Ebu Garip ve Guantanamo’daki ABD Cürümlerine Ortak mı olacağız?

HAMZA TÜRKMEN

Dün gece, küresel emperyal lobilerle iltisaklı hale gelen FETÖ’nün Türkiye’de kalkıştığı darbe macerasının yıl dönümüydü.

Kemalizmi; Ordu, Emniyet, MİT ve Hariciye içinde açıkça savunup sekülerliği de batini çerçevede içselleştiren bu güruh, bir yıl önce Türkiye tarihinin en kanlı darbe kalkışmasını gerçekleştirmişti. Ama ilişki ağlarımız içinde bizde oluşan kanaatlere göre de, yargı sürecindeki iddianamelerden de anladığımıza göre de dış bağlantılarıyla ve İncirlik Üssü’ndeki NATO subayları ile plan ortaklığı içinde kotarılan bu darbe girişimine karşı Türkiye Müslümanları ve ülkenin erdemli-onurlu ve İslam’a saygılı insanları canlarıyla, kanlarıyla, ruhlarıyla ve terleriyle karşı durdular.

İşte bu direnişi ve kazanımları meydanlarda milyonlarca insan 15 Temmuz Direnişi’nin 1. Yıl Dönümü’nde okunan Kur’an ve selalarla, yapılan konuşmalar ve çalınan anlamlı ezgilerle büyük bir coşku içinde kutladılar.

O gece daha yetkililerden herhangi bir çağrı olmaksızın Boğaz Köprüsü’nün Anadolu yakasını tank ve ZPT’lerle tutan darbeci askerlere karşı binlerce Müslüman tekbir sesleriyle barikatlar oluşturmuştu. Hainler insanımızın üzerine G3, snepir ve tank atışlarıyla müteaddit defalar ateş açtılar. Ama “12 Eylül gibi, 28 Şubat gibi yeni zilletlere boyun eğmeyeceğiz”, “ya şehid oluruz ya gazi” bilinciyle gittikçe güçlenen direniş çözülmedi ve sabaha karşı darbeciler teslim alındı. Geride sadece Boğaz Köprüsü ayağında 36 şehidimiz yüzlerce yaralımız vardı.

İşte 15 Temmuz Direnişi’nin Yıldönümü toplantısı, ilk kez kitlesel tarzda şimdiki Şehidler Köprüsü’nde yapıldı. Milyonlar köprü girişinden Çamlıca sırtlarına kadar uzanıyordu. R. T. Erdoğan alana şehid çocukları ve yakınlarıyla Ömer Karaoğlu’nun “Şehid Tahdında Rabbe Gülümser” ezgisiyle giriş yaptı.

Konuşmasının İslami boyutunu “şehid”, “tekbir”, “Kur’an”, “sela” kavramları güçlendiriyordu.

Tabii ki ümmetin, toplumun ve Türkiye’deki kazanımların berhava edilmesine; dini kavramların tahrif edilmesiyle ve yalan haberler üretilmesi (mürciflik) sonucu telakkilerimiz üzerinde spekülasyonlar oluşturulmasına; ayrıca CHP Genel Başkanı’nın FETÖ ve küresel emperyal lobilerin kullandığı gibi bu darbe girişimine, daha sonradan da OHAL ilan edilmesinden sonraki hale “Kontrollü Darbe” demesine -yapılan bir ankette “kontrollü darbe” iddiasına katılmayanların oranı %92,5- haklı tepkiler gösterildi.

Tabii ki övgülerimizde de eleştirilerimizde de adaleti elden bırakmamalıyız.

Resmi alanda mer’i anayasal resmi kimliklerle adaleti sağlamanın imkanları ile sivil alanda İslami kimliğimizle adalet anlayışımızı özgür kılma imkan ve mücadelemiz tabii ki aynı şeyler değil.  Ama medeniyetimiz hayattan uzaklaşınca onun kodlarından da iyice uzaklaşmış sistemlere mahkum olundu. Bu sistemlerde resmi veya sivil alanda yer alan Müslümanlara ve nefsimize yönelttiğimiz övgümüzü de abartmamalıyız; eleştirimizi de müzmin bir muhalif ruhla muhatabımızı veya nefsimizi batırmak için değil iyiye yöneltmek ve iyiyi hatırlatmak için yapmalıyız.

Ancak  ilk andan itibaren 15 Temmuz direnişine katılan ve toplumsal düzeyde bir varoluş diriliği ortaya koyan Müslümanların beklentileri vardı. Bu beklentiler doğrulutusunda 15 Temmuz’dan sonraki sürecin,  direnişin temel kodlarıyla uyumlu şekilde gidip gitmediğini müzakere etmek bir karalama eğilimi değil, eksiğimizi söküğümüzü dikme arzusudur.

Kolay değil. Sistemin bütün kurumlarına sızmış, sızmıştan öte vaziyet almış, gizli kripto ilişkiler zinciriyle çalışan, içlerinde Aralık 2016’da Rusya Büyükelçisi Karlov’a suikast düzenleyebilecek tarzda fedailer (ya da Haşhaşiler) olması büyük ölçüde gösteriyor ki, vakii bir hareketin gövdesini kesmekle, kök bırakan yapısını kısa vadede ortadan kaldıramayız.

Ama darbeye karışmış veya yardım ve yataklık yapmış FETÖ örgüt üyesi olarak tutuklanan veya gözaltına alınanlarlardan hangisi (hainlik boyutuyla) üyedir? Hangisi (ibadet boyutuyla) cemaat mensubudur? Hangisi (ticaret boyutuyla) çıkarcı-tüccardır?

Bir de yargının içinde ki Kemalist batıcıların ve Türkçü ulusalcıların fırsattan istifade bürokrasi kademesindeki bazı yetkin Müslümanları, FETÖ’cülük sepeti içine koyup mağdur etmeleri vakıası da söz konusudur. Bu düzeydeki mağduriyetlerin kısa zamanda giderilmemesi de İslami camia da sıkıntılara neden olmakta, özellikle tahkik eğilimli gençlerin ve naif insanların da temiz vicdanlarında yırtılmalar oluşturmaktadır.  Bu konuların bazı şakşakçılar tarafından geçiştirici genellemelerle örtülmesi dava bilinci yokluğundan; veya bazı yazarlar  ve tv konuşmacıları tarafından dile getirilemiyor olması da, büyük ölçüde dile getirmelerinde terslenecekleri ya da işlerini kaybedecekleri korkusundan kaynaklanmaktadır. Bu tür tutumlar hainlere kin tutup tavır almak sorumluluğu yanında, adaletsizlik yapmama ilkemizle bağdaşmıyor. 15 Temmuz Direniş ruhumuzun kodları bizi liberal, milliyetçi, diktacı asabiyelerin adalet spekülasyonuna değil; İslam’ın vahyi ölçülerine götürmelidir.

R. T. Erdoğan 15 Temmuz Direnişi’nin en önemli kahramanlarından birisiydi. Ama Erdoğan’dan reel siyaset içinde dikkat etmesini istediğimiz İslami kodlar, onu, R. Gannuşi’nin örnekliğini gösterdiği gibi kritik konularda bir söz söylemeden veya karar almadan önce İslami çerçevede akil insanlarla istişare etmeye sevk edebilmelidir. “Millet”in ortak ruhunu ve ümmet maslahatını düşününce bu gereklilik kaçınılmaz. Ama ulusalcı vatan, tarih, devlet çıkarları MHP’nin de hoşnut kalacağı şekilde düşünüldüğünde “nesnellik”ten bazı tavizler de verilmektedir. Örneğin bizler Türkiye Müslüman halkları ilk Osmanlı tarihinden bu yana 1400 yıllık bir İslami yürüyüş serüvenimizin olduğunu biliyoruz. Ve ilk Osmanlı tarih kitaplarının hiç birisinde de “2 bin yıllık bir Devlet Geleneği” diye vahyi ölçülerle de bağdaşmayan bir anlatıya yer verilmemiştir.

Mesela 15 Temmuz Direnişi’nin yıldönümünde Erdoğan’ın çoşkun hitabetini de sevinç içinde dinlerken, birden Vahşi ABD Emperyalizmi’nin ABD başta olmak üzere tüm insan hakları örgütlerinin karşı çıktığı ve Müslümanların da nefret ile yaklaştığı Guantanamo’da tutuklu Müslümanlara giydirilen “tek tip elbise” olayına FETÖ’den tutuklu insanlar için göndermede bulunması hayret uyandırmıştır.  Erdoğan bu konuyu gündeme getirirken, daha önce bir maslahat ve hukukilik incelemesi yapmadığını  da konuşmasında açığa vurdu. Diyor ki: Şu anda (o hainlerin) iyi günleri, geçen gün Sayın Başbakanımızla da konuştum, artık bunlar mahkemeye çıkarken Guantanamo’da olduğu gibi bunları da tek tip elbiseyle çıkaralım, tek tip elbiseyle.”

Barak Obama’nın bile Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Guantanamo’daki tek tip zulmünü ve adli çarpıklığı gidermek için kampanya yaptığı ama ABD derin güçlerini aşamadığı bu gayri insani durumu gündeme getirmesi oldukça garibimize gitti.  Erdoğan’ın tüm ümmet coğrafyasında ve dünyada dikkat çekecek bu tarz konuları yeterince istişare etmeden dillendirme yanlışına düşmemesi çok önemli.

15 Temmuz Darbesi’nde silah kullandığı bilinen bir tutuklunun mahkemeye -kimden ve nasıl aldığı tartışmasıyla birlikte- “Hero”  yani “Kahraman” yazan bir tşört  ile gelmesi tabii ki hak ve adalet arayışı peşinde olan herkesi ve bütün Müslümanları kızdırmıştır. Bu yüzsüz ajitatör ihanetini adeta kahramanlık gibi gündeme getirince; hem Erdoğan tahrik edilerek kaotik politikalar anaforuna çekilmek istenmiştir; hem de bu aceleci hüküm sömürgeci ABD dış politikaları cürümlerini iç yargı konumuz haline mi getiriyoruz sorusunu gündemleştirmiştir.

Guantamano”, “denetimsiz yargı”, “tutuklulara tek tip kıyafet” ABD emperyalizmin kötü örnekleridir.

Öncelikle tabii ki “Suçustü Davalar” ayrı ayrı ve hızlıca görülmelidir. Suçlu görülen tutuklular arasında hata yapılan kişi var mıdır değil midir ayıklanmalıdır. Ve “Hero Tşörtü” gibi gösterilere mahal vermeden suçlular mahkum edilmelidir. Tek tip elbise konusu da, ancak bu terör suçlusu kapsamına giren darbecilerin suçları tescillendikten sonra onlar için bir “tazir cezası” mahiyetinde düşünülebilinir. Ama suçu kesinleşmemiş hiçbir mahkuma tek tip elbise formu düşünülmemelidir. Türkiye hangi şartta olursa olsun yaptığı icraatlerde kendi üzerine ABD’nin Ebu Garip İşkencehanesi ve Guantanamo zulümhanesinin imajlarını pis bir eteket olarak takmamalıdır.

Erdoğan aynı gün ve yerde yaptığı konuşmasında “Türk milleti aman dileyene ne kadar merhametliyse, ihanetinde ısrar edene de o kadar şedittir” dediyse, öncelikle Cemaat’in veya Örgüt’ün darbeye bulaşmış ticaret erbabına tövbe kapısı açık tutulmalı, hele FETÖ ile iltisaklı hale gelmemiş Hizmet Cemaat’nin ibadet boyutlu kişileri basit suçlamalarla, FETÖ koğuşlarına gönderilip çevreleriyle birlikte militanlaştırılmamalıdırlar.

Ayrıca FETÖ örgütüyle herhangi bir bağı olmadığı halde  FETÖ’cülerin çirkin ihbarı veya Kemalist veya ırkçı bürokratların ön yargılı suçlamalarıyla haksız yere tutuklu bulunan veya işinden açığa alınan yüzlerce Müslüman bulunmaktadır. Bu kişileri dinleyen yetkililer olsa bile, mağduriyetlerin giderilmesi için on binlerce dosyaya tek tek bakılma sırasını beklemeleri gerekmektedir.  

Bildiğimiz 1960 darbesinden bu yana yaşanan darbe ortamlarında gerçekleşen bu tür asılsız iftira ve ihbarlarla canı yanan insanlar hep olmuştur. Ama 15 Temmuz gecesi hiçbir çağrı olmadan direniş saflarına koşanlar arasından da iftira veya yanlışlık sonucu FETÖ'cülükle suçlanıp bu mağduriyetleri yaşayanlar var; veya varsa öncelikle bu kardeşlerimizin mağduriyetinin giderilmesi için İslami kuruluşlar veya diğer değişiyle STK’lar mutlaka ortak bir yol açmalıdırlar.