Faruk Beşer’in Yeni Şafak gazetesinde yayımlanan yazısı (26 Eylül 2021) şöyle:
EDEP AHLAKIN SANATA DÖNÜŞMÜŞ HALİDİR
Edebi biraz daha somutlaştırmaya çalışacağız ama birkaç kelam daha edelim. Edep ihsandır demiştik. Aynı zamanda cemaldir, güzelliktir, düzendir, ziynettir. Sonuç itibariyle edep ahlakın sanata dönüşmüş halidir.
Hal böyle iken İslam milleti olarak edebi neden kaybettik? Bu sorunun ilk akla gelen cevabı, her şeyi yerli yerine koyamadığımızdan, olabilir. Yani adil davranmamaktan. Adalet, güçlü zayıf ayırmadan herkese hakkını, bir lütuf olarak değil, bir görev olarak vermektir. Hakları belirleyen de Allah’tır. Bu sebeple haklıya hakkını veren ona bir lütufta bulunmuş olmaz, haklının hakkına engel olmamış olur, o kadar.
Hukuka riayet olmayınca kişi hakkını kendisi çıkarma yoluna gider, bu sebeple biraz haşin ve korkutucu olmak zorundadır. Dolayısıyla yüzler ekşir, bakışlar sertleşir, davranışlar ürkütücü olur ve bu tavır zamanla ahlak halini alır. Kimse kendi hakkıyla yetinmez, çünkü hakkı nereden başlar, nerede biter öğrenmemiştir. Mükerrem olan insanın değerini tanımamıştır. Sonuçta kendi değerini de yitirmiştir. Böyle olunca insan hem metalaşır hem vahşileşir. Boynuzu olan olmayana toslar. Dişleri olan öbürünü ısırır, çiftesi olan diğerini dürter. Derken etrafımızı abus çehreler sarar. İnsan insandan kaçar, ilgilenmez, yalnız bırakır ve kendisi de yalnızlaşır. Sonuçta yabancılaşır, kendini unutur ve “vahşi bireyselleşme” ortaya çıkar. Bugün, kuşsütü arasa bulan Batılı insanın derdi budur.
Saygı ve itaat her ikisi de İslam’ın, hatta her türlü güzelliğin ve edebin ilk şartı ve esasıdır. Allah’a itaat kulu sayısız mabuda köle olmaktan kurtarıp özgürleştirir. Diğer bütün itaatler O’na itaatle kayıtlıdır. “Halika isyan ederek mahluka itaat olmaz”. Allah’a hakkıyla itaat olmazsa O’na olması gereken itaati kullar gasp edip kendilerine çevirir ve O’nun hududuna tecavüz ederler.
İtaat ibadettir ve itaatin başı Allah’a itaattir, Allah’ın elçisine itaat de Allah’a itaat sayılır. Bu itaat hiyerarşisi en üste bağlı olarak aşağıya doğru iner. Allah, Resul, sizden olan ulü’l-emr, ilmiyle amil ulema, her idari birimin amiri… Bunlara, Allah’ın çizdiği hukuku aşmadan ve O’nun emri olduğu için itaat edilir. Aile de bir idari birimdir. Biz camide, kim olursa olsun, imamın komutlarına bunun için uyarız, bir anlamda ona itaat ederiz. Camideki bu sembolik düzen ve itaat bizi, bütün camilerin bağlı olduğu ümmetin büyük imamına itaate götürür; o Allah’a itaat ettiği sürece biz de ona itaat ederiz.
Kısaca Allah’a olanın dışındaki hiçbir itaat mutlak değildir. Allah, kendi Resulü’ne bile şöyle buyurur: “Müminler marufta yani doğru ve güzel olan emirlerinde sana isyan etmezler”. Allah buna “maruf”ta olma kaydını neden koyuyor? Öyle ya, Rasûlullah zaten yanlış bir şeyi emretmez ki. “Muhali farz muhal değildir” derler ya, bunun anlamı, farz edin ki, Rasûlullah size yanlış bir şey söyledi, o takdirde ona da itaat edemezsiniz demektir.
İfrata kaçmayan bir şeyin tefriti oluşmaz. Biz İslam milleti olarak saygıyı da itaati de ifrata kaçırdık, bu sebeple her ikisini de kaybettik. Nasıl mı?
Büyük bildiklerimizin huzurunda el pençe divan durmayı saygı sandık. Oysa her namazda “Ettahiyyatü lillahi…” derken bütün hazır ola geçişler, divan durmalar sadece Allah’a yapılır diyoruz. Rasûlullah (sa) kendisi için ayağa kalkılmasını yasaklıyor, “siz de Acemler gibi birbirinizi tazim ederek ayağa kalkmayın” buyuruyor. Ama biz; efendinin huzurunda bir an durmak, Allah’a yapılan 350 yıllık ihlaslı ibadete bedeldir, onun yüzüne bakmak en büyük ibadettir diyebiliyoruz. Oysa neyin sevap neyin günah olduğunu belirleyen mabuttur. Videosunu izledim, bir küçük efendi geçerken teberruken kendisine uzatılan hurmayı ısırıp sahibine veriyor. Bunlar tazimin abartılısıdır, ifratıdır.
Efendiye hizmet ibadettir, hizmet etmeden mesafe alınamaz diyerek bu konuda muazzam bir hizmet edebiyatı geliştirdik. Oysa Rasûlullah bize hizmet edilmeyi değil, hizmet etmeyi öğretti.
Aile biriminin ferdi olarak kadının ve hane halkının babaya itaatini mutlak itaat sandık. O da bunu kabullendi. Müritlerin şeyhine itaatini de öyle bildik. Sonunda ne oldu? Meselenin şirazesi dağıldı ve kimse kimseyi saymaz oldu. Baba kızından su istediğinde bile kızın, ben babama su vermek zorunda mıyım, dediği bir noktaya geldik. Feminizmin de etkisiyle dindar sanılan gelinler bile, ben kayınvalideme hizmet etmek zorunda değilim diyebilir oldu. Oysa bu işin hukukunun yanında bir de ahlakı ve edebi vardı, ahlakın sanata dönüşmesi vardı. Oysa hayat müşterekti, yerine göre herkes herkese itaat etmek zorundaydı.