Duygu depremi yaşamış gibi...

Ahmet Taşgetiren

Bir konferans vesilesiyle oradaydım.

Sizinle görüşmek istiyor dediler. İlahiyat eğitimi de olan, hukuk profesörü bir arkadaşımdan söz ediyorlardı. Çok değer verdiğim bir insandı. Samimi bir dindardı.

Gece geç vakit buluştuk. Dertliydi. Parmaklarıyla sık sık "F" işareti yapıyor ve kendince büyük bir tehlikeden söz ediyordu. Bir yolsuzluk davası dolayısıyla tutukluluk günleri yaşamıştı. İzlenmişti. Mahkemelere çıkmıştı. Sanıkların masum olduğuna inanıyor, davayı "F Tipi" polis yapılanmasının marifeti olarak niteliyordu. Üstelik burada kalmıyor, Silivri'deki davaları da, böyle bir "komplo" çerçevesine oturtuyordu. Ona göre Türkiye'de bu dönemdeki kadar "hukuksuzluk" olmamıştı.

Onu dinledikçe şaşkınlıktan küçük dilimi yutacak gibi oluyordum.

Evet, yaşadığı sıkıntıyı anlıyordum, polis operasyonlarında böyle hukuksuzluklar yaşanabileceğini ihtimal dışı görmüyordum, söz konusu yolsuzluk davasında da başka şeyler dönmüş olabilirdi ama Türkiye'de kadim zamanlardan beri olan bitenler hakkında yeterli değerlendirme imkânlarına sahip olduğunu düşündüğüm, 1960'tan bu yana yaşananları sağlıklı değerlendirebileceğine inandığım, en azından son 8-10 yıla sığan mücadeleyi doğru göreceğini sandığım arkadaşımdan, tüm Silivri hadisesini, herhangi bir "ulusalcı" gibi görmesini anlayamıyordum.

Ona çok şaşırdığımı söyledim, dilim döndüğünce bir şeyler anlatmaya çalıştım ama onun yaşadığı "F tipi duygu fırtınası"nı ortadan kaldıramadım. Bir kere tutukluluk ve izlenmeler canını yakmıştı. Ne yalan söyleyeyim, onu dinlerken, bir duygu depremi yaşamış olduğunu düşündüm.

.....

Türkiye'de bir "Cemaat olgusu" bulunduğu gerçek. "Cemaat" eğitimden, ekonomik kurumlardan, yardım organizasyonlarına kadar uzanan değişik "varoluş" biçimleriyle hayatın içinde. Fark edilmemesi mümkün değil.

Gittiğim bazı yerlerde, "hizmet tutkusu"nun başka bazı oluşumların ayağına basma sonucu doğurduğu şikâyetlerine de tanık oldum. Hizmet olarak büyüseniz bile, sizin hizmet tutkunuz başka hizmet tutkuları ile tokuşabiliyor.

Bana ulaşan şikâyetleri tanıdığım dostlara ilettim.

Hocaefendi'nin, geçenlerde yaptığı, farklı hizmet gruplarıyla ilişkiler konusundaki uyarılar sanırım benzer serzenişleri de dikkate alan uyarılardı.

Ben, bazı durumlarda "Cemaat adına" gibi hareketlerle, bireysel hesapların da görülebileceği ihtimalini gözden uzak tutmam. Birisi bir operasyon yapar, kendisi içindir ama çıkarı gereği "Cemaat" izlenimi verir.

Bütün bunlar Türkiye'de mümkündür.

....

Hanefi Avcı'nın kitabı ilk haber olduğunda, kitaptan yapılan alıntılar, aklıma arkadaşımı getirdi. Acaba Hanefi Avcı nasıl bir "duygu depremi" yaşamıştı ki, böyle zamanda böyle bir kitapla kamuoyu önüne çıkmayı tercih etmişti? Doğrusu ona "Ergenekoncular tarafından ayartılmış" muamelesi yapmak aklımın ucundan bile geçmedi. Netice itibarıyla Hanefi Avcı, emniyet içinde muhafazakâr camianın sembol ismi gibi bilinir, belki de Ergenekoncular'ın boy hedefi olarak görülürdü. O şimdi, -şimdi yani Silivri'de davalar görülürken, şimdi yani kritik bir halk oylamasına gidilirken- tüm Ergenekon camiasının ana malzemelerinden olan "F Tipi" söylemiyle ortaya çıkıyordu.

Sonra kitabı okumaya başladım. Henüz bitirmiş değilim ama "Cemaat"la ilgili bölümleri okurken, bu "duygu depremi"nin ipuçlarını görmemek mümkün değil.

Hanefi Avcı bir "emniyetçi" ve emniyet içindeki tayin, terfi, tenzil, yolsuzluk operasyonları, bir noktada kendisini ve açıkça "abi" diye nitelediği dostlarını da olumsuz etkilemiş, o da bütün bunları belki de kendilerini "Cemaat mensubu" gibi takdim eden kişiler üzerinden "Cemaat"e bağlamış. Sonra bu "Cemaat"i büyütmüş ve devlet içinde devlet haline getirmiş.

Sonra kendi çizgisi açısından asıl yadırganacak olanı yapmış, "Silivri davaları""Cemaat komplosu"na indirgemiş.

Bunların tamamının yadırganmaması mümkün değil.

Sebebi şu:

Herkes Türkiye'de hükümet devirme hesaplarının her dönem bulunduğunu, 28 Şubat günlerini, AK Parti iktidarına yönelik cunta oluşumlarını vs. en iyi Hanefi Avcı'nın bildiğini düşünüyor ve o şimdi tüm Silivri'yi adeta "fasa fiso" derekesine indiren bir iddia ile ortaya çıkıyor.

Doğrusu ben Hanefi Avcı'dan, tıpkı Susurluk'ta olduğu gibi Türkiye'deki bütün derin yapıları deşifre eden bir çalışma beklerdim.

Şimdi yapılan ne?

Diyelim eli kalem tutan bir Ergenekon sanığının (Mesela Ergun Poyraz'ın) yazacağı ve Hanefi Avcı'yı da pekâlâ içine sokacağı "Devlette F Tipi yapılanma" gibi bir çalışmaya imza atıyor.

Çok önemsediğim, hatta "AK Parti hükümeti ondan neden daha çok yararlanmıyor" diye sorguladığım bir insan o ama bu kitabı yadırgadım, üzüldüm.

Ben şimdi onun yıpratılmasını ve cezalandırılmasını değil, hem Başbakan Erdoğan hem de bizzat Fethullah Gülen Hocaefendi tarafından dinlenmesini isterim.

Çocuklarını "Cemaatin okulları"nda okutan bir insan, nasıl böyle savruldu? Bunu öğrenmek ilginç değil mi? Doğrusu bir kitap da bunun için yazılabilir.

BUGÜN