‘Eğer Adaletten Vazgeçeceksek Savaşı Kaybedelim Daha İyi’

Adaletin her şartta savunulacak en yüce değer olduğuna dikkat çeken Ali Osman Aydın, Aliya İzzetbegoviç’in bu bağlamda düşünce ve mücadele örnekliğini irdeleyerek ‘Eğer adaletten vazgeçeceksek savaşı kaybedelim daha iyi’ sözünü hatırlatıyor.

Ali Osman Aydın’ın Yeni Akit’teki köşesinde yayımlanan konuyla alakalı yazısı (30 Nisan 2019) şöyle:

Anlamak İsteyenler İçin Aliya’ya Danışmak…

Zaman zaman içinde yaşadığımız hayatı ve bizi sarıp sarmalayan, şaşırtan, öfkelendiren  olayları anlayıp yorumlayabilmek için bazı kılavuzlara ihtiyaç duyarım. Kur’an-ı Kerim bunlardan ilkidir ve çok geniş bir düşünce alanı sunar. Ardından muteber teoloji eserleri, içine büyük edebiyatçıları da dahil ettiğim önemli düşünürlerin kitapları gibi pek çok kaynak gelir.

Bugün size yine öyle zamanlarda duruşuna başvurduğum, “O olsa nasıl düşünürdü” diye merak ettiğim Aliya Izzetbegoviç’ten bahsedeceğim.

Aliya İzzetbegoviç ülkemizde çok sevilmektedir. Bana kalırsa bunun nedenlerinden biri hayatını adadığı fikirlerinin ülkemizde yeteri kadar bilinmemesidir. Bilinse idi kendisine bu kadar hoşgörü gösterilir miydi emin değilim… Kendine, düşmanlarına, özgürlüklere, inanca, adalete, kültüre bakışı bizim için sindirilebilir miydi? Böyle bir profili sosyolojimiz arıza çıkarmadan kabul eder miydi? Kabul etse de, aynı saygıyı duyar mıydı? Bunu anlamanın en iyi yollarından biri, aşağıda sıralanacak bazı düşüncelerinin, ülkemizin şu an içinde bulunduğu atmosferde dillendirilmesi halinde alacağı tepkiyi samimiyetle düşünmektir. 

Başlayalım…      

Aliya bir gün, Saraybosna için verdiği savaşa mistik anlamlar yükleyenleri duyunca onlara şöyle söyledi: “İnsanların özgürce düşündüğü bir Bosna için savaştım ben.“

Genel anlamda Batı dünyasının adaletsizce tenkit edildiği uluslararası bir toplantıda söz alarak şunları söyledi: “Açık konuştuğum için beni bağışlayın. Güzel yalanların bize faydası olmaz; ama acı gerçekler ilaç olabilir… Batı çürümüş değil; güçlü, örgütlü ve eğitimli. Okulları bizimkilerden iyi, kentleri bizimkilerden temiz. İnsan hakları düzeyi yüksek ve sosyal yardım konusunda daha örgütlü. Batılılar çoğunlukla sorumlu ve dakik kişiler. Bunlar, Batılılardan edindiğim tecrübelerim. Batılıların ilerlemelerinin karanlık yönünü de biliyorum ve bunun gözümden kaçmasına izin vermiyorum. Hakikat, İslam en iyisi! Ama biz en iyisi değiliz. Batı’dan nefret etmek yerine onunla rekabet etmeliyiz. Kur’an bize bunu emretmiyor mu: Hayırlı işlerde yarışın.”

****

Bosnalılar savaşta soykırım yaşamış, tecavüze uğramışlardı. O, Sırplardan bunun intikamı alınacak mı diye bekleyenlere şöyle seslendi: “Zulümlerin yarattığı dehşet ve kendi kökleşmiş önyargıları nedeniyle dünya bizden misilleme bekledi. Bu olmadı. Tersine bizler dinsel ve ulusal hoşgörü üzerine temellenen demokratik bir toplum olduğumuzu ilan ettik. Hem Doğu hem de Batı açısından değerli olan her şeye açık kalarak, kendi İslami kimliğimizi  muhafaza ediyoruz. İçinde kimsenin inancından, milliyetinden ya da siyasi kanaatlerinden dolayı takibata uğramayacağı bir devlet hedeflediğimizi söylemek isteriz. Bu ilkeye kendimizi adamışız ve onu aziz tutmaya devam edeceğiz.”

Her şeyin Aliya sayesinde olduğunu düşündükleri için onu insanüstü bir noktaya koymaya çalışanları şu sözlerle ikaz etmişti: “Aliya giderse, Bosna ayakta duramaz” şeklinde bir ifadeyi çok yanlış ve tehlikeli buluyorum. Ben yalnızca özgür bir seçim yoluyla başa gelmiş birisiyim. Şunu belirtmek isterim ki, ben Boşnak halkının verdiği var olma savaşında, yaptığı savunmada çok önemli bir yerim olduğu fikrine katılmıyorum. Binlerce insan savaşıyor Bosna için. Onlar ben olmasam da aynı şekilde savaşacaktı, ben gittikten sonra da savaşacaklar…”

****

Onu kusursuz olarak görenlere şöyle hitap etti:  “Nedenini asla öğrenememiş olsam da baştan beri partinin “lideri” bendim. Kendi kendime “Eğer en iyileri bensem, acaba gerisi neye benziyor?” diye düşünmüşümdür.”

Yönettiği bürokrasinin temel motivasyonunu sade ve güçlü bir şekilde vurgulamıştı: “İnanan kimseler görev duygusuyla, inanmayanlarsa çıkarları doğrultusunda hareket ederler.”

Tecavüz ve katliamlar nedeniyle şok yaşandığı bir zamanda: “Güçlü milletler ahlaki ilkelerine bağlı olan, kendisi kalmayı bilen, en zor şartlar altındayken bile kendini dünyaya kapatmayan milletlerdir.” demişti.

****

Toplum, demokrasi, temel insani haklar konusunda hayatını adadığı ilkeleri şöyle ortaya koymuştu: “Tanrının İnsanları özgür ve eşit yarattığına, herhangi bir ırk diğerinden üstün olmadığı gibi, herhangi bir milletin de diğerinden iyi veya kötü olmadığına inanıyorum. İnsanların devredilemez hakları olduğuna, herhangi bir otoritenin insanları bu haklardan mahrum bırakma hakkının olmadığına inanıyorum. Çoğunluğun sınırsız gücüne inanmıyorum, çünkü çoğunluk despotizminin başka despotizmlerden farkı yoktur. Özgürlüğün ölçüsü azınlıklara nasıl davranıldığıdır  ve insanların farklı düşünebilme özgürlüğünden önce düşünce özgürlüğüne sahip olması gerekir. İşte benim demokrasi anlayışım budur.”

Batı’nın gücüyle yarışmak isteyenlere Batı’nın sahip olduğu gücün neye dayandığını şu sözlerle özetledi:  “Batının gücü ekonomisinden ya da askeri gücünden ileri gelmemektedir. Bu işin görünen kısmıdır. Avrupa’nın  Bacon’dan bu yana sahibi olduğu değişmez güç kaynağı eleştirel düşüncedir. “

****

Düşünce dünyasının dayanaklarını şu ifadelerle açıklamıştı: “Kendimi hem Müslüman hem de Avrupalı hissediyorum, bu kimliklerden birinin diğerine nakzetmeyeceğini düşünüyorum. İnsanlar ve kültürler arasında aşılamayacak hiçbir farklılık olduğuna inanmıyorum… Uzun yıllar önce henüz genç bir adamken Kant’ın kategorik zorunlulukları üzerine bir makale yazmıştım. Makalede öne sürdüğüm fikir şuydu, Kant tarafından formüle edilmiş olan, az önce başlığını zikrettiğim ilkeyi en eski öğretilerde tıpkı şuanki haliyle bulabiliriz; eski Yahudi alimlerinden kadim Çin’in Konfüçyüs’üne, yüzyılımızda yaşamış Tolstoy’dan Martin Buber’e kadar bu zaman ve mekan üstü temel ahlaki ilkenin izini sürebiliriz.

Bu benim için medeniyetler arasındaki farkların aşılabileceği ve biraz derine gidilirse bütün kültürlerin çok benzer ya da temelde aynı olduğu anlamına geliyor. Bana göre bu tüm insanların temelde eşit olduğu meselesiydi. Kur’an’da şu şekilde başlayan çok ilginç bir cümle vardır: ‘Gelin aramızda ortak bir sözün etrafında toplanalım...’ Bu Hristiyanlara ve Yahudilere yapılmış bir çağrıdır. Ben de sizi İslam, Hristiyanlık, Doğu ile Batı arasında suni ayrılıklar yaratmak isteyenlerin çağrılarını geri çevirmeye çağırıyorum.” 

****

En temel yasasını şöyle anlatmıştı:  “Bizler insan olmaya, insan kalmaya çalıştık ve başarılı olduk. Ancak bunu (Sırpları kastediyor) onlardan dolayı yapmadığımızın altını çizmeliyim. Kendimizden dolayı insan kalmaya çalıştık, onlardan dolayı değil… İnsan olmak ve insan kalmak, Allah’a ve kendimize karşı sorumluluğumuzdur. Onlara karşı değil. Böylesine bütünüyle ahlaki olan bir kavramı, yani, insan olmak ve insan kalmak kavramını, politik dile çevirdiğimizde bu ne anlama geliyor? Politik dilde bu hukuka uygun bir devlet kurmaya çalışacağız demektir. Bu, aynı zamanda, şu anlama gelir: Bu devlette, hiç kimse dininden ulusal ya da politik inancından dolayı zulme uğramayacak. Bu bizim en temel yasamız.”   

****

Savaş esnasında Müslüman bir Korgeneral yine Bosna ordusunda görev yapan Hristiyan bir Albay’a hakaret etmişti. Albay, Müslüman Korgeneralden şikayetçi oldu ve olay savaşın komutanı olarak Aliya’ya intikal etti. Aliya derhal mahkeme kurulması talimatı verdi. Korgenaral yargılanacaktı. Ancak diğer kuvvet komutanları, savaş esnasında bir Korgeneral’in yargılanmasının mahzurlarına işaret ederek mahkemenin ertelenmesi gerektiğini söylediler kendisine. Aliya ise onlara sonrasında çok meşhur olacak şu sözlerle karşılık verdi: “Eğer adaletten vazgeçeceksek savaşı kaybedelim daha iyi...”

****

Aliya İzzetbegoviç bu sözleri söylediğinde ve uygulamaya çalıştığında Bosna semalarında düşman uçakları sorti yapıyor, Saraybosna sırp makinelileri tarafından aralıksız taranıyor, pazar yerlerinde bombalar patlıyor, Boşnak kadınlar tecavüze uğruyordu. Çoğu sadece söylenmekle kalmamış tatbik edilmiş bu güçlü ilkeleri arkasındaki savaş ve meydana getirdiği yıkıcı psikoloji ile birlikte düşünmek gerekir. Böyle düşününce Aliya’nın insan hakları, özgürlük, adalet, inanç ve demokrasi konusunda nasıl çetin, titizlik gerektiren bir işe soyunduğu ve tarihi bir misyonu ifa ettiği anlaşılabilir. Şimdi bu ifadelere dikkatle bakarak en başta sorduğumuz soruları tekrardan hatırlayarak cevapları üzerine düşünelim. Bu da bugünün ödevi olsun… Toplumumuzu, kendimizi, değişen değer yargılarımızı, dünya algımızı gözden geçirmek için küçük ama ufuk açıcı bir ödev…  

 

 

Yorum Analiz Haberleri

Yapay zeka statükocu mu?: ChatGPT'de cevaplar neye göre değişiyor?
Devrim ile derinleşen kardeşlik: Suriye & Türkiye
Meşru olanı savunursan karşılığını elbet görürsün!
Türkiye solu neden hala Esed rejimini savunuyor?
Sosyal medyada görünürlük çabası ve dijital nihilizm