HAŞİM AY/ISLAH HABER
İki bölümden oluşan soruşturmanın “Eğitim-Öğretim Sisteminin Yapısal Değerlendirmesi” isimli birinci bölümünde onu aşkın eğitimci, psikolog ve STK temsilcisi eğitim-öğretim sistemini teknik yönüyle değerlendirmeye tabi tuttular.
Soruşturmanın “Eğitim-Öğretim Sisteminin Kadim Sorunu: Resmi İdeolojik Kuşatma” isimli son ikinci bölümünde ise başlıktan da anlaşılabileceği gibi resmi eğitim sistemi içeriğiyle ve bu içeriğin İslami kimlik ve değerlere dönük baskıcı yönüyle tartışmaya açılıyor. Yine eğitim sisteminde yapılan müfredata dönük son değişikliklerden kalkılarak aktüel planda oluşturulan sorulara onu aşkın eğitimci, yazar, sendikacı ve konunun içindeki STK temsilcilerin 7 anahtar soru üzerinden yapacakları değerlendirmeler tartışmaya açılacaktır. Dosya bitiminde e-kitap formatına dönüştürülecek olan soruşturma www.islahhaber.com adresi üzerinden kamuoyunun istifadesine sunulacaktır.
“Eğitim-Öğretim Sisteminin Kadim Sorunu: Resmi İdeolojik Kuşatma” başlığı altında üçüncü cevap olarak Özgür-Der Genel Başkan Yardımcısı eğitimci-yazar Kenan Alpay’ın cevabını ilginize sunuyoruz.
***
Seçmeli derslerden iki tanesi olan Kur’an-Siyer dersi ve Kürtçe özellikle dikkat çekmektedir. Türkiye’de temel sorunlardan ikisi olan Kürt sorunu veİslami kimlik eksenli taleplerin karşılanmasında sizce bu değişikliklerin katkıoranı nedir? Bu düzenlemenin kamuoyunda oluşturduğu etkileri nasıl değerlendiriyorsunuz?
DEĞİŞİKLİKLER, ZORBALIĞIN İLELEBET SÜRDÜRÜLEMEYECEĞİNE DAİR İBRET VERİCİ BİR SÜREÇTİR
Hem Kur’an-ı Kerim ve Siyer’in hem de Kürtçe’nin seçmeli olarak müfredatta yer alması karşısında kamuoyu çoğunlukla olumlu tepki gösterdi. Bu düzenleme yetersiz kalsa da şimdilik ileriye doğru atılacak adımlar için olumlu değerlendirilmelidir.
Taleplerin bu hususta belirleyici olduğunu söylemek yanlış olmaz sanırım. Belki talepleri dile getirme, kamuoyunda açık ve ısrarlı bir biçimde talep etme konularında her zaman olduğu gibi zaaflar yaşandı. Fakat hemen hiç kimse resmi ideolojinin dayatılmasından, laikleştirme ve Türkleştirme politikalarıyla çocukların dindışı şartlandırmalara mecbur tutulmasından memnun değildi, olamazdı. Kamuoyunda oluşturduğu hava bir ümit ve rahatlama havasıdır. Geriye dönük kaybedilenlerin telafisi mümkün olmayacaksa da belki bundan sonrasına dair kayıpları giderek azaltan ve bir dönem sonrasında öğrenci ve ailelerin taleplerini dikkate alan düzenlemeler için daha sağlıklı ve ileri adımlar atılabilir.
Türkçülük merkezli inkâr ve asimilasyona Kürtçe, Laiklik-Atatürkçülük merkezli asimilasyona Kur’an-ı Kerim ve Siyer dersi ile kapsamlı bir cevap verildiğini iddia ediyor değiliz elbet. Lakin bu derslerin seçmeli olarak yer alacak olması statükonun makbul vatandaş üretim projesinde yaşana derin kriz ve açmaza dikkat çekmektedir. Anlamı ve önemi geliştirilebilir olduğu oranda daha iyi anlaşılacaktır. Zorbalığın ilelebet sürdürülemeyeceğine dair ibret verici bir süreçtir. Bunun bir tuzak değil kazanım olduğunu, Kemalizm’in, Türkçülüğün, laikliğin değil halkın kazandığını düşünüyorum.
Yine Yüksek Öğrenimde İnkılâp Tarihi dersinin kaldırılması söz konusu; bunu ve ayrıca “Her üniversiteye bir ibadethane!” projesiyle ilgili değerlendirmenizi öğrenebilir miyiz?
DÜZENİN SEMBOLLERİNE DÖNÜK DÜZENLEMELER ÖNEMSENMELİ
İnkılâp Tarihi yükseköğrenim hatta lisansüstü öğrenimde dahi mecbur tutulan bir ders olmaktan öte dayatılan bir hayat tarzı olarak işledi, işliyor. Çünkü diplomalarınızı teslim alırken Atatürk ilke ve inkılapları aleyhine çalışmayacağınıza dair imza istiyorlar sizden.
YÖK’ün Hükümet’le birlikte yeni bir konsept belirlemeye çalıştığı bu dönemde sadece disiplin yönetmeliği değil, rektörlük seçimlerinden resmi ideolojik çerçeveye kadar bir dizi reformlar yapmak üzere çalışmalar yürüttüğü biliniyor. YÖK ve üniversite yönetimlerinin MGK Genel Sekreterliği ve Psikolojik Harp Dairesi’yle doğrudan koordineli çalıştığı unutulmamalı.
Darbe ve muhtıra süreçlerinde esas duruş sergilemiş, hemen her zaman siyasete karşı ama mutlaka asker adına sokaklara çıkmış akademik örgütlenme ve kadrolar şimdilerde ‘terbiye’ ediliyor. İdeolojik ve idari tasallutları kırılıyor. Üniversiteleri kışla mantığından, Kemalist şartlandırma merkezleri olmaktan, askerî cuntalara emir subaylığı yapmaktan kurtarmak için adımlar atılıyor. İnkılap Tarihi veya Atatürkçülüğe uyumluluk meselesi kaba-saba olabilir ama basit bir sembol değildir. Tıpkı başörtüsü sembolüne, namaz, mescit, cami sembolüne kapıların sıkı sıkıya kapatılmasında olduğu gibi.
Semboller önemsiz, basit araçlar olarak görülemez, görülmemelidir. Şapka zorunluluğu getirmekle, başörtüsünü yasaklamak aynı zorba mantığın ürünüdür. Kürtçeyi yasaklamak “Vatandaş! Türkçe konuş, bol bol konuş!” kampanyaları sekülerize edilmiş bir toplum hayalini gerçek kılmak üzere tasarlanmıştı.
Camisiz şehirler, kasabalar, üniversiteler, fabrikalar, okullar, hastaneler, havalimanları projesi kimin eseridir? İktidar sınıfları neden bize camisiz, mescitsiz, başörtüsüz bir toplum ve mekânlar dayattılar? Her üniversiteye değil her fakülteye bir cami-mescit talep etmeliyiz. Bu talep cami-mescit açıldı sorumluluklar bitti, sorunlar çözüldü anlamına gelmez. Bu haklı mücadelemizin bir parçasıdır ama sıradan bir sembole fit olmak anlamında değerlendirilmemelidir.
Bütün bu olumlu adımlara karşın ilk-orta öğretim ve liselerde başörtüsü sorunu varlığını koruyor. Öte yandan başta Andımız olmak üzere belirli gün ve haftalarda yapılan resmi törenler ve kişi kültü de varlığını korumaktadır. Sizce eğitim alanındaki düzenlemelerde henüz “dokunulmamış” bu tip uygulamalara da bir gün dokunulacak mıdır?
HAKLAR İKTİDARLARA SIĞINARAK DEĞİL, MÜCADELE İLE ELDE EDİLEBİLİR!
Kanaatimce gasp edilen haklar karşısında verdiğimiz mücadele kadar konuşma hakkımız olmalı. İktidarlardan, iktidar sınıflarından lütuf beklemek, oradan gelenlerle yetinip şükürcü olmakla adaletin tesisi mümkün değildir. Başörtüsü ve törenler bu durumun izahında önemli birer faktör.
İmam-Hatiplerin orta kısmı ve üniversiteler için başörtüsü serbestisi kazanımdır tabii ki. Lakin diğer alanlarda yasak ve dayatma bitmedi ki rahat bir nefes alalım. Yine and töreninin ikinci kademeden kaldırılmasına karşı birinci kademe için yani ilk dört sınıf için mecbur tutulması için aynı durum sözkonusu. Büst ve heykel merkezli törenler, kişi kültü hatta putlaştırılması üzerine kurulu Türkçe, sosyal bilgiler, tarih, müzik dersleri aynı müfredatla karşımıza dikilirken daha alınacak çok yol olduğunu görmemiz gerekir. Dokunulmamış, hatta farkına varılmamış veya umursanmayan yanlış ve çirkin uygulamalara bir gün değil en kısa sürede dokunmak gerek. Ancak bu işleri iktidarın gölgesine sığınarak veya sorumlulukları belli çevre ve kurumlara havale ederek halledebilme yoluna girmek ciddi bir açmazdır. Sorunun teşhisi ve tedavi sürecini konuşmak, kimlerin tedavi sürecinde nasıl roller alacağını düşünüp planlamak ve sonra da fiiliyata geçmek icap ediyor.
Eskisi-yenisiyle Türkiye’deki eğitim sistemini İslami kimlik eksenli talepler ve Kürtçe gibi farklı diller açısından nasıl değerlendiriyorsunuz? Hükümetin yürürlüğe koyduğu son değişiklikleri yeterli buluyor musunuz?
TAKDİR ETMEK İLE VERİLENLERLE YETİNMEYİ TEFRİK ETMELİYİZ
“Yetmez ama evet!” formülüne vurgu yapabiliriz. Hükümetin ne ve ne kadar yaptığına endekslenmeden hareket etmekle mükellefiz. İyileşme ve ileriye doğru adımları inkâr edecek değiliz. Buna rağmen takdir etmenin mutlaka yetinmek anlamına gelmeyeceği aşikârdır.
Halen anayasasından yönetmelik ve tüzüklerine kadar, Cumhurbaşkanlığı makamından muhtarlığa kadar hemen her alanın Atatürkçü, Türkçü, laik unsurlar üzerine bina edildiği bir sistemde yaşıyoruz. Üstelik doksan yıllık Cumhuriyet ve on beş yıllık İttihat ve Terakki tecrübesinin doğurduğu/ürettiği devasa sorunların birkaç adım ve hamleyle dönüştüğüne kani olacak kadar ‘saf’ değiliz.
“Bürokratik oligarşi ve resmi ideoloji zaten tasfiye ediliyor.” görüşünde değilim. Neresi ve ne kadarı tasfiye edildi? Ama daha önemli soru şudur: Bürokratik oligarşi ve resmi ideolojinin neresi ve ne kadarı tasfiye edilemedi? Görece olarak zayıflatılmasıyla tasfiye edilmesi arasında dağlar kadar fark olduğu gözlerden kaçırılıyor sanki.
“Biz Kemalizm’den, askerî vesayetten ve bürokratik oligarşiden daha büyük ve daha tehlikeli küresel bir düşmana karşı hazırlık yapıyoruz.” söylemi ciddi bir entelektüel zeminden ama daha önemlisi mücadeleye azmetmiş cesaret ve basiretten yoksun olanların “bahanesi” gibi geliyor bana. Sorumlulukları erteleyen, şimdiye kadar üzerine düşen ahlaki ve insani vazifelerin birçoğunu ifa etmeyenlerin sürekli korku ve endişeyi büyüten, tüm kazanımları ve ileri adımları istihza ile karşılayan duruşlarının kazandıracağı hiçbir olumlu yön yoktur. Tersine hastalıklı bir ruh hali, komplo teorileriyle yatıp kalkan bir kafa yapısı ve “işi bilip işe gitmeyen adam tipi” üretimi için bu bakıştan daha elverişli bir zemin olmadığı düşüncesindeyim.
Müslümanlar gerek resmi zorunluluk gerekse de meslekî amaçla eğitimden istifade etmektedirler. Eğitim alanının özgürleştirilmesi noktasında Müslümanlar olarak bu alana dönük mücadelemizin sacayakları neler olmalıdır?
İŞE ÖNCE MEVCUT İŞLEYİŞE KARŞI ÇIKMAKLA BAŞLAMALIYIZ
Eğitim-öğretimin özgürleşmesine önce mevcut işleyişe karşı çıkarak başlayabiliriz. Büyük ve kapsamlı projelerden bahsetmek, medeniyetin kurucu unsurlarına dikkat çekmek durumunda değilim.
İnsanın özüne, fıtratına, Allah’ın rızasına, Allah Rasulü’nün sünnetine, devraldığımız maruf geleneğe sahip çıkarak ama mutlaka içinde bulunduğumuz toplum ve zamanın gereklerine dikkat ederek adımlar atmak durumundayız. Yaşanmış olumlu ve olumsuz tecrübelerin analizi kadar başarılı olduğu ispatlanmış projelerden istifade etmenin yollarını açık tutacağımızı bilmeliyiz. Yerli-yabancı ikilemi yerine doğru-yanlış, güzel-çirkin ve iyi kötü kriterini devrede tutmalıyız.
Eğitim alanında örgütlü olarak faaliyet yürüten onlarca sendika ne tür bir ihtiyacı karşılamaktadır? Bakanlığın, eğitim sisteminin yapısal ve ideolojik dönüşümü için bu sendikalar ne tür bir duruş ve söylem içerisindedirler?
SÜRECİ SADECE GERİDEN TAKİP ETMEKLE YETİNMEYEN BİR SENDİKAL MODEL OLUŞTURULMALI
Muhakkak ki sendikal mücadelenin önemli kazanımları olmuştur, olacaktır. Fakat Türkiye’de sendikal faaliyetlerin önemli bir kısmı maalesef resmi ideoloji adına ajan-muhbirlik veya resmi ideoloji muhafızlığı şeklinde teşekkül etmiştir. Öğretmenlerin özlük haklarını temin adına statükoya meşruiyet kazandıran sendika perspektifi askerî vesayetin sivil-emekçi kolu olarak faaliyet gösterdi, gösteriyor.
Eğitim sorunlarını “kalabalık sınıf, az maaş” basit ikileminden öteye geçiremeyen sendikalarla alınacak hayırlı bir yol olabilir mi? Zorunlu din dersine karşı çıkarken Atatürkçülük dayatmasına ve başörtüsü, namaz yasağına destek olan garabet sendikaların, sendikacıların nasıl bir hak ve hukuk peşinde olduklarını izah etmeye gerek yok zannederim.
Milli Eğitim Bakanlığı netice itibariyle başından sonuna kadar statükoyu koruma, resmi ideolojiye uygun bir insan tipi üretme konseptine uygun olarak donatılmış ve programlanmıştır. MEB, Savunma ve İçişleri bakanlıklarının korumaya çalıştığı ideoloji ve işleyişin merkezinde olan kurumdur. Emek merkezli olmakla birlikte mutlaka düşünce özgürlüğü mücadelesi de vermesi gereken sendikaların bir kısmı ise gelinen süreçte MEB’in çok gerisinde kalmış, diğerleriyse açıkça statükoyu muhafaza ve müdafaa misyonuna soyunmuştur.
Sendikal mücadelenin sadece nicelik açısından değil, daha önemlisi nitelik açısından kifayet etmiş olması gerekli. Oysa bu dönemde gerçekleştirilen bir takım değişimlerde sendikaların katkısı sahip oldukları imkânlarla kıyaslanamayacak kadar zayıf olmuştur. Belki de hem sivil toplum hem de sendikal mücadele anlayış, söylem ve örgütlenme biçimlerini tekrar gözden geçirmek için bu süreç bir fırsat olabilir.
Süreci geriden takip eden değil gündem oluşturan, itiraz ve taleplerini istikrarlı bir biçimde kamuoyuna maletme mücadelesi veren modelleri hayata geçirmek gerek. İdeolojik ve kurumsal olarak statüko sadece devlet katında tebellür etmez. Devleti eleştiren, devlete muhalefet eden, alternatif bir model sunma iddiasındaki ideoloji ve kurumlara da statükocu tutum bulaşabilir. Dönüşüm iddiasını bazı araç ve imkânlara hapsetmeden, istişareye dayalı muhasebe geleneğini ihmal etmeden mücadeleye devam etmekle mükellefiz. Sorunlar devam ettiği müddetçe mücadele de gerek eldeki imkânlarla gerekse yeni imkânlar oluşturarak sürdürülecektir, sürdürülmelidir.