Ali Emre; Kıyamet Mevsimleri, Milyon Sesli Mızıka, Onarılmış Yas Bitiği, Yeryüzüne Dağılan şiir kitaplarından sonra Okur Kitaplığı’ndan yayımlanan Şiirin Saçağı Altında kitabı ile poetik düşüncesi ve eleştirileriyle çıktı okuyucunun karşısına. Farklı bir şiirin hala mümkün olduğunu söyleyen şairle, hakikat yolculuğu üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik.
Röportaj: Saliha Sultan / Vahdet Gazetesi
90 kuşağı şairleri, şiirlerinin yanı sıra çok fazla kuram ürettiler. Siz de son kitabınızda poetik ve eleştirel yazılarınızı bir araya getirerek buna dâhil oldunuz. 90 kuşağını önceki kuşaklardan ayıran belirgin farklar nelerdi?
“90 kuşağı”, bizim özellikle son dönem şiirimizde önemli bir kuşak. Hem geçmişle ilişkiler, daha önceki birikime yönelik bağlantılar ve kırılmalar açısından bu kuşağın birçok yönüyle günümüz şiirine can veren, istikamet tayin eden bir kuşak olduğu söylenebilir. Bence hâlâ 90’lar sürüyor... Şiiri onar yıllık kompartımanlara bölmek belki doğru değil ama bugünden bakarak konuştuğumuzda, bence Türkçe şiir hâlâ 90’ların ekmeğini yiyor. 90’larda yazılan şiir de önceki dönemlerden izler, zaaflar ve parıltılar taşımakla birlikte daha diri, cesur ve hatta gürültülü bir şiirdi. Farklı anlayış ve istikametlere sahip temsilciler eliyle yükselen, kendi içinde farklı koridorlarda yürüyen bir tutuma sahipti. Çerçeveli bir kuşak olgusundan söz etmek bile zordur bu dönem için. Adeta bürokratik bir nitelik kazanmış olan dilden, biçem ve algılardan kurtulma, bireysel protestoya yaslanma eğilimi 90’lı yıllarda ve sonraki dönemde güçlenmiştir.
ŞİİR 90’LI YILLARDA ÇİZGİSİNİ ORTAYA KOYDU
Özne öne çıkmış, içrek eda bile çoğu zaman günceli dile getirme isteğiyle bütünleşmiştir. Şiirimiz bağımsız bir birey olarak, özgüven sahibi bir şahsiyet olarak kendi anlayışını, çizgisini ortaya koyabilen kişilerin yanı sıra küçük topluluklar da çıkarabilmiştir 90’lı yıllarda. Bu önemli. Edebî bir karakter sahibi olan, kendi ayakları üzerinde durabilen, şiirin çeşitli problemleri, konuları üzerinde de konuşabilen, söz alabilen insanlar çıkmıştır. Şiir yazmanın yanı sıra birçok şairin bir çizgi ya da anlayış yaratma, isimler etrafında kavramsal bir manyetik alan oluşturarak var olma eğilimi de dikkat çekmiştir. Bu kuşağın şairleri şiir üzerine düşüncelerini de yazıp kitaplaştırdılar. Çeşitli kuramlar, eleştirel görüşler geliştirdiler. Bu çaba yahut söylemlerin bazıları bir tek şair tarafından dillendirilirken, bazıları da bir öbek tarafından savunulup sahiplenildi. Ne yazık ki şiir okuyucusu buna çok hazır değildi.
ŞAİRİN ARTIK ÜÇ GÖMLEĞİ YOK
Kuram üretmenin okuyucuyla ilişkili olduğunu mu düşünüyorsunuz?
Evet. Çünkü bizim ülkemizde her on yılda bir ortaya çıkan anlayış ya da öbeklenmeler kendi okurlarını yeniden inşaa etmek zorunda kalıyor. Bunu 90’larla birlikte dünyada yaşanan önemli değişikliklerden de bağımsız düşünmemek lazım. Dünya o yıllarda tekrar tek kutuplu bir dünya olmaya doğru evrildi. Sovyet bloğu çöktü, kapitalist-liberal bir anlayışa bağlı bir düşünüş ve yaşayış şekli tekrar güç kazandı. Kısmi bazı özerklikler de doğurdu bu süreç, bazı şeylere ulaşmak kolaylaştı. Daha sonraları sosyal medya dediğimiz olgunun da devreye girmesiyle hem renklendi, zenginleşti hem de çok yönlü bir problemler yumağını da kendi içinde getirmiş oldu. Bu bağlamda 90 kuşağı şairlerinin sıcağı sıcağına hem şiir yazmaları, hem de bir duruş sergileyerek şiirle ilgili görüşlerini belirtmeleri, kuramlar geliştirmeleri, eleştiriler yapmaları önemliydi. Bu biraz da zorunluluktu. Zira hem okuru işin içine daha fazla dâhil etmek, hareketlendirmek, bilgilendirmek gerekiyordu hem de hızla değişen dünyada şairler kendi şiirlerini kendileri anlatmak, sınamak, savunmak zorunda kaldılar. Dünyaya daha zinde, daha güncel ve sağlam cevaplar verebilmek için kuramın, düşüncenin, düzyazının içinde de yer aldılar.
ŞAİRİN KANLI GÖMLEĞİ
Şiirin Saçağı Altında kitabınızda Şiir ve Yusuf’un Üç Gömleği yazınızla şiiri Hz. Yusuf’un üç gömleği üzerinden değerlendiriyorsunuz. Bu üç gömleğin ifade ettiklerinin günümüz şiirinde hâlâ etkin olduğunu söylüyorsunuz. Bu değerlendirmenizden hareketle şairler, edebiyatçılar bugün nasıl hareket etmeli?
Kitapta yer alan bu yazımın önemli bir yazı olduğunu düşünüyorum. Önemseyenler ve tartışanlar da oldu. Yazıda, Hz. Yusuf kıssasında karşımıza çıkan üç gömlekten söz ediyorum. Bunlardan birincisi bilindiği gibi, Hz. Yusuf’un kardeşleri tarafından kıskançlıkla kuyuya atılan, kardeşimizi kurtlar yedi yalanıyla babası Hz. Yakup’a getirilen kanla kirlenmiş gömleğidir. “Sahte kanlı gömlek”tir bu. Hakikati çarpıtan, inciten, tersyüz eden bir oyuna, tuzağa işaret eder. Gerçekliği hem yerinden eder hem de ona kan ekleyerek, şiddet ve acımasızlık katarak yola koyulur. Şiir, hakikati tamamen tersyüz eden, hakikatle ilişkisi bağlamında tam anlamıyla zulme bulaşan, gerçekliğe bu denli yanılsama, riyakârlık, göz boyama ve sahtekârlık ekleyen yaklaşımlardan arınmalıdır. Şiirin, yeniliklerin hatta icatların peşinde koşması bile bu tür ayak oyunlarına, göz boyamalara, üçkâğıtçılıklara teşne olmasını gerektirmez. Kıssadaki ikinci gömlek, “arkadan yırtılan gömlek”tir. Bu gömlek, iffetin, ihlâsın, ahlakın simgesidir. Günümüz şiirinde bu gömleği arayan, giyinen, taşıyan insanların çok olduğunu söylemek zordur ne yazık ki. Çoğu şair; şehvetin, azgınlığın, ayartıcılığın sularından çıkıp kurtulmak için kayda değer bir gayret göstermemektedir. Hiçbir marj gözetilmeden her türlü cinsel sululuk, sövgü, hedonizm düşkünlüğü ve fütursuzluk sergilenebilmektedir. Hâlbuki ifsattan her alanda uzak durmak gerekir. Üçüncü gömlek “Yusuf kokulu gömlek”tir. Bu da hakikat, şefkat ve merhamet gömleğidir. İktidar gömleğidir aynı zamanda.
ÇOCUK ÖLÜLERi KIYIMIZA VURUYOR
MISIR’A ve civar bölgelere o dönemde gerçek bir “Arap baharı” getiren ve asla şımarmayan, daima şükreden Hz. Yusuf’un iktidar gömleğidir bu. Şiirin de bu alanlardaki sınavı çetindir. Şair de hem şükretmeyi bilmeli hem nankörlükten uzak durmalı hem de şiirini tasmalardan korumalıdır. Çünkü şiirin, edebiyatın iktidarla ilişkisi de ateşten bir gömlektir. Şairler, yazarlar, edebiyatçılar çeşitli güç odaklarıyla ilişkilerine bu bağlamda dikkat etmelidir. Hz. Yusuf kıssasından çıkarabileceğimiz derslerden, ibretlerden biri de budur. Bu konularda kendilerini kaybetmemeleri, bağımsızlıklarını, özgünlüklerini yitirmemeleri, kendi kimlik ve kişiliklerine özen göstermeleri gerekiyor. Aynı zamanda maddi ve manevi, soyut ve somut nimetle, güzelliklerle buluştukları zaman da şükretmekten yine vazgeçmemeleri gerekir. Güzellikleri çoğaltacakları bir anlayış içerisinde durmaları, olumsuz bir baş dönmesinden, ukalalıktan, şımarıklıktan uzak durarak, değerler bağının meyve vermesine katkıda bulunmaları gerekir.
YAZDIKLARIMIZDAN HESAP VERECEĞİZ
Son şiir kitabınız Yeryüzüne Dağılan’daki şiirlerde, öncekilere göre siyasi damar daha öne çıkıyor…
Aslında benim şiirimde, baştan beri insani, sosyal ve siyasal olana bir ilgi vardır. Belki bunda sizin dediğiniz gibi görece bir dozaj farkı vardır. Gençlik yıllarımda bu tür konuları daha çok düz yazılarımda ifade eden biriydim biraz da. O yıllardaki şiirlerimde lirik duygu açıklamalarına dönük anlayış biraz daha baskındır. Süreç içerisinde edindiğimiz birikim ve donanımın yanı sıra, yaşadığımız coğrafyanın bir parçası olduğumuzu daha yakıcı yönleriyle görmemizle, tarihin ve kimliğimizin de bizi daha sıcak bir şekilde söz almaya çağırmasıyla birlikte, sosyal ve siyasal vurgular benim şiirimde de biraz daha artıp yoğunlaşmış, fark edilir hâle gelmiştir. Aynı zamanda ben inanç olarak bir Müslümanım. Müslümanlık dairesi içerisinde yaşayışımı şekillendirmeye çalışıyorum ve edebiyat da dâhil bütün yapıp etmelerimden bir hesap vereceğime inanıyorum. Çocuk ölülerinin adeta kıyılarımıza vurduğu, insanlığın belki eskisine göre daha büyük, daha kitlesel acılar yaşadığı bir süreçte, tarihin tekerinin eski dönemlere göre daha inanılmaz bir hızla dönmeye başladığı bir zaman diliminde yazıp çizdiklerimin bunlardan uzak kalması mümkün de değil, doğru da değil zaten.