Düz ova barışı değil, savaşı dayattı

Kurtuluş Tayiz

 

Kürt sorununda göreceli barış ortamının bozulmasında PKK’nın peş peşe gelen saldırıları etkili oldu. İpler kopunca BDP de iki ateş arasında kaldı. Öyle ki, PKK’dan daha çok BDP hedef tahtasına oturtuldu, suçlamaların odağı haline geldi. Kuşkusuz savaş kararını BDP yönetimi almadı. Akan kanın sorumluluğunu da doğrudan bu partiye yüklemek doğru değil. BDP, Kürt hareketinin güç merkezi sıralamasında Kandil ve İmralı’dan sonra gelir.

Ancak BDP’nin PKK’dan daha çok gündeme gelmesinin de haklı birtakım nedenleri var. Bunları gözardı edemeyiz. Kürt meselesinin yasal temsilciliğine soyunan, seçimlerde aldığı üç milyona yakın oyla 36 milletvekili çıkararak bunu kanıtlayan bir parti; istesek de istemesek de, gençlerin feci şekilde öldüğü bu çatışmalı ortamın oluşmasında hükümet ve PKK kadar pay sahibidir. BDP’yi bu gelişmelerin dışında tutmak bence BDP’yi yok saymak, onun siyasal varlığını inkâr etmek anlamına gelir. BDP etkili bir siyasal partidir, etrafımızda olup biten her şeye olduğu gibi, varoluş nedeni sayılan Kürt meselesine de etki etme gücüne ve iradesine sahiptir.

BDP’ye yönelik eleştiri sınırlarını aşan, tehdit ve saldırılara dönüşen söylemleri doğru bulmadığımı hatırlatmaya bile gerek duymuyorum. BDP yönetiminin sağduyusuna inanıyorum; Selahattin Demirtaş’ın iyi niyetli ve barış için elinden geleni yapmaya çalıştığı ortada. Ancak düz ovada Kürt siyasal hareketinin politikalarını belirleyen başka klik ve odaklar da var. Bu klikler, BDP liderinden daha fazla BDP politikalarının, söylemlerinin oluşmasında etki ve güç sahibi durumuna geldiler (Yanlış anlaşılmasın, burada siyaset dışı illegal unsurlardan bahsetmiyorum, siyasetin içinde olan aktörlerdir söz konusu olan). Ve BDP’yi siyasal yelpazedeki “aracı”, “köprü” olma konumundan çıkardılar. Dağ ile aradaki mesafeyi sıfıra indirdiler. Bundan övünerek bahseden bazı Kürt siyasetçiler, devletin yıllardır Kürtler arasına sokmaya çalıştığı ‘nifakı’ böylece, ortadan kaldırdıklarına inanıyorlar. Fakat bu “mesafe”nin değeri, sanıldığı gibi bir “bölme oyunu”ndan ileri gelmiyor; o ‘mesafe’, meşruiyet zeminini simgeliyor.

BDP için eleştirilecek husus varsa işte burası, o durduğu “meşruiyet” zeminini tartışılır hale getirmesidir. Bunu aslında ilk fark eden ve BDP’yi bu konuda çok ciddi olarak uyaran Öcalan oldu. Yasal Kürt siyaseti, barış görüşmeleri yapan İmralı’daki liderine “halkı zor tutuyoruz” mesajı gönderir mi? Maalesef, evet. Bu sözün “Halk savaş istiyor”dan başka bir anlamı yok. Haziran ayında gündeme gelen bu konuyu bakın Öcalan, nasıl değerlendirmiş:

“BDPliler ‘Biz halkı zor durduruyoruz, zaptedemiyoruz, onları tutmakta güçlük yaşıyoruz’ diyorlar. Kimsenin halkı zorla tutmak gibi bir görevi yoktur. Artık bu dilden vazgeçilmelidir. Senin görevinhalkı durdurmak değil, halkı demokratik çözüme, demokratik çözüm sürecine hazırlamaktır.”

BDP’nin yanı sıra Kürt siyasetinin diğer önemli bir kurumu olan Demokratik Toplum Kongresi’nin de benzer bir tutum sergilediğini hatırlatalım. Aynı günlerde, Diyarbakır’da toplanan DTK, “Biz PKK’ye ‘artık ateşkes yap’ diyemeyiz” açıklaması yapmıştı.

Dağın Öcalan üzerinde baskı ve dayatma geliştirmesini anlayabiliriz. Bunun için bazı gerekçeler öne sürebilirler. Operasyonlar vardır, gerilla kayıpları yaşanıyordur; bu o dönemde dağın tutumunu açıklayabilir.

Ama BDP ve DTK’nın tutumu asla anlaşılır değildir. Bir defa Kürtler gerçekten isyan etme noktasına gelmişse, sabırları taşmışsa BDP’nin görevi ve sorumluluğu, bu potansiyeli demokratik mücadele gücüne dönüştürmektir. Yoksa “Halkı tutamıyoruz” deyip, şiddeti körüklemek değildir.

BDP ve yasal Kürt siyaseti düz ovayı, yani barışı, demokratik siyaseti, meşru zemini temsil ediyordu, hâlâ da ediyor. Ama BDP bu sınırı zaman zaman zorlayarak, dağın şiddete ve silaha daha fazla sarılmasına yol açtı. AKP’yle siyasi mücadele vermekte zorlanmalarının bunda etkili olduğunu düşünüyorum. AKP’yle başa çıkmanın kolaycı yolunu seçtiler; daha agresif bir dil kullandılar, olmadığında da alttan alta şiddet unsurunu, dağı yardıma çağırdılar. Öyle bir hale geldi ki Kürt siyaseti, neredeyse her sıkıştığında “silah” kozunu öne sürdü.

Burada elbette AKP de masum değil; KCK operasyonları yüzünden ne kadar çok eleştirilse yeridir. Başbakan’ın her şeye tepeden bakan tutumu; zaman zaman “Kürt sorunu yoktur” nöbetine yakalanması; seçim öncesinden başlayarak tırmandırdığı milliyetçi ajitasyonu; Kürt siyasetçileri küçümsemesi, bazen aşağılaması zaten pamuk ipliğine bağlı olan barış koşullarını zorladı. Bunlar, doğru eleştirilerdir. Ancak eğer gerçekten amacımız doğrulardan bahsetmekse o zaman açıkça söyleyelim; bu eleştirilere rağmen AKP, Kürt siyasetinin meşru sınırlar içinde önünü siyasi tarihte görülmemiş derecede açtı. Kürt sorununu çözemedi ama -en azından bugüne kadar- Kürt siyasetçilerin meşruiyet zeminini terk etmesine neden olacak hareketlerden de kaçındı. Burada AKP için kayda değer bir eleştiri yapmak gerekirse, o da, İmralı’daki müzakereleri savsaklaması, yeterince iyi değerlendirememesidir. BDP’nin AKP’yi eleştirmekle birlikte, ciddi bir özeleştiriye de ihtiyacı var.

Bunu görmek o kadar da zor mu?

kurtulustayiz@gmail.com

TARAF