19 Mayıs 1944 günü sabahın alacakaranlığında Süleymaniye Camii'nin avlusunda iki karaltı minarelere doğru ilerlemektedir.
Ellerinde 32 metrekarelik bir Amerikan bezi vardır. Birinci adam minarenin ilk şerefesine sessizce çıkarak bezi iple sıkıca bağlamış, arkadaşının da karşı minarede aynı şeyi yapmasını beklemeye başlamıştır. Tam bu sırada caminin bekçisi onları fark ederek düdüğünü çalar, alarm verilir. Kaçmaktan başka çare yoktur. Nitekim biraz sonra iki adam karanlıktan istifade ederek -şimdilik- kayıplara karışırlar.
Eylemcilerden birisi geçtiğimiz günlerde hayatını kaybeden Mihri Belli'dir. Peki suçları? Bezin üzerine 2 metre boyundaki harflerle "Saraçoğlu Faşisttir" yazmışlardır! Bundan büyük suç olur mu Tek Parti devrinde?
Şimdilerin tatlısu solcularının toz kondurmadıkları Tek Parti dönemi, aslında bir zamanlar solun da faşistlikle suçladığı bir zulüm dönemine tekabül etmekteydi. Kendi geçmişlerini bilmemek sadece sağa mahsus bir olay değil demek ki.
Savaş Açıkkaya'nın "Solun Türk Devrimiyle İmtihanı" (Paraf: 2011) adlı kitabı hem titiz basın taramalarıyla, hem de 2007 yılında Mihri Belli'yle gerçekleştirdiği üç söyleşiyle solun Atatürk ve CHP ile sorunlu ve zorunlu, hatta kerhen kurduğu ilişkiyi irdeleyen değerli bir çalışma.
CHP'nin özellikle 1965'ten sonra içine girdiği ideolojik bunalım -ki hâlâ sürüyor bence- Atatürk'le kurdukları bu sallantılı bağlantıdan çıkıyor. Hem ülkenin sahibiyim, hatta gerçek sahibiyim iddiasında, hem de Ecevit'i istisna edersek hiçbir serbest seçimde iktidara gelemiyor. Adı Halk Partisi olduğu halde gücünü halktan değil, asker-sivil bürokrasiden alıyor.
Bu çelişkiyi çözmeyi deneyen tek CHP lideri Bülent Ecevit olmuştu. Ancak onun da karşısında, sallansa da, hâlâ yıkılmamakta direnen İsmet İnönü heykeli vardı. Tek kişilik bir parti gibiydi. Üstelik 27 Mayıs darbesinden sonra silah zoruyla kendisine verilen Başbakanlık koltuğundan Demirel'in de oyunlarıyla düşürüldükten sonra bunalıma giren partisini tekrar toparlaması mümkün olmayacaktı.
İşte tam bu sırada CHP binasında ilk defa Atatürkçülük dışında bir ideolojinin hayaleti gezinmeye başlar: Ortanın Solu. İnönü Milliyet'e verdiği bir beyanatta "CHP devletçi bir partidir ve bu sıfatla elbette ortanın solundadır" der demez partide kazan kaldırmalar başlar. Ağır toplardan Tahsin Banguoğlu ve Kasım Gülek İnönü'yü eleştirirler. Herkesin kafası karışıkken 1965 seçimlerine girilir ve CHP halktan bir kere daha tokat yer. Partinin sol kanadına mensup Bülent Ecevit'in önünün açılması bundan sonradır. Ecevit, Orta'nın Solu ideolojisinin CHP'nin gerçek ideolojisi olduğunu savunarak yükselmiş ve 1969 seçim yenilgisinden sonra tahtı iyice sarsılan ve yaşlanan İnönü'nün halefi olmuş ve sonunda kendi partisinde yenerek sağlığındayken koltuğuna oturmayı başarmıştır.
Atatürk'ü gerçek devrimci olmamakla eleştiren Bülent Ecevit, 1974'te The Middle East dergisi tarafından "Yeni Atatürk mü? diye tanıtılmıştı.
Ancak Ecevit'in bu yükseliş sürecinde Atatürk hakkında yaptığı değerlendirmeler, 2005 yılında Zaman gazetesine verdiği "Vahdettin hain değildi" demecinin tesadüf eseri söylenmediğini doğrular niteliktedir. Ve sol açısından yeni bir söylemdir. Şimdi Ecevit'in o görüşlerinden birkaçını görelim:
Türkiye'de solun Atatürk'ü araçsallaştırması, yani reddetmeden kendi devrimlerine giden yolda aşılacak bir adım sayması alışkanlığına Ecevit'in de sahip çıktığını görüyoruz. Ancak o biraz daha cesur çıkmış ve solda bir Atatürk eleştirisi çığırını açmıştır. Mesela Atatürk'ü tabulaştırmamak gerektiğini şöyle savunmuştur: "Atatürk'ü tabulaştırmak, Atatürkçülüğe en aykırı bir eğilimdir."
Atatürk'ü özleyenlere de söyleyecekleri vardır Ecevit'in: "Bazı kötümser kişiler, Atatürk'ün ölümünden otuzu aşkın yıl sonra, hâlâ bir Atatürk özlemi içendedirler. (Bunlar) kendi toplumlarına o kadar güvensizdirler ki, illa Atatürk dirilsin de veya bir başka Atatürk çıksın da, kendilerini kurtarsın isterler. Ölümünden otuzu aşkın yıl sonra Atatürk, kendini Türk toplumuna, bu kötümser kişilerin aradığı kadar aratıyor olsa idi, Atatürk'ün başarılı olmadığına hükmetmek gerekirdi. Oysa Atatürk'ün başarısı, Türk toplumunun Atatürksüz yürüyebilmesidir."
Sanki bugünkü CHP'liler için söylenmiş gibi değil mi? Ama daha söyleyecekleri var Ecevit'in. Darbeciliğe ve askerden medet ummaya yönelik çabalarına Atatürk'ü kalkan yapanlara ise Atatürk devrimciliğinin bir yaptığı devrimler şeklinde somut, bir de sürekli devrimcilik şeklinde soyut yönü vardır şeklinde tepki gösterir. Ancak bu ikisi birlikte olursa gerçek Atatürk devrimcisi olunabilir. 1920'ler ve 1930'lardaki devrimlere saplanıp kalanlar gerçekte devrimci değil, tutucudurlar, çünkü geçmişe saplanıp kalmışlardır. Ecevit'e göre Atatürk her türlü tutuculuğa karşıdır, "Atatürk tutuculuğu" da buna dahildir.
Doğan Avcıoğlu'nun başını çektiği Yön hareketinin Atatürkçülüğünü de sorgulayan Ecevit, bunların aslında Atatürkçü de, solcu da olamayacaklarını söyler. Bunlar "Atatürkçü geçinen sözde devrimciler"dir. Onlar süngülerin arkasından devrim yapmayı amaçlıyor, halktan değil, üniformalılardan medet umuyorlardır. Oysa Atatürk savaştan sonra üniformasını çıkarmış, sivil siyasete yönelmiştir, Yöncüler ise kendileri sivilken askerliğe yönelmekteydiler. Velhasıl 'Halka rağmen halk için' anlayışı Ecevit'e göre değildi.
Savaş Açıkkaya'nın deyişiyle, Atatürk dönemini bir "devr-i saadet" olarak gören ve özlem duyan anlayışa karşı bayrak açan Ecevit, Cumhuriyet devrimlerinin daha çok üstyapıyla ilgili biçimsel ve yüzeysel devrimler olduğunu söyleme cesareti gösterebilmiş, oysa demiştir, asıl ihtiyaç duyduğumuz devrimler altyapı devrimleridir. Bunu Atatürk yapamamış ama ona giden yolu hazırlamıştır. Dolayısıyla yapılacak "gerçek devrim", Atatürk'ü de aşacaktır. (Bunları 12 Kasım 1969'da Ulus gazetesine açıklarken, İnönü hâlâ CHP genel başkanıdır ve kendisi de genel sekreterdir. CHP ne genel sekreterler görmüş?)
Partisi içinden kendisini "Geçmişi inkâr edemezsin" diye eleştirenlere Ecevit'in cevabı gayet sert olmuştu: "Atatürk'ü bir tanrı olarak ele almamak gerekir."
Sonrası biliyorsunuz. 12 Mart muhtırası ve arkasından kurulan Erim hükümeti İnönü tarafından desteklenecek, Ecevit de tepki olarak genel sekreterlikten istifa edecektir. Bir yıl sonra yapılan kurultayda bu defa Ecevit'in İnönü'ye devirerek genel başkan seçilmesi üzerine istifa eden vekiller artık CHP, Atatürk'ün partisi olmaktan çıktı diyorlardı. 1972'de böyle deniliyorsa, bugün neden aynı şey denilemesin?
ZAMAN