Ece Temelkuran'ın Dilindeki Psikolojk Harb Söylemleri

KENAN ALPAY

Türkiye’de yaşayan Müslümanlar olarak psikolojik savaş tekniklerine, manüpülasyonu hedefleyen kara-gri propagandalara, ya da andıçlara hiç yabancı değiliz. Milliyet Gazetesi yazarı Ece Temelkuran’ın ülke gerçeklerinden ziyade, egemenlerin “gerçeklerini” hatıra getiren dünkü (5 Mart) yazısı da eğer sadece halktan ve vakıadan kopukluğun bir ifadesi değilse bu minval üzere değerlendirilmekten başka bir değer taşımıyor.

Temelkuran, artık kabak tadı vermeyi bile çoktan geçmiş, kelimenin tam anlamıyla mide bulandıran iftiralara yer vererek, darbe süreçleri ile birlikte kesintisiz olarak devam ettirilen İslam- karşıtı kampanyaya bir katkı da benden olsun diye düşünmüş olabilir.

Ece Temelkuran’ın “Yoksul Kapansın, Zengin Açılsın” başlıklı yazısında dile getirdiği “Bir çok hastanede günaha girmemek için, cehenneme gitmemek için erkek doktorlar kadın hastalara, kadın doktorlar da erkek hastalara dokunmuyor” şeklinde ifade ettiği görüşler adeta kara mizah kokuyor.

Fakat Temelkuran hiç de mizahi bir dil kullanmıyor. Tersine adım adım yaklaşan ama hiç kimsenin cesaret edip de ifade edemediği bir tehlikeye dikkat çekiyor: “Türkiye İrtica’nın Ablukasında”, Rejimimize Sahip Çıkması Gerekenler Gecikirse Türkiye İran Olacak!

Bu ifadelerin sahibi Ece Temelkuran’ı yıllar yılı üniversiteli genç kızları İran ya da Suudi Arabistan konsolosluklarından aldıkları dolar karşılığı başlarını örtükleri ile itham eden Emin Çölaşan’dan ya da Hikmet Çetinkaya’dan farklı kılan nedir?

Ece Temelkuran’ı üniversitelerde “İkna Odası” adı altında psikolojik işkence teknikleri ile çözülmeye zorlayan, faşizmin akademik ve kadın yüzleri olarak tarihe geçen Prof. Türkan Saylan’dan ya da Prof. Nur Serter’den ayrıştıran sosyalist kurumlara göz kırpan sempatik görünümü mü sadece?

Ece Temelkuran’ın Müslüman kadınları, genç kızları ısrarla çağdaşlaştırmaya, tüketim kültürünün bir nesnesi olmaya icbar eden piyasa kapitalizmi ile nasıl bir menfaat ilişkisi var acaba?

Temelkuran, gelenek ya da genelgelerin kadınları kapattığından söz ediyor. Bu gülünç tespit, bu ülkede genelgelerin bayanları örten değil tam aksine onbinlercesini yıllardır başlarını açmaya zorlayan (ve açtıran) bir işlev gördüğünü bilmeyen bir “aydın” tarafından ortaya konabilirdi ancak. Temelkuran bilmiyorsa öğrenmeli ki, o hastanelerde bulunma hakkını yitirmiş nice doktorlar, hemşireler o genelgeler yüzünden bugün atıl durumda bırakılmış, nice binlercesi de ancak o genelgeler sayesinde başlarını açarak okumaya ve çalışmaya icbar edilmişlerdir. Bu toplumsal işkence 28 Şubat’ın ürünü olup yıllardır devam edegelmiş, bugün ise Danıştay kararlarıyla sokaklara taşınma sürecine start verilmiştir.

YÖK’ün zorba tavırlarına sözde hukuk adına cevaz veren Anayasa Mahkemesi, Yargıtay ve Danıştay’ın bürokratik oligarşiyi tahkim eden kararlarına tam da 8 Mart Dünya Kadınlar günü arifesinde sevinç çığlıkları ile destek veren Ece Temelkuran “kadın, nasıl olmalı, nasıl olmamalı”nın normlarını tayin ve tespit etmede açıkça bir “aydın despotizmi” sergilemektedir.

Ece Temelkuran; eğer adalet ve özgürlükten yana ise, zorbalığa ve ayrımcılığa karşı ise dünkü yazısından dolayı bütün Müslümanlardan açıkça özür dilemelidir. Yalan olduğu bu kadar aşikar olan, Türkiye’deki darbecilerin-cuntacıların bizzat kendileri veya “sivil” makyajlı uzantıları tarafından yıllardır propaganda edilen Psikolojik Harp Söylemlerini tekrar edenlerin kamuoyu nezdindeki yeri nefret ve tiksinti uyandıran gayri-ahlaki bir zemindir.

Darbeciler bu söylem ve pratiklerle iktidarlarını bir türlü sağlama alamamışken aydınların, gazetecilerin, yazarların bu tür kirli işlere hevesle soyunmaları “güneşi balçıkla sıvamak” isteği gibi beyhude bir çabadır. Unutmamak gerekir ki insanlık tarihi “ömrü beyhude geçenlerin” mezarlığıdır adeta.

Söz konusu makalenin tam metni:

 

Yoksul kapansın, zengin açılsın!

Henüz kimse yüksek sesle söylemiyor. Oysa bazı hastanelerde erkek doktorlar kadın hastalara, kadın doktorlar da erkek hastalara dokunmuyor artık. Bazı "dini bütün" hekimler günaha girmemek için hastalarını muayene etmiyor, cehenneme gideriz korkusuyla herhalde, kimi hekimler mesleklerini icra etmiyor. Oysa birçok şehrin birçok hastanesinde oluyor bu. Muhakkak siz de duymuşsunuzdur birkaç hikâye bu konuda. Ama kimse bunu açık açık konuşmuyor. Çünkü Türkiye, göze batacak şekilde değil, santim santim muhafazakârlaştırılıyor. Şöyle ki...

Yayımlanan Sağlık Bakanlığı genelgesi uyarınca, hemşirelerin etek boyları dizlerinden on santim aşağıda olacak, düğme aralıkları beş santimi geçmeyecek. Aniden başımız kapatılmadığı ya da çarşafa sokulmadığımız için fark etmiyoruz, oysa biz santim santim "kapatılıyoruz". Ya da belki "biz" değil de hep "onlar" kapatılıyor. "Kadın vatandaş" rahat, fakat "kadın halkımız" genelgelerle ve geleneklerle durmadan daha çok örtülüyor. Orta sınıfın üzerindeyseniz kimse sizin etek boyunuza karışmıyor, dekoltenizle ilgilenmiyor. Hatta pahalı kolejlere giden kızların etek boyları giderek kısalıyor, televizyondaki kadınlar giderek daha da çıplaklaşıyor. Ancak şehrin sadece dolmuşla gidilen mahallelerinde oturuyorsanız bu "kapatılma operasyonuna" maruz kalıyorsunuz. Ayıpların kırbacı, yoksul kadınların sırtında şaklıyor.

Türkiye'nin istediğiniz yerine gidip sorabilirsiniz elli yaşının üzerindekilere. Size kaybolup gitmiş eski yazlık sinemalarla birlikte anlatacaktır mini etekli, şortlu, rahat günlerin hatıralarını. Anlatanlar artık türbanlı olacaktır veya muhakkak biraz kapalı. Yavaş yavaş kapatılış sürecinde kapatılmak artık meşrulaştı.

Yoksa türban takan öğretmen için bu kadar yaygara kopmasına rağmen geçtiğimiz günlerde Konya'da başı açık olduğu için saldırıya uğrayan kadın muhabir konusunda bu kadar sessiz kalınır mıydı? Düşünsenize, türbanlı olduğu için linç girişimine maruz kalsaydı bir kadın, ne biçim karışırdı ortalık. Bir genç kadın, sırf başı açık olduğu için saldırıya uğradı bu ülkede! Pek de gürültü çıkmadı. Demek artık hepimiz için normalleşiyor bizi santim santim kapatan muhafazakârlık!

Ece Temelkuran / Milliyet Gazetesi – 5 Mart 2006