Durdukları Yer, Savundukları Siyasî Görüşlerle Ölüme Gidenler

Iraklı güvenlik uzmanı, stratejist ve tarihçi Hişâm Hâşimî’nin suikast sonucu öldürülmesini yorumlayan Taha Kılınç, Hâşimî gibi Cemal Kaşıkçı gibi savundukları siyasî görüşler nedeniyle yok edilmenin ironik yönlerini ele alıyor.

Yeni Şafak / Taha Kılınç

Suçları Aynı

Iraklı güvenlik uzmanı, stratejist ve tarihçi Hişâm Hâşimî, önceki akşam (6 Temmuz Pazartesi) Bağdat’taki evinin önünde vurularak öldürüldü. Çevredeki kameraların kayıtlarına göre, aracını park ederken yanına gelen bir silahlı saldırgan, camdan içeri ateş ederek Hâşimî’yi başından ve karnından ağır yaraladıktan sonra, kendisini bekleyen motosiklete atlayıp sırra kadem bastı. Aynı motosikletin, bir televizyon yayınından evine dönen Hâşimî’nin gelişini uzun süre beklediği de yine kayıtlarda görülüyordu. Kaldırıldığı hastanede son nefesini veren 47 yaşındaki Hâşimî, üç erkek evlat babasıydı.

Bağdat Üniversitesi’nde tarih eğitimi alan Hişâm Hâşimî, hem İslâmî ilimler hem de modern güvenlik teorileri konusunda kendisini yetiştirmiş bir isimdi. Aktif kullandığı sosyal medya hesaplarının yanında, çeşitli Arap televizyonlarında sıklıkla boy gösteren Hâşimî, Saddam Hüseyin rejimi döneminde “siyasî görüşleri nedeniyle” hapsedilmiş, ABD’nin Irak’ı işgalinden hemen önce salıverilmişti. 2003 sonrası dönemde, özellikle Irak’taki silahlı gruplar konusunda uzman bir isim olarak öne çıkan Hâşimî, ülkede filizlenen IŞİD yapılanmasının ayrıntılı tahlili noktasında oldukça önemli bir kaynaktı. Yalnızca IŞİD’i değil, Irak’taki bütün “gayri nizamî silahlı örgütler”i radarına alan Hâşimî, bu bağlamda İran’ın finanse ettiği terör gruplarını da yakından izliyordu. Herhangi bir siyasî çevre ve partiyle organik bağı bulunmadığı için, açıklamaları dünya basınında da ciddiyetle karşılanan Hâşimî, Irak’ın halihazırdaki parçalanmışlığında ABD ve İran’ın yıkıcı rollerini yüksek sesle dile getirmesiyle tanınıyordu.

Hişâm Hâşimî’nin öldürülmesi, kendisini tanıyan ve takip edenler arasında büyük bir şoka neden olurken, bazı yakın arkadaşları, kısa süre önce onun kendilerine gönderdiği birkaç mesajı sosyal medyada paylaştı. Hâşimî, bu mesajlarda ölüm tehditleri aldığını söylüyor; hatta bazı muhtemel odaklarla ilgili kuvvetli şüphelerine yer veriyordu. Örneğin, Ğays Temîmî adlı bir arkadaşına yazdığı mesajda, “Hizbullah Tugayları, beni bazı sadık eller vasıtasıyla öldürteceği tehdidinde bulundu” diyordu.

İran’ın Irak’ta kontrol ve finanse ettiği gruplardan biri olan “Hizbullah Tugayları”, IŞİD’e benzer vahşetler sergilemesiyle ünlenen şemsiye örgüt Haşd-ı Şa’bî’nin bir parçası. (Irak’ta İran uzantılı “paralel devlet”in vurucu gücünü oluşturan Haşd-ı Şa’bî’nin Hizbullah Tugayları’yla birlikte en az altı silahlı grubu daha bünyesinde barındırdığı biliniyor.) Hişâm Hâşimî, Haşd-ı Şa’bî ve uzantılarının, Irak’ın istikrara kavuşmasının önündeki en büyük engellerden biri olduğunu sürekli vurguluyordu. Hâşimî, Hizbullah Tugayları’nın üst düzey isimlerinden Ebû Alî el-Askerî’nin ismini açıkça zikrederek, onu ve diğer milisleri, Irak’ta siyasî krizi derinleştirmekle suçlamıştı. Hâşimî’nin katlinde, tüm bu gerilimlerin rol oynamış olabileceği kaydediliyor. Nitekim, Iraklı birçok Şiî’nin sosyal medya hesapları, Hâşimî’nin ölümünü güle-oynaya karşıladıklarını gösteren mesajlarla dolup taşıyordu. Bunlardan birinde, açık açık şu cümleler vardı: “Köpek oğlu köpek öldürüldü (rahmet üzerine olmasın).”

Hişâm Hâşimî’nin öldürüldüğü haberi duyulur duyulmaz sosyal medyada başlayan kınama tufanında, Suudi Arabistan menşeli yüksek takipçili bazı hesaplar da özellikle dikkat çekiyordu. Birden bire insan hakları ve adalet savunuculuğuna soyunan bu hesaplarda, Hâşimî’nin ardından yakılan ağıtlar ve katillerine yönelik abartılı lanetler görülüyordu. Manzara, epey ironikti doğrusu: Sanki Cemal Kaşıkçı diye biri hiç var olmamış, sanki Kaşıkçı vahşice öldürülmemiş, sanki bu korkunç suikastın emri Suudi Arabistan tarafından verilmemişti. “İran’ı kınama fırsatı”nı kullanma adına, sözde hak-hukuk havarisi kesilmek, komik bile değildi açıkçası.

Garip bir tesadüfle, bugün (8 Temmuz), Filistinli ünlü gazeteci ve yazar Gassân Kanafânî’nin 1972’de Beyrut’ta öldürülmesinin de yıldönümü. Mossad’ın baş şüpheli olduğu suikastla yeniden hatırlanan Kanafânî, Ortadoğu coğrafyasında yalnızca konuşarak ve yazarak ne kadar “tehlikeli” olunabileceğinin örneklerinden biriydi. Kanafânî’nin hiç de yalnız olmadığı uzun kervana sonradan nice Cemal Kaşıkçı’lar ve Hişâm Hâşimî’ler eklendi, ekleniyor. Durdukları yer, savundukları siyasî görüşler ve hatta katillerinin kimliği birbirinden apayrı olsa da, hepsinin buluştuğu nokta ve ‘suçları’ aynı: Gidişata dair duydukları endişeye karşı, seslerini yükseltmek. En kolay, güvenli ve konforlu şey susmak ve keyfine bakmak iken…

Yorum Analiz Haberleri

Meşru olanı savunursan karşılığını elbet görürsün!
Türkiye solu neden hala Esed rejimini savunuyor?
Sosyal medyada görünürlük çabası ve dijital nihilizm
İran aparatlarının komik antipropagandalarına vakit ayırmak bile coğrafya için zaman kaybı...
Nasıl ki ilk Müslümanlar tüm zorluklara rağmen direndiyse Gazzeliler de öyle direniyor!