manada Işidci çıkmadı bu güne değin, Ehli Şiadan sayısız Şiid ve Haşdi Şabi çıktığı ise bir vakıa.
Tüm Şiiler Haşdi Şabici İken Tüm Sünniler Işidçi mi?
Işid’i aklı başında hiçbir Ehli sünnet mensubu tasvip etmediği gibi, Işid en büyük zararı Sünnilere verdi bu güne değin. Lakin İran rejimini, Hizbullatı, Haşdi Şabiyi ve hatta Esed’in ırz düşmanı cellat şebbihalarını neredeyse tüm Şiiler ve hatta bir zamanlar İran’a şeytan diye bakan Türkiye Alevileri canı gönülden desteklemekte.
Üstelik Işid sadece ehli hadisten mi çıkıyor, ehli kurandan hiç çıkmıyor mu? Ehli hadis kelleci Işidciler varda, ehli Kuran’ı Işidciler yok mu? Işidin manevi ataları olan hariciler hadis konusuna bir hayli mesafeli yaklaşan ehli Kur’an’ın öncüleri değiller miydiler?
Işid Kaynak Değil Zemin Sorunudur
Benim kanaatim, ciddi bir İslami eğitim almamış ve hayatı İslam’dan uzak geçen genç ve orta yaşlı kişilerin, geçirmekte oldukları ergenlik bunalımları esnasında bir anda İslam’ın günümüzdeki en uç Harici mantığına sahip Işidçi yorumuyla karşılaşmışları neticesi bu akıma meylettiği yönünde.
Şunu anlamamız gerekiyor. Işid mantığı bir kaynak sorunu değil, sosyo psikolojik bir sorundur. Haricilik, sahip oldukları bedevi zihniyetini Kur’an ayetleri kılıfında kelleseverliğe dönüşümü idi ise, Işidçilik de, İslam’dan uzak yetişmiş gençlerin yaşadıkları duygusal patlamaları hadis kılıfı altında kelleseverliğe dönüşmüş halidir yada buna benzer bir şeydir.
Ama konuyu sadece hadis kültürüyle yorumlamak kesinlikle yanlıştır. Nitekim ehli hadis olan Türkiye’den ehli hadis eğitimi alanlardan Işid çıkmıyorken, başka İslam ülkeleri ve hatta Avrupa’dan sayısız işid çıkıyor. Demek ki konu kaynak sorunu değil, sosyopsikolojik bir sorundur ve sebep ve çözüm çareleri konunun uzmanlarınca saha araştırmalarıyla teşhis edilebilir ancak.
Şiid Kaynak Sorunudur
Lakin Şiid zihniyeti Işid’in tam aksine bir kaynak sorunudur. 1300 yılda Sünnilere karşı biriktirilen haksız öfkelerin Şia külliyatı ile şekillendirilip sahaya sürülmesinden ibarettir. Işid zihniyeti Ehli sünnet içinde aşırı uç ve istisna vakalarıdır ve zamanla kaybolup gideceklerdir. Lakin Şiid zihniyeti Şia’nın temel zihniyeti olduğu gibi, Şia içinde Tufeyli gibi makul düşünenler istisna vakalardır ve maalesef zamanla bunlar kaybolup gideceklerdir.
Benzeri durum Türkiye’deki Alevi mezhepçiliği için de söz konusudur. 1000 yıllık kinlerini din haline getiren bu kesimin fanatiklerinin tek derdi, Sünnileri bir şekilde kontrol altına almak ve hatta ellerinden gelirse daha ileri gidebilmektir. Azınlık ve dağınık olmaları nedeniyle şu anda bu amaçlarına doğru ciddi adımlar atamıyorlar ama, her bir mensubu içinde potansiyel bir Şiid kini taşıyor. Kim bilir şu anda İran’ın Irak, Suriye ve Yemendeki başarılarını sevinçle izliyor ve Türkiye ile ilgili adımlarını bekliyorlar kendi atacakları adımlar için. Mesela 15 Temmuz başarılı olsa ve Türkiye’de farklı bir atmosfer olsa idi, söz konusu kesim şimdiki gibi mi tutum takınacaklardı acaba?
İçimizdeki Işidçilere Operasyon Tamam da Ya Şiidçilere?
Türkiye’nin Türkiye içinde ve dışındaki Işid mensup ve sempatizanlarına yaptığı operasyonlar, sapla samanı iyi ayırması kaydıyla zaruri ve olumlu. Ancak onlardan daha tehlikeli olan Şiidçilerin görmezden gelinmesi anlaşılır gibi değil. İran’ın resmi yada gayri resmi nüfuz ajanları Türkiye’nin dört bir tarafında, hatta Alevilerin esamesinin bile okunmadığı Karadeniz sahillerinde bile tam gaz icrai faaliyet ediyor, tıpkı Şah İsmail’in dailerinin yaptığı gibi Alevileri İran’ın nüfus ajanları haline getirmeye çalışıyorlarken, bunların değil engellenmek, isimlerinin bile anılmamasını anlamak mümkün değil.
Özellikle son yıllarda başta Irak ve Afganistan’dan gelenler olmak üzere, önemli bir kısmı da Alevilerin yoğun bulunduğu illere yönlendirilen Şiilerin durumunu anlamakta zorlanıyoruz. Iraktan Sünnilerin yerine konan Şiilerin Türkiye ye gelmesi yada Afganistandan İran’a göç eden Sünnilerin İran tarafından Türkiye’ye yönlendirilmesi rast gele mi yoksa planlı bir durum mudur? Bu gelen Şiilerin riskli illere yöneltilmesi tesadüf mü yoksa bir ihanet odağının eseri midir? Türkiye Devleti hep sonradan uyanmaya, yine kandırıldık demeye mahkum mudur hep? Fetö ihanetinden ders alınmadı mı hiç?