Batı dillerinde “sekülerizm”in, TDK’na göre “dünyevileşme”nin, Arapçaya göre “almaniyye”nin çıkış nedenleri üzerinde durulur.
İnsan yemek, içmek, uyumak gibi zorunlu ihtiyaçlarla; ayrıca varlıklara mülksel, kendi cinsinden olanlara duygusal veya tensel tarzda ve güçlü olana da tazim boyutunda ilgi duymak üzere yaratılmıştır. Kişi bu ihtiyaçlarını Yaratıcının ilettiği ölçülere göre değil de kendi sınırsız haz ve zevklerine göre gidermeye çalıştığında hayvandan farkı kalmaz. İnsanın bu zorunlu ve temel ihtiyaçlarının giderilmesinde onun fıtratını/yaratılış kanunlarını en iyi bilen Allah, vahyi ile ölçüler bildirmiştir ve insanı insan olma sürecinden bu yana mükellef tutmuştur.
İnsan ya düşünme kapasitesini kullanarak ve bu iletilen vahyi ölçüleri önemseyerek varlığını insanileştirecek, medenileştiricektir; ya da hayvanlar gibi bir idraksizlikle bu ölçüleri dikkate almayarak sadece zorunlu ve temel ihtiyaçlarını giderirken zevkini ve hazzını mutlaklaştırıp hayvanlaşma sürecine girecektir.
Sekülerizme dünyevileşme diyecek olursak, vahyin karşısında kör, sağır ve kalpsiz olan her kişi, kültür veya akım, mutlaka fıtri bir çözülmeyi ve yabancılaşmayı yaşar.
14., 15. yüzyıldan bu yana Kilise’nin yanlışlarından kurtulmak için vahyi arayışı devre dışında bırakan Avrupa’da ve Batı’da, zorunlu ve temel ihtiyaçlar, insanın haz ve zevkleri kutsallaştırılarak karşılanmaya çalışılmış; kendilerine özgü olan ekonomik-idari sistem kapitalizm de, sekülerizm kutsanarak oluşturulmuştur.
Günümüzde sekülerizmin küreselleşmesinin nedeni, büyük ölçüde kapitalizmin küreselleşmesine dayanır.
“Günümüzde sekülerizmin temel mantığı İslam düşmanlığına mı; yoksa genel olarak din düşmanlığını mı dayanır?” sorusunu da açmak gerekir.
Sekülerizm hayatını korunmuş olan vahyi bildirimlere göre değil, kendi hedonizmine göre biçimlendirmenin, Firavun gibi kendi nefsini ilahlaştırmanın yani ben merkezci bir dünyevileşmenin adıdır. Tabii ki bir Yaratıcının -korunmuş veya muharref hale getirilmiş- ölçülerini bildirmeye çalışan bütün ilahi dinlere karşıdır.
Hayatı gaybi konulardan, ibadi, siyasi, ekonomik, sosyal konulara kadar vahyi kelamla iletilen muhkem ölçüleriyle tevhid ve adalet ekseninde düzenlemek isteyen İslam’a ve Müslümanlara karşı olan sekülerizmin varlığı, onun bir alt yorumu olan laiklikten de güç almaktadır. Laikliklik dünyevileşme içinde yönetim/idare alanında da hükümlere dini karıştırmamanın adıdır. Fransız eksenli laiklik din karşıtı radikal/jekoben bir tavır alışın ekseni iken, ABD eksenli laiklik ise dine alt kimlik olarak hürmetkâr seküler bir siyasi uygulamanın adıdır. Seküler algıda dine hürmet edilebilir, dini duygular ulusal ve küresel çıkarlar için değerlendirilebilir; ama dinin vazettiği ilahi hükümler dünya işlerinden uzak tutulur. Modern uygulamada bu iki yaklaşımın sınırlarının zaman zaman birbirine karıştığı en önemli pratik İsrail idari düzenidir.
Tayyip Erdoğan’ın Mısır’da laiklikle ilgili ifadesinin laiklik ve sekülerizm kavramlarının Arapça’daki müşterek karşılığı olan “almaniyye” kavramıyla aktarılması tartışmalara neden olmuştu. Batı ve işbirlikçilerinin kuşatması altında, vesayetten kurtulma ve tedrici bir özgürleşme mücadelesine işaret etmenin anlatımı, tabii ki Batılı paradigmaya ait kavramlarla yapıldığında zihinsel olarak da, uygulama düzeyinde de önemli yanlışlar ortaya çıkmaktadır.
İnsanlığı akaidden siyasete kadar karanlıktan aydınlığa çıkartmak için gelmiş hayat kitabı Kur’an-ı Kerim de, tabii ki sekülerlik eğilimi içinde güç kazanan laikliğin en önemli düşmanı olduğu unutulmamalıdır.
Medeniliğe götüren yol hangisidir?
Dünyevileşmenin temel özelliği insan hazzını kutsamasıdır. Daha iyi yemek, daha çok gezmek, daha çok zevk almak. Kitab-ı Kerim’de hayvanların da bu şekilde yaşadığı belirtilmektedir. Sekülerizm mutlaklaştığında, insanın şeytanlaşması veya hayvanlaşması ile sıradanlaşma söz konusu olmaktadır. Oysa Rabbimiz insanı İsra Sûresi’nde “yaratıkların birçoğundan üstün kıldı”ğını belirtmektedir.
İnsanın insanlaşması, medenileşmesi sosyal, siyasi, kültürel ihtiyaçlarını giderirken zevkine veya sınırlı aklının sınırlı ölçülerine göre değil; hayatın yaratılış amacını, anlamını ve akibetini kavraması, bu konudaki doğrular uğrunda erdemli bir yaşam çizgisi takip etmesiyle olur. Sekülerizm, dünyayı seçtiği için ihtiyaçlarımızı, fıtratımızı en iyi bilen ve yol gösteren Yaratıcıdan gelen vahyi mesaja karşı kendini kilitler. Hayatın anlamı ve amacı doğrultusunda insan egoizminin ve kendi nefsini kutsallaştıran yaklaşımın kilitlerini çözenler ise gerçek medeniliğe yani yaratılış amacına göre yaşamaya çalışanlardır; yani Allah’a kulluğa adım atarlardır.
Müslümanlar için dünya, haklı ve adil olanı kavramak ve vahye göre yaşamak konusunda bir imtihan alanıdır. Fıtratımızda da yaratılmış olan dünyada da hem fücur yani kötülüğe yol açan nedenler ve ölçüler vardır; hem takva yani iyiliğe/birr’e yol açan nedenler ve ölçüler vardır.
Hayy bin Yakzan örneğinde olduğu gibi düşünce kapasitesini keşfederek insanlaşmayı hak eden kişiler de, Rabbimizin insanı yaratıp başıboş bırakmamak için anlaşılması ve ölçü alınması amacıyla yolladığı vahyi ve son korunmuş kitabı Kur’an’a kulak verenler de insanlığını ve kulluk bilincini yakalayanlardır. Ama hayvani tavır ve zevklerden ayrılamayan ve nefsi ululanması nedeniyle Kur’an’ın belirttiği aydınlık ölçülerle bağ kuramayan kişiler ise büyük zarar içindedir.
Zaten vahiy de, insanların hayvanlar gibi sadece bu dünyada yaşamak için yaratılmadığını, dünyanın meşru ölçülerde zevk ve hazlarını da yaşayacağımız ve hudulullah’a dikkat etmekle sınanacağımız bir imtihan alanı olduğunu belirtmek için gelmiştir. Vahye kulak verip vahyi ölçüler doğrultusunda hareket edenlerin bu dünyada da ahiret dünyasında da akibetleri felahtır. Sekülerizmin anaforuna kapılanların bu dünyadaki azapları, varlık ve zevk içinde yüzseler bile içsel yalnızlık ve güvensizliktir; ahiret de ise onları büyük bir azap beklemektedir.
Dünyevileşme, zenginlik içinde bedevileşme veya maymunlaşma düşkünlüğüdür.
Rüşd yaşına eren herkes hayatın anlamı ve amacıyla ilgili temel sorular sorar. Ama yaşı 17-25 çizelgesine gelip de bu soruları sormayan veya soramayan bir kişi 60 yaşına gelse bile, kendine taklidi olarak “Müslüman” dese de rüşd /mükellefiyet yaşına erememiş bir acizliği taşır.
Rabbimiz ilettiği vahyi ile Rasulullah’ı (s) kalkıp insanları uyarmaya davet eder. Müddesir Sûresi’nin girişinde görüldüğü gibi O da insanların kimliklerini temizlemeye ve her türlü itikadi-siyasi-ibadi rucz’dan yani kirlilikten hicret etmeye davet eder.
Vahyi davet’in ikinci en önemli vurgusu, iletilen vahye ve evrendeki yaratılma işaretlerine bakarak insanda var olan düşünme kapasitesini tedebbür, tezekkür, teakkul, tefakkuh gibi kavramlarla uyararak açığa çıkartmak istemesidir.
Hayatın anlamını ve hayat yolunu anlayabildiği kadarıyla Kur’an’ı bu doğrultuda okumak veya bu doğrultuda yapılan ıslah temelli çalışmalardan yararlanmak hayat yolumuzun temellerini doğru kurmak demektir. Sünnet, fıkıh, kelam konuları gibi dini anlama biçimimizde de; ibadi alanlarımızda veya siyaset, ekonomi, sosyal-medeni ilişkilerimizde de “temel ölçülerimiz” dünyevi etkilerden her daim etkilenme ihtimali olan İslam bilginlerinin yorumları olmamalıdır. Tabii ki onlardan yararlanabiliriz; ancak Kur’an’ın muhkem (anlamı açık) ayetlerini ve temel kavramlarını doğru olarak kavrayarak ve kavradığımız bu sabiteleri hayat yolumuzda temel kıstas ve ölçü cetvelleri edinerek.
Bizi hayat imtihanında felaha çıkartacak olan İslam’ı anlamanın yolu; Kur’an’ı, onun en iyi uygulama tarzı olan Muhammedi Sünnet’i, kelam ve fıkıh konularını kavrarken neyin sabite (muhkem ve delaleti açık hüküm) neyin değişken (yani yoruma, görüşe, içtihada dayanan ikincil yaklaşım) olduğunu bilmemizdir. Yorum ve içtihadlar, muhkem ayetler ve Mütevatir Muhammedi Sünnet ile çelişmediği ve onların yaşanmasında ön açtığı oranda makbul ve değerlidir. Ama hiçbir yorum veya içtihad korunmuş nass ve itikad umdesi olamaz.
Kur’an’ın temel amaçları muhkem ayetlerden öğrenmeyen; Kur’an’ın tek anlama gelen muhkem ayetlerini kavramayan; Kur’an’ın İlah, Rab, din, şahit, ıslah, millet, alim gibi temel kavramları hakkında Kur’an bütünlüğü içinde bilgi sahibi olmayan bir hidayet ve kurtuluş yolunun da sahih olmayacağı bilinmelidir. Vahyin ölçüsünü gösterdiği sahih ve tutarlı bir tevhid ve ıslah yolu izlemeyenlerin, dünyevileşmekten kaçmak adına inzivaya çekilmesinin de felah olmadığı bilinmelidir.
Dünyevileşmenin karşıtlığı bedevilik değil medeniliktir.
Dünyevileşmenin karşıtlığı ruhban ve münzevi olmak değil, muslih ve şahid olmaktır.