Yasin Aktay’ın Yeni Şafak gazetesinde yayımlanan yazısı (10 Şubat 2021) şöyle:
İskilipli Atıf Hoca dosyasını kim açmak ister?
İskilipli Atıf Hoca’nın ölüm yıldönümü dolayısıyla memleketi Çorum’da mezarı başında anma toplantısı aslında yıllardır hep düzenleniyor. Ama bu sene ilginç bir şekilde bu anma toplantısı CHP’liler tarafından, sanki ilk defa yapılıyormuş gibi, fark edildi ve bu toplantı dolayısıyla ve Atıf Hoca dolayısıyla laiklikle ilgili itikatları, takıntıları bütün hurafeleri ve cahiliyesiyle birlikte tekrar sergilendi.
Unutmuştuk, hatırlattılar. Bu vesileyle son zamanlarda AK Parti’ye, Cumhurbaşkanı’na karşı nüksetmiş demokratlığın, insan hakları iddialarının altında hala nasıl bir radikal faşizm, tahammülsüzlük ve cahiliye yattığını tekrar gösterdiler. Kendilerinden farklı düşünenlere bırakın hapis veya başka türlü hafif cezaları, yok etmeyi, idam etmeyi bugün bile reva görüyorlarmış meğer.
Devrime muhalefet dolayısıyla idam edilmiş birinin, hele bir de bir ilin valisi tarafından anılmasının Devrim Kanunları’na muhalefet, hatta Türkiye Cumhuriyeti’ni kuranlara da saygısızlık olduğundan dem vuruyor, İskilipli’nin idamının ne kadar haklı olduğunu ispatlamaya çalışıyorlar.
Bu nasıl bir perhizdir, bu ne lahana turşusudur. İskilipli ne yapmış? Eline silah alıp cumhuriyete karşı savaşmamış, sadece Şapka Kanunu’na muhalefet etmiş. Onun İslam Teali Cemiyeti Başkanı’yken yaptığı şeyler belki ana sebep olabilir, ama yargılanmasına mesnet sayılan şeyler neticede onun şapka konusundaki tutumu. Ve bu tutum dolayısıyla idam edilmiş olması cumhuriyet tarihinin en savunulamayacak, en yanlış tarafı.
Bir defa adı “şapka” olan bir devrimi bugün dünyada kime zikretseniz size gülerler. Cumhuriyetin bir müktesebatı varsa da bu elbette şapkayla veya Bülent Ecevit’in meşhur tabiriyle diğer gardırop devrimleriyle ifade edilmemeli. Hatta biraz akıl varsa o tecrübeler mümkünse unutturulmalı, çünkü ne bugünün dünyasında, aslında ne da o zamanın dünyasında savunulabilecek hiçbir tarafı yoktu. Ama oldu, bitti. Türkiye’de bu tartışma aslında cumhuriyeti kuran kadroların başka sevaplarına hürmeten unutuluyor, hatırlatılmıyor. Ama bugün birileri unutulması onların daha da yararına olacak bu akıl dışı, traji-komik faşizan uygulamayı, o uygulamanın sembol mağdurlarından biri üzerinden tekrar hatırlatmaya kalkışıyor.
Üstelik tartışmaya konu olan Çorum Valisi bence gereksiz bir hassasiyetle “tartışmalı konulardan uzak olarak ilmi yönü de olan Çorumlu bir alim olarak” diye ifade ediyor Atıf Hoca’ya olan ilgilerini. Bu hassasiyet gerçekten gereksiz çünkü görülüyor ki, biz nezaketen yapılmış olan bu büyük tarihi ayıbı, yazdığı bir makaleden dolayı bir büyük alime idamın reva görülmüş olmasını unutsak da birileri onu matah bir iş gibi savunmaya devam ediyor.
Aslında Frenk Mukallitliği ve Şapka başlıklı risalesini Atıf Hoca sözümona “Şapka Devrimi’nden” önce yayınlamıştır. Yani doğrudan bu devrimi veya uygulamaları hedef almak gibi bir kastı olmamış. Risalesinde Müslümanları amel-iman bütünlüğü ve kültürel asalet konusunda duyarlı olmaya davet eden Atıf Hoca, Kur’an ve Sünnet’teki konuyla ilgili referanslara dayanarak, Müslümanların Müslüman olmayanlara kılık-kıyafet ve kültürel alışkanlıkları itibariyle benzemeye çalışmalarının caiz olmadığını anlatmış. İnsanların inandıklarını kılık-kıyafetlerine yansıtabileceklerini, hatta yansıtmaları gerektiğini, bir Müslümanı, bir Yahudiyi veya bir Hıristiyanı kılık kıyafetinden ayırt etmenin mümkün olduğunu veya olması gerektiğini savunmuş.
Atıf Hoca’ya göre, inancın beden üzerinde temsil edilmesi, İslâmî eylem teorisinin en önemli vurgularından birisidir. Hatta bireysel beden bir inanç bütününün, belli bir inanç etrafından toplanmış bir cemaatin siyasal bütünlüğünün bir metaforu olarak kabul edilir. O yüzden Müslümanların münhasıran başka dinlere, ideolojilere ait olan işaretleri kendi bedenleri üzerinde taşımalarına karşı güçlü bir hassasiyet olmuştur.
Bu hassasiyet İslâm’ın niyet-eylem veya amel-iman bütünlüğüyle ilgili esaslı görüşünün bir gereğiydi. Aynı zamanda o günlerde taze kazanılmış bir zaferin hemen ardından, yurttan kovulmuş düşmanın yaşam tarzını, kılık kıyafet tarzını benimsemenin doğrudan bağımsızlıkla, ilgisi vardı. Bu aslında yenilmiş düşmana ruhen teslim olmaktan farksız olarak görülüyordu. Düşman denize dökülmüş ama ruhu bedenlerimizi istila etmiş, üzerimize de sembolünü şapka diye dikiyordu ve biz buna Devrim diyecektik.
Bugün kulağa nasıl geliyorsa o gün kulağa daha iyi gelmiyordu. O yüzden bu uygulamayı Türk halkı hiçbir zaman, küçük bir azınlık dışında gönüllü olarak benimsememiştir. Atıf Hoca’nın idamı Türk halkı nezdinde onu mahkum etmemiş, onu idam eden mahkemeleri mahkum etmiştir. Tıpkı Menderes’i idam edenleri mahkum ettiği gibi. Bugün o dosyanın tekrar açılmasını kimsenin talep ettiği yok aslında. Umulan, bir olgunluk seviyesinin kazanılması ve ortadaki suskunluğun suçluluk veya zayıflık olarak görülmemesidir.
Bu arada İskilipli’nin mahkemede savunma hakkını kullanmama yolunu tercih etmesinde, gördüğü bir rüyanın etkisi olmakla birlikte, yeni toplumsal düzen içinde dinini yaşamak isteyen biri olarak kendisine bir yer kalmamış olduğuna dair ümitsizliğinin de önemli bir etkisi olduğu çok açıktır.
Mahkeme salonunda hakimin şapka ve sarığı karşılaştırarak her ikisinin de bez parçasından ibaret olduğunu söylemesine karşılık, hakimin arkasındaki bayrağı göstererek onun ham maddesiyle bir İngiliz bayrağının ham maddesinin de aynı özden olduğunu söyleyerek verdiği cevap, milli ve dini sembollerin anlamına ve kökenlerine dair önemli bir noktaya ışık tutmuştur.
NOT: 1997 yılında ODTÜ’de tamamladığım “Beden, Metin, Kimlik: Modern Türkiye’de İslamcı Otantisite Söylemleri” başlıklı doktora tezimde İskilipli Atıf Hoca’ya önemli bir yer ayırmıştım. Tez savunmamda Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan da vardı. Başkalarının ne söylediği hiç önemli değil, ama onun sosyal medyada yaptığı bir açıklamaya fena halde şaşırmış olduğumu söylemek isterim.