Duvar

Fehmi Koru

1 Mayıs'la ilgili olarak bu yıl gösterileri Taksim'de yapma yönündeki işçi sendikaları talepleri, Ak Parti'nin kapatılma tehdidi altına düştüğü bir sırada değil de herhangi bir başka zamanda dillendirilmiş olsaydı, nasıl bir sonuç verirdi acaba? İşçiler emek gününü barış içerisinde Taksim'de mi kutlarlardı, yoksa hükümet-sendikalar didişmesi şimdiki gibi bir açmaza mı yol açardı?

Bu soruyu boşuna sormuyorum; merakımın nedenini müsaadenizle açıklayayım.

Türkiye son birkaç yıl içerisinde haklar ve özgürlükler alanında bayağı mesafe kaydetti. Anayasa ve yasalarda yapılan hayırlı değişikliklerin ülkemizin Avrupa Birliği (AB) üyesi olma arzusuyla elbette yakın ilişkisi var; ancak yine de o arzuyu sürekli sıcak tutan ve gereğini yerine getiren de bu hükümet. Önceki gece sabahlayarak Türk Ceza Kanunu'nun ünlü 301. maddesini elden geçirip biraz daha düzeltti TBMM; hükümetin yönlendirmesiyle...

Kendi çıkardığı sosyal güvenlik yasasının çalışanların aleyhine pek çok maddesini, aradan henüz bir yıl bile geçmemişken, yine bu hükümet gözden geçirerek gerekli düzeltmeleri yaptı. İşçi ve çalışan kesimlerin kendini en yakın hissedecekleri, ömürleri hep çalışma hayatının içinde geçmiş kişilerin en bol olduğu Cumhuriyet Hükümeti de bu.

Bu gerçekler ışığında baktığınızda bugünkü tabloyu okumak ne kadar zorlaşıyor, görüyorsunuz...

Salı günü partisinin grup toplantısında konuşan CHP lideri Deniz Baykal bu yıl Taksim Meydanı'nın gösteriler için açılmamasını yadırgadığını söyledi. Oysa katliama sahne olan 1 Mayıs 1977'den bu yana geçen 30 küsur yıl içerisinde kendisinin de içinde yer aldığı nice hükümetler Taksim Meydanı'nı 1 Mayıs'ta işçilere açmamıştı. Yine de yadırgamasını yadırgamıyoruz; sebebi belli çünkü: Daha önceki hükümetlerin yapamayacağı pekçok yeniliği Deniz Baykal da bugünkü hükümetten bekliyor...

Tıpkı emekçi örgütlerinin, işçi sendikalarının da önceki hükümetlerden beklemedikleri kararı Tayyip Erdoğan'ın başında yer aldığı Ak Parti hükümetinden talep etmeleri gibi...

Peki de ne oldu da başka konularda özgürlükten yana tavır belirlemede fazla zorlanmayan, zorlandığı nadir durumlarda da gerçekler hatırlatıldığında yanlışını düzeltebilen hükümet, 1 Mayıs için emekçi taleplerine kulak tıkayabildi? Nasıl oldu da kendisine yakışan davranışın ne olduğu hatırlatıldığı halde yanlışını düzeltmedi?

'Başka herhangi bir zamanda bu taleple karşılaşsaydı sonuç ne olurdu; acaba parti kapatma davasının şimdiki ters tavırda bir etkisi var mı?' sorusunu böyle bir muhakeme sonucunda sordum işte.

Eğer cevap 'Evet, etkisi var' biçiminde gelecekse vay halimize!

Ak Parti içerisinde kapatma davası sürecinde ne yapılmasına dair süregiden tartışmalarda henüz hiçbir görüş baskın hale gelmedi, ancak dışa yansıyanlar kafaların hayli karışık olduğunu düşündürüyor. Kapatma davasını 'kafayı duvara vurmak' olarak görenlerin sayısı herhalde az değil. Duvarın varlığını bir kez kabul etmeyegörün, ondan sonra her davranışınızı duvarın varlığına göre ayarlamaya başladığınızı fark edersiniz.

İşçilerin talepleri o duvar yüzünden dinlenmemiş olabilir.

Başbakan Tayyip Erdoğan'ın konuyu 'sorun' haline dönüşmeden çözmesi son dakikaya kadar mümkündü. Birkaç gönül alıcı sözü temsilcileriyle buluşacağı çalışanlar için sarf edebilir, muhataplarından kışkırtmalara karşı alınan tedbirlere yardımcı olmalarını isteyebilir ve hatta yanına yakın arkadaşlarını da alarak bir günlüğüne olsun emeğin kutsallığını kutlayanlara katılabilirdi.

Ne dersiniz, günün anlam ve önemine uygun nazik bir davranış olmanın yanında, kapatma tehdidi altına düşürülmüş bir parti için kitlelerle yakınlığını gösterme bakımından da daha iyi olmaz mıydı?

Keşke sendikalar bu durumu göz önünde tutarak fazla ısrarcı olmasalardı; bu yıl olmadıysa bunun gelecek yılı var...

Bu süreç hepimizin ağzının tadını, siyasetin de dengesini bozdu. Umarım, 1 Mayıs önümüze bakmamıza sebep alacak bir başka yanlışlığa sahne olmaz.

Yeni Şafak gazetesi