Eğer  Müslüman isek; unutmayalım ki, Peygamberimiz de bir ‘muhacir’di..

SELAHADDİN E. ÇAKIRGİL

Sen..

Bu ülkenin insanlarından isen.. Osmanlı coğrafyası içinde veya dışında nice toplumlardan nice farklı etnik veya coğrafî köklerden veya sosyal gruplardan olanların çocuklarından oluşan bir toplum olduğunu düşünemiyecek kadar kör olamazsın.. Çünkü, senin atalarından tevarüs ettiğin inanç ve kültürde, Allah’ın yarattıklarına merhametle muamele etmek esas idi.

Evet, şimdi sadece Lozan Andlaşması sınırları içinde kalan toprakları kutsayan ve bu sınırların dışında kalan üç kıt’a üzerindeki geniş coğrafyalarda geçen asırlarca birlikteliği hatırlamak istemeyen ve emperyalizmin telkınlerine göre ırkçı ve faşist anlayışlara sahip siyasetçilerin ve resmî ideoloji kulllarının pençesine düşmeyecek kadar bir şuûrun varsa..

Kalbleri ilâhî mesajları hissetmemek için mühürlü olan mâlum çevrelerin iğrenç çığırtkanlıklarının oyuncağı değilsen, gel seninle biraz sohbet edelim..

*

Kendileriyle aynı ülkenin vatandaşı durumunda olmaktan utanç duymamız gereken o ilkel ve insanlık anlayışından nasibsiz kimselerle aramızda, temel insanî değerler manzumesi açısından bir uçurum varsa..

O halde.. Sen nasıl olur da, ve hem de sadece müslüman coğrafyalardan gelenlere hitababen, ‘yabancılara ölüm!’ diyen sefil ruhlu tahrikçilerin telkınlerine takılıp kalır ve hattâ ülke içindeki ırkî, coğrafî ve sosyal farklılıklara bakarak suçlu insan  tipleri oluşturursun?

Bugün mâlûm bazı ırkçı, faşist kafalı, laik- materyalist siyasetçilerin körüklediği bir ilkel düşmanlık sonunda sürüklenmek istendiğimiz nokta, müstekreh ve ilkel bir anlayışsızlık bataklığıdır..

*

Eğer, insan isen..

Eğer, müslüman isen..

Eğer, insanlık şeref ve haysiyetinden müslümanca bir nasibin varsa..

Senin dinin, bütün insanlara ‘Benî Âdem’ diye bakar. Ve insanlar arasında tek ayırıcı kıstas olarak, hangi ırktan, renkten, soydan, cinsten, coğrafyadan veya sosyal kesimler içinden ve hangi zaman diliminde dünyaya gelmiş olursan ol, seni sadece İslâm’ın tanımladığı ölçüler içindeki yerine göre, Kur’an’ın tarif ettiği ölçüler içindeki taqvâ ve fazilete göre değerlendirir.

Ve unutma ki, senin Peygamber’in, insanın gerçek özgürlük manifestosu olan ‘Lâilâheillallah!’ı haykırdığı, insanları birbirinin kurdu, tanrısı, putu, efendisi veya kölesi yapan bütün beşerî sistemlere bir reddiye getirdiği için; Mekke’den Taif’e sığınmak istediğinde, oradaki  kitlelerce de taşlanmış, ayakları kan içinde kalmış ve hattâ kendisine ‘deli’ diye bağrılmıştı.

Evet, ‘Ben müslümanım..’ diyorsan; sen, ‘muhacir’ olan böyle bir Peygamber’in ümmetindensin..

*

Bu satırların sahibi, ömrünün 35 yılını, 12 Eylûl 1980 Askerî Darbecilerinin eline düşmemek için, doğduğu toprakların dışında geçirmek zorunda kaldı ve Müslüman coğrafyalarında kendisini hiç bir zaman ‘yabancı’ hissetmedi. Çünkü temelde aynı inancı paylaştığı kardeşlerinin arasında yaşadı.. Ve bulunduğu her yerde de, Er-rızq’u al’Allah..’ /Rızk Allahdandır..’ diyerek, kendi nasibiyle ve kendi emeğiyle idame-i hayat eyledi. Ama, her an, ‘Unutma ki, sen bir yabancısın!’  diyebilecek, ham, sığ ve  hödük kimseler çıkabileceğini de asla gözardı etmedi, 18 sene boyunca.. Ve hamdolsun ki, öyleleriyle çok az karşılaştı.

Başta Almanya olmak üzere,  ‘gayrimuslim’lerin ekseriyette ve hâkim olarak yaşadığı ülkelerde geçen 17 yılında ise, her söz ve hareketinden,  derhal inancının sorgulanacağını, devamlı daha bir teyakkuz halinde bulunması gerektiğini asla unutmamıştır. Çünkü, biz de o ayrı inanç ve kültürlerin insanlarının beğenmediğimiz hallerini, davranışlarını görüp eleştirirken; onların  şahıslarını değil, mensub oldukları  dünya görüşleri ve değerlerini, inanç ve kültürlerini hedef alıyorduk..

Onlar da en küçük bir yanlışımızı gördüklerinde bizim ‘müslüman’ kimliğimizi hedef alarak, suçlamalar yapıyorlardı.

*

Tv ekranlarında günlerdir yapılan ve karşılıklı sataşmalara da varan çoğu sığ ve tahrikçi tartışmalardan da anlaşılacağı üzere, ülkenin bazı yerlerinde tırmandırılmak istenen gerilimlerde ‘yabancı’ olan olduğu söylenen bir genç, yerli bir genci öldürdü diye, kitleler bazı yerlere çılgınca saldırtılmış; bazı işyerleri tahrib edilmiş; bazı insanlar taşlanmış..

13-14’ünde bir çocuğun, etrafını saranlara, korku dolu gözlerle, ‘Beni öldürmeyin..’ diye yalvarışından, insanlıktan zerre kadar nasibi olan herkes utanır herhalde.. Avrupa toplumlarını içten içe kemiren  ve kendi dışındakileri, ‘Cehennem.. Yani ötekiler..’ diye niteleyen bir sefil ve hayvanî ırkçı anlayışın zebunu olan kitlelerde görülen tablo, bizim toplumumuzda da sahnelenmek isteniyor. Sosyal hadiselerde, linç psikolojisi böyle çalışır ve ferden asla kabullenilmeyecek bu gibi ilkel davranışlar ve saldırılar, harekete geçirilmiş bir ilkelliğin sevkıyle nicelerini de içine çeker..

Farazâ, bir veya bir kaç kişi suç işlese bile, bütün bir toplumun suçlu sayılması kadar bir ilkellik nasıl kabul edilir ve savunulabilir? Bu utanca meydan verirsek, Allah huzurunda da sorumluruz ve insanlık karşısında da hepimizin yüzsuyu dökülür.

*

Unutmayalım, bizim Peygamberimiz de bir ‘muhacir’ idi ve sığınmak istediği Taif’de taşlanmıştı, sûreten/ şeklen insan, ama, sîreten başka bir şey olanlarca.. Ve ‘muhacir kalbi’ mahzundur, onu kırmak kolaydır, ama, onun bedduası yeri-göğü titretir..

*

Star