Dursun Çiçek Cuntası

Yıldıray Oğur

İrticayla Mücadele Eylem Planı davasının 15. duruşması dün yapıldı. Gazetelerde ne kadar haber olacak, artık bu davayla kaç kişi ilgileniyor bilemiyorum.


Önce kısa bir özet:


Herşey İrticayla Mücadele Eylem Planı’nın 12 Haziran 2009’da Taraf’ta yayımlanmasıyla başladı.


O tarihten sonra üç kez tutuklanıp, iki kez serbest bırakılan Albay Dursun Çiçek, altında imzası olduğu iddia edilen (Emniyet, Jandarma raporları bu imzanın Çiçek’in elinin ürünü olduğunu söylüyor fakat belgede Çiçek’in parmak izleri bulunamadı, parmak izi konusunda Çiçek cephesinin taleplerine mahkeme safahatında tatmin edici yanıtlar gelmedi) ıslak imzalı belgenin orijinalinin savcılara ulaştırılması ve iddianamenin yayınlanmasından sonra tutuklandı ve bu tutukluğun üzerinden yedi ay geçti.


Bu sırada davalar sürüyor. Çiçek ayrıca Balyoz Darbe Planı davasında da “adı bir listeye yazılı olduğu için” sanık olan askerlerden biri.


“Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etmek, silahlı örgüte üye olmak.”


Suçlama bu.


Yani Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya ve görevini yapmasını engellemeye teşebbüs eden bir yalnız denizci Kurmay Albay Dursun Çiçek.


Tabii hükümeti ortadan kaldırmaya teşebbüs ederken ona yardım eden birkaç kişi de var.


Biri Güneydoğu’daki savaşta yaralanmış, bir gözünü kaybetmiş emekli bir asker olan avukat Serdar Öztürk. Diğeri arazisinde bu planda kullanılacak mühimmat çıkan Bedrettin Dalan. Birkaç tane de Aydınlık’ta çalışan gazeteci.


Yani iddianameye ve yedi aydır derinleştirilmeyen, üzerine yeni bir soruşturma, tanık ifadesi, gözaltı, ifadeye çağrılma eklenmeyen dava dosyasına göre bu bir Dursun Çiçek Cuntası
.


Hâlbuki ıslak imzalı belgenin orijinalini savcılara gönderen meşhur “üç kuşaktır Türk ordusuna hizmet etmiş bir aileden geldiğini söyleyen” ihbarcı subay hikâyeyi hiç de böyle anlatmamıştı.


Onun anlattığına göre plan, İlker Başbuğ’un bilgisi dâhilinde, dönemin Genelkurmay İkinci Başkanı Hasan Iğsız’ın emriyle rutin askerî hiyerarşi içinde hazırlanmıştı. Ama iddianameden bu ihbarcı subayın gönderdiği ıslak imzalı belgeye itimat eden savcıların bu hikâyeye hiç itibar etmedikleri anlaşılıyor.


İddianamede bu isimlerle dönük en ufak bir ima olmaması bir yana, aylardır hem Dursun Çiçek hem de avukatı olan kızı İrem Çiçek, 15 duruşmanın hemen hepsinde İlker Başbuğ ve Hasan Iğsız’ın duruşmalara gelip ifade vermesini istiyor. Ama savcılar bu talep karşısında sessiz kalıyor, hâkimler de bu talebi nedense bir türlü kabul etmiyor.


İhbar mektubunu gönderen ve olayla ilgili ayrıntıları en iyi bilen meçhul asker de mektubunun sonunda gerekli görülürse ortaya çıkıp ifade de verebileceğini taahhüt etmişti. Savcılar o meçhul askeri ifadeye çağırmak için de bir adım atmadı.


Peki neden?


Akla iki şey geliyor. Ya davadaki iddialar göründüğü kadar kuvvetli değil, bu iş Dursun Çiçek’le sınırlı tutulup fazla dallanıp budaklandırılmıyor.


İkincisi henüz Türkiye İlker Başbuğ ve Hasan Iğsız’ın hükümeti devirmeye çalışmakla suçlandığı bir davaya hazır değil. Bu konuda siyasi bir anlaşma var ve savcılar da bu yüzden adım atmıyor.


İkincisine en güçlü delil Genelkurmay Askerî Mahkemesi’nin Dursun Çiçek için hazırladığı iddianame.


O iddianamede askerî mahkeme, Dursun Çiçek’i şu sözlerle ‘satıyor’:


“2007 yılı YAŞ toplantılarında amiralliğe terfi edemeyen şüpheli Albay Çiçek’in bundan kaynaklanan kırgınlık ve kızgınlık sonucu, muhtemelen bazı çevrelerin kışkırtmaları ve etkileriyle TSK’yı zor durumda bırakmak amacıyla sözkonusu yazıyı hazırlayıp, aynı amaçla hareket eden bazı kişi veya kişilere ulaştırıp onların aracılığı ile yazının yayımlanmasını sağlamış olabileceği kanaatine varılmıştır.”


Yani asker kısaca aylar önce Çiçek’e “başının çaresine bak” dedi ve onu yalnız bıraktı.


Çiçek o kadar yalnız bırakıldı ki davasını hukuk fakültesinden yeni mezun olan kızı İrem Çiçek üstlendi. İrem Çiçek babasının gözaltılarına girdiğinde avukatlık belgesini bile almamıştı.


Dün davada İrem Çiçek’in yanında ABD’den gelen kardeşi Deniz Çiçek de vardı.


Onlar hepsine küsecek kadar çok ünlü ve güçlü tanıdıkları olan, seslerini gazeteler ve televizyonlardan duyurabilen Dani Rodrik ve Pınar Doğan kadar şanslı değiller.


Kaderleri tepelerde zaman zaman tepişen ve zaman zaman uzlaşan fillere bağlı.


Dursun Çiçek’in 80 yaşındaki kanserli annesi hâlâ oğlunun bir yurtdışı görevinde olduğunu zannediyor. Dün topluca davaya gelen aile annelerine bir akraba düğününe gittiklerini söyledi.


Yedi aydır dava yerinde sayıyor. Ne büyüyor ne de küçülüyor. Bu arada ilginç gelişmeler de yaşanmakta. Dört yıllık Ergenekon davaları zincirinin en zayıf halkası olan Erzincan’daki Ergenekon soruşturmasındaki Çiçek’le ilgili iddialar düşmüş gibi. Çiçek’in İrticayla Mücadele Eylem Planı’nı uygulamak için Erzincan’a gidip görüşmeler yaptığı iddiasının en güçlü karinesi olan Mazlum Otel’de kalan Dursun Çiçek’in 1977 doğumlu bir işadamı olduğu ortaya çıktı.


Savcılığın talimatıyla dinlenen başka bir Dursun Çiçek’in de işçi bir Dursun Çiçek olduğu ortaya çıktı. Polisin Albay Çiçek niyetine İşçi Çiçek ile ilgili çıkardığı ilk dinleme kararının tarihinin 9 Mart 2009 olması (Yani Taraf’ın İrticayla Mücadele Eylem Planı’nı yayımlamasından üç ay öncesi) herkesin atladığı ilginç bir detay. Savcıların ve polisin Dursun Çiçek’i çok daha uzun zamandır izlemeye aldığı anlaşılıyor.


Onların iddianamelerde yazdıklarından daha fazlasını bildikleri kesin.


Ama bildiklerinin tamamını iddianamede okumak, şüphelendikleri herkesi mahkemede görmek için daha ne kadar bekleyeceğimiz belirsiz. Ama bu davanın Dursun Çiçek Cuntası olarak böyle süremeyeceği de kesin. Umarım adaletin yerine geldiğini görmeye Dursun Çiçek’in hasta annesinin de ömrü yeter...

 

TARAF