Günümüzdeki Gazze kuşatmasından bahsederken, ister istemez aklımıza tarihteki Akkâ Kuşatması gelmektedir. 12. yüzyılın sonuna doğru Müslüman Akkâ şehri, istilacı Frenkler tarafından iki yıl sürecek olan bir kuşatmaya maruz kalmış idi.
Nisan 1191’de Fransa kralı Philippe Auguste, birlikleriyle beraber Akkâ kıyılarına ayak basar. Amacı, bugünkü Siyonistlere benzer bir şekilde işgalci konumunda bulunan Frenklere/ Haçlılara destek vermektir. Onu, İngiliz kralı Aslan Yürekli Richard izler. Avrupa’dan gelen bu donanma birliklerine ait gemiler o kadar çoktur ki; direkleri adeta bir birine bitişik, sayısız kirpi görüntüsü vermektedir. Amaçları öncelikle Akkâ gibi şehir ve kaleleri, ardından da ana hedef olan Kudüs’ü Selâhaddin-i Eyyubi’den geri almaktır. İmkânların kıtlığına ve şartların tüm zorluğuna rağmen, Selâhaddin ve mücahitleri, dünyanın bir yarısına karşı adeta tek başınadır. Ve Selâhaddin, Gazzelilerin yaptığı gibi uyuyan Müslümanların yerine ölüm kalım mücadelesi vermekteydi.
Bugün istilacı İsrail’in yardımına da tıpkı tarihte olduğu gibi İngiltere, ABD ve diğer emperyalist zorba istilacılar koşuyor. Akdeniz sahillerinde konuşlandırılmış halde bekleyen ABD Gerald R Ford uçak gemisi, füze kruvazörü ve diğer küçük gemilere, İngiltere’nin Kraliyet Donanması’na ait bazı gemilerin de ekleneceği haberi bizlere, Frenklerin gemilerle Akkâ, Sur ve Beyrut sahillerine akın akın gelişlerini hatırlatıyor. Yüz binlerce Frenk/ Haçlı askeri, yanlarında getirdikleri yığınla teçhizat ve gemiler dolusu gıdayla birlikte adeta sonu gelmez dalgalar halinde kıyıya vuruyordu. Buna mukabil Akkâ kalesinde iki yıla yakın bir süre muhasara altında kalmış olan Müslümanlar; açlık, uykusuzluk, hastalık ve yıpranmışlık neticesinde teslim olma kararı aldılar. Sonrasını tarihçi İbn-i Esir şöyle anlatıyor: “ Sultan Selâhaddin, Akkâ ’da kuşatma altındaki Müslümanların canlarının bağışlanması karşılığında, bu kişiler sayısınca Frenk esirini serbest bırakacaktı. Frenklere iki yüz bin dinar fidye verilecek ve şehirde tutsak bulunan beş yüz seçkin şövalye serbest bırakılacaktı. Müslümanlar ise eşyalarıyla birlikte şehri terk edecekti. Frenkler buna razı oldular ve antlaşma şartlarına bağlı kalacaklarına dair yemin ettiler. Frenkler şehri barış yoluyla ele geçirince, yeminlerine sadık kalmadılar. Akabinde Müslümanların ellerini kollarını bağlayarak, büyük bir katliama tabi tutular. Binlercesini şehid ettiler.”1 Bu katliam, mazlum Müslümanların çığlık ve iniltileri kesilene kadar devam etmişti. Tıpkı bugün İsrail’in, yıllardır kuşatma altında bulunan Gazze’de, hiçbir kural ve insani vasat tanımadan çoğu çocuk olmak üzere yirmi binin üzerinde insanı katletmesi gibi.
Katliam ve Vahşete Mukabil Merhamet
İslam inancının, bir liderin kişiliğinde oluşturabileceği asaletin taşıyıcısı konumundaki Selâhaddin Eyyubi; kâfir bile olsalar hürmette kusur etmez, onları onurlandırırdı. Onların, yanından hayal kırıklığı ile ayrılmalarına izin vermezdi. Ümmetin zedelenmiş şerefini onaran Selâhaddin, Kudüs’ü fethedince Frenklerin Kudüs’te yaptığı katliama misillemede bulunmamıştı. Bu şanlı ve merhametli galibin hükümleri açık ve kesin idi: “ İster Frenk ister Doğulu olsun hiçbir Hıristiyan rahatsız edilmeyecektir. İstedikleri zaman Kudüs’e hacca gelebilecekler. İsteyen değerli eşyalarını yanında götürebilecektir. Yaşlı insanlar fidye ödemeden gidebilecek ve hapsedilmiş aile babaları serbest bırakılacaktır, diye emir verir. Frenk dullarına ve yetimlerine gelince; onları fidye vermekten muaf tutmakla kalmaz, serbest bırakmadan önce her birine armağanlar verir.”2 Yine başka bir kaynakta anlatılanlara göre: “ Kudüs fethedilince, kurtuluş fidyesini ödeyemeyen fakir Hıristiyanlar vardı. Patrik Herakliyus dâhil olmak üzere zengin Hıristiyanlar, fakir dindaşlarının fidyesini ödemeden gitti. Bu durumda Selâhaddin müsamaha göstermiş, söz konusu esirleri fidyesiz bırakmıştı.”3 İlginç olan şu ki; Kudüs’te Frenklerin yönetiminde yaşayan ve Latin din adamlarının sürekli aşağılamış olduğu Doğulu Hıristiyanlar, Ortodokslar ve Yakubiler, Selahaddin’den yanadırlar. Yukarıdaki tüm anlatılanlara rağmen bu yufka yürekli ve cömert sultanın; İslam’a hakaret edenlerin üzerine yürümek konusunda, nasılda gözü kara birine dönüştüğü gerçeğini de daima hatırda tutmak lazım.
Peygamberin rahmet ikliminde yetişmiş olan ikinci halife Hz. Ömer, 638’de Kudüs’ü Rumlardan teslim aldığında da benzer bir tutum sergilemişti. Tüm şehir halkının can ve mallarını bağışlamış ayrıca mabetlerine zarar vermemiş, şehri yağmalamamıştı. Hem Hz. Ömer’in hem de Selahaddin’in, Kudüs’ün düşmesiyle birlikte ‘zelil’ olan düşmanına karşı sergilediği tutum adeta bir ahlak dersi gibidir. Fakat aynı şeyleri Haçlı komutan ve askerleri için söyleyemeyiz. “ 1099 yılında Kudüs’ü ele geçiren Haçlılar, Müslüman halkı bir hafta boyunca katledip durdular. Öldürdükleri on binlerce insan arasında çok sayıda sivil, âlim ve zahid kişiler vardı.”4 İbnü’l- Kalanisi’in de belirttiğine göre: “ Hayli insan öldürüldü. Yahudiler, sinagogların içinde toplandılar ve Frenkler onları diri diri yaktılar. Evliyaların anıtlarını ve Hz. İbrahim’in türbesini yıktılar.”5
Zayıf ve zelil düşmüş düşmana karşı, müsamahalı davranma noktasında kendi ümmetine örneklik etmiş olan Hz. Muhammed’in(a.), Mekke’nin fethi esnasında gösterdiği tavır da dikkate değerdir. Yıllarca kendisine ve inananlarına zulmetmiş müşrik Mekke toplumuna karşı, en güçlü olduğu bir anda: “ Benimle sizin durumunuz, Hz. Yusuf ile kardeşlerinin durumu gibidir. Bugün sizin üzerinize herhangi bir kınama yok.” demişti. Üstelik o gün peygamberimizin Hind’ekarşı sergilediği o müstesna tavır, bugün bile insanları etkilemeye devam etmektedir.
Nitekim İslam’a karşı kitap yazarken Müslüman olan ve Hollanda’da bir dönem Özgürlük Partisi milletvekilliği yapan aşırı sağcı Joram Van Klaveren şunları söylüyor: “Hz. Muhammed’in (a.) hayatını okurken, sıra Mekke’nin fethine gelmişti. En çok merak ettiğim, Hz. Muhammed’in (a.), Hind b. Utbe’ye ne yapacağı ile alakalıydı. Çünkü Hind, Uhud Savaşı’nda peygamberimizin biricik amcası Hamza’nın (r.) vücudunu parçalamış ve bu durum Hz. Muhammed’i(a.) çok etkilemişti. Normal bir insan bu durumda intikam almak isterdi ama Hz. Muhammed’i(a.), onu affetti. Bu olay beni çok etkilendi.”6 Aynı peygamberin, İslam’a ve Müslümanlara ihanet eden, barış antlaşmalarını bozup savaş durumuna geçen düşmanlara karşı, müsamaha göstermediğini ve gerekli cezayı vermede de tereddüt etmediğini bilmekteyiz.
Öteki Dinlere Müsamaha Göstermek
İslam dini, farklı inanç ve kültürlerden gelen kişilere karşı, müsamahalı olmayı bir ilke olarak benimsemiştir. Müslümanlar müsamahayı bir lütuf olarak değil, birlikte yaşamanın gereği ve bir yükümlülük olarak görmüşlerdir. Toplumsal yapıyı sarsmamak kaydıyla inanç ve düşünceleri dile getirmenin önünü açarak; “Dinde zorlama yoktur.”7 prensibini, evrensel bir ilke haline dönüştürmüştür. Müsamaha, güçlünün zayıfa karşı; çoğunluğun da azınlığa karşı sergileyeceği bir erdemdir. Müslümanlar bu erdemi, kendi hâkimiyetleri altındaki yerlerde özellikle de Endülüs’te her üç ilahi dinin mensuplarını, bir arada barış ve dayanışma içerisinde yaşatarak göstermiştir. Müslümanlar, inançta kardeş gördükleri kişilerin dışında yer alan insanları, dinde kardeş olarak görmeseler de onları hilkatte eş görmek suretiyle, Hz. Ali’nin baktığı zaviyeden bakmayı tercih etmişlerdir.
Bu açıdan Yahudilere baktığımızda ise; kendilerinin dışındaki milletleri hilkatte eş olarak değil, ancak “ Goyim” olarak görebilmektedirler. Goyim kelimesi, Yahudilere hizmet eden hayvanlar için kullanılan bir kavram olmakla birlikte, bu kavramın kapsamındaki insanlara istendiğinde tecavüz edilebileceği, köle olarak kullanılabileceği hatta öldürülebileceğine dair bir inanç taşımaktadırlar. Bu bakış açısını; İsrail savunma bakanı olan Yoaf Gallant, katlettikleri Gazzeliler için: “Biz insansı hayvanlarla savaşıyoruz.” diyerek, devlet düzeyinde dile getirmiş ve kendince katliamlarına meşruiyet aramıştı. Üstelik Siyonistler, insan öldürmeyi yeterli görmeyerek kutsal görev addettikleri söz konusu öldürme işini, dilsiz ve iradesiz hayvanlara kadar indirgemişlerdir.8
Yine ABD ve müttefiklerinin insana bakış açısını yansıtmak amacıyla, 2003 tarihindeki Irak’a yönelik müdahalesine baktığımızda, bir milyon insanın ölümüne yol açtığını görürüz. Bu vahim tablo karşısında Batı emperyalizmi, haşere ile mücadelede hamam böceklerinin ölmesinden dolayı ne hissediliyorsa ancak o kadarını hissetmiştir. Güçlü veya çoğunluk olanların, zayıf veya azınlık olanlara dair müsamaha gösterme erdeminden fersah fersah uzak olduklarını hem Batılılar hem de Siyonistler her fırsatta göstermişlerdir. Afganistan’da görev yapan Amerikalı askeri çavuş Jeremy Morlock’un, üç sivili sırf zevk için öldürdüklerini itiraf etmesine dair haber9, işgalcilerin ruh halini göstermesi açısından önemlidir. Tekrar İsrail’e dönüp baktığımızda, hâkimiyetini elinde bulundurduğu Filistin toraklarında; telekomikasyon, elektronik harp teknolojisi, sayısız uçak ve füzeleri ile savunmasız Gazzeli sivilleri en acımasız şekilde katlederek bir çeşit soykırım uyguladığını görmekteyiz. Üstelik gıdaya, suya, elektriğe, ilaç ve sağlık hizmetlerine ulaşımı engellemek hatta hastane, okul ve mabetleri özellikle bombalamak suretiyle, yapmış olduğu zulmü anlatacak kelimeleri kifayetsiz bırakıyor.
Müslümanların, hâkimiyetini ellerinde bulundurduğu ülkelere bir göz attığımızda; geçmişi on dört asır evveline uzanan bir tarihin bakiyesi olarak yaşamaya devam eden, birçok gayrimüslimle karşılaşabilirsiniz. İbadetlerini yapmada ve mabetlerinin varlığını koruma noktasında, Müslümanların müsamahasıyla karşılık bulan gayrimüslimler, zaman içerisinde Müslümanlarla kaynaşarak bugünlere gelmişlerdir. Hatay’da, Mardin’de, Midyat’ta ve daha birçok şehrimizde yer alan faal kiliseler bu gerçeğe şahitlik etmektedir. Her ne kadar geçmişte siyasi irade veya projelerin gadrine uğramış Gayrimüslimlere dair vakalar olmuşsa da Türkiye, Suriye, Irak, İran, Kuzey Afrika Ülkeleri, Lübnan ve sair ülkelerde yaşayan gayrimüslimlerin varlığı genel kanaati bozmamaktadır. Aynı müsamaha erdemini ne Yahudiler ne de Hristiyanlar gösterememişlerdir. Bunun aksini iddia edenlere soruyoruz:
Endülüs Müslümanları nerede?
Sicilya Müslümanları nerede?
Yurtlarından edilmiş Filistinliler nerede?
Soykırıma uğramış Kızılderililer, nerede?
Hatırlarsak; Elhamra Kararnamesi ile Kraliçe I. Isabel ve Kral Ferdinand tarafından 1492’de İspanya’dan kovulan Yahudilerin, acilen sığınacağı bir ülke bulmaya ihtiyaçları vardı ve çok zor durumdaydılar. Çünkü tüm servetleri ellerinden alınmış Yahudiler, İspanya’yı terk etmedikleri takdirde engizisyon mahkemelerince idam edileceklerdi. Gerek 1492’de İspanya’dan gerekse de 1497’de Portekiz’den kaçan yüz binlerce Yahudi; başta Selanik olmak üzere Edirne ve Bursa’ya yerleştirildi. Osmanlı topraklarına yerleşen bu Yahudiler, hoşgörü içerisinde ve her türlü dini baskıdan uzak yaşadılar. Tam tersine Müslümanlar, bugün, Hıristiyan Batı’da islamofobi paranoyası ile baskı altına alınıyor ve sadece Almanya’da 7,5 yıl içerisinde mabetlerine yönelik 768 camii saldırısı gerçekleşebiliyor.10 Öte yanda Filistinlilere yönelik ırkçı ve şiddet yanlısı söylemleriyle tanınan sağcı bakan Ben Gvir, ikinci defadır Mescid-i Aksa’ya baskın düzenliyor. Bu da yetmezmiş gibi 1994’te el- Halil’de İbrahim Camisi’nde namaz kılan 29 Filistinliyi şehid edip, 150’den fazlasını yaralayan fanatik Yahudi Baruch Goldstein’i kahraman ilan ediyor. İşte Batı’nın ve onların ileri karakolu İsrail’in inanç ve ibadet özgürlüğüne bakış açısı.
Tarih boyunca Müslümanlar tarafından müsamaha görmüş olan Yahudiler bugün, muharref Tevrat’la destek bulan Siyonizm saplantısı içerisinde, tarih boyunca kendilerine kucak açmış ama bugün zayıf ve savunmasız kalmış Müslümanları, Gazze’de ara vermeksizin katletmektedir. Kelimelerin tanımlamakta kifayetsiz kaldığı vahşet ve soykırımda; ne mabet ne okul ne de hastaneler, ölüm kusan bombaların hedefi olmaktan kurtulamadı. Bu savaşta/katliamda hiçbir kural tanımayacaklarını en baştan açıklayan savunma bakanı Gallant’ın katil ordusu, henüz meleklerin kokusunu üzerlerinde taşıyan ve her biri masumiyetin birer temsilcisi sayılan binlerce çocuğun bedenini bombalarla paramparça etti. Kuvözlerde ölüme terk edilen bebekler, şehit edilen on binlerce yetişkin yetmezmiş gibi Gazze Müslümanları, aylardır açlıkla terbiye edilmektedir.
Gazze’de, Afganistan’da, Irak’ta ve geçmişte Cezayir’de ve daha da ötesinde Kızılderililerin ana yurdunda yaşanan katliam ve soykırımlara bakıp bir kez daha Hz. Muhammed’in (a) Mekke’yi fethini hatırlayalım. En güçlü olduğu zamanda bile yere düşen düşmanına şeref vermeyi bilmişti. Dahası affetmeyi ve müsamaha göstermeyi. Ve yine Kudüs’ün fethinde “ötekilere” gösterdiği tavırla tarihin günlünde taht kuran asil ruhlu Selâhaddin’i de hatırlayalım. Peygamberin rahmet ikliminde yetişen daha nicelerini…
Dipnotlar:
1- İbnü’l-Esir, El Kâmil Fi’t-Tarih Tercümesi, Bahar Yayınları, c. 12, s. 67-68, 1987
2- Amın Maalouf, Arapların Gözünden Haçlı Seferleri, Yapı Kredi Yayınları, s. 182-183-184, (2018)
3- Prof. Ali Muhammed Sallabi, Selâhaddin Eyyubi ve Kudüs’ün Fethi, Ravza Yayınları, s. 602, (2016)
4- İbnü’l-Esir, El Kâmil Fi’t-Tarih Tercümesi, Bahar Yayınları, c. 10, s.236, (1987)
5- Amın Maalouf, Arapların Gözünden Haçlı Seferleri, Yapı Kredi Yayınları, s.61, (2018)
6- www.aa.com.tr ( Ayrıca ilgili videolarda, kendisiyle yapılan röportaj izlenebilir.)
7- Kur’an-ı Kerim, Bakara suresi: 256
8- Kitab-ı Mukaddes, Ahdi Atik, l. Samuel,15/3, s.286 : “…Onları esirgeme; erkekten kadına, çocuktan emzikte olana, öküzden koyuna, deveden eşeğe kadar hepsini öldür.”
9- www.haberturk.com : ABD’li asker zevk için öldürdüğünü itiraf etti.
10- www.aa.com.tr / 11.06.2022