Merve Şebnem Oruç, Yeni Şafak gazetesindeki köşesinde “Çizgi dışı bir pazar yazısı...” başlıklı yazısında gittikçe çoğalan ve bir virüs gibi toplumu saran, ahlaki değerleri yok eden dünyevileşme hastalığını yorumlamış:
İki ay boyunca erken seçimleri, Allah ömür verdiği müddetçe de iç ve dış siyaseti konuşmaya devam edeceğiz. Ama bugün, ara sıra yaptığım gibi, bu köşenin çizgisinin dışına çıkıp farklı bir Pazar yazısı kaleme alacağım. Zira Nisan bitip Mayıs başlıyor; günün kendisi bize kışın bitip baharın, hatta yazın geldiğini apaçık gösteriyor. Uzayan günlerde doğaya bakarak doğumun, filizlenmenin ve yaşamın anlamı üzerine düşünürken buluyoruz yine kendimizi her ilkbaharda olduğu gibi.
Ama aynı zamanda birkaç bahardır da, önüne geçilemez değişimlerle karşı karşıyayız; yıkımın ama aynı zamanda yeniden yapılanmaların, büyük hesaplaşmaların, çözülüp bozulmaların ve yepyeni temeller üzerine inşa edilen yeni başlangıçların eşiğindeyiz. Sadece biz değil, tüm dünya çok hızlı olmayan ama gelişinin işaretlerini veren bir değişimle karşı karşıya... Yıkımın gürültüsüyle korkutan ama aynı zamanda kalıcı büyük dönüşümlerin yaklaştığını düşündürerek umutlandıran bir süreçten geçiyoruz.
Çoğumuz, yeryüzünde yürüyen sıradan birer insan olarak da, değerlerin, kuralların, önceliklerin, kıymetli kıymetsiz özelliklerin değişimine tanıklık ediyor, bu değişim içinde ayakta durabilme, hayatta kalabilme becerimizi, duruşumuzu, kendi ilke ve değerlerimizi, önceliklerimizi sorguluyoruz.
Bir süredir, Türk veya yabancı pek çok arkadaşımın kendilerini hak edilmemiş başarılara alan açılan, sınırsız bencilliğe, şahsi menfaatlere paye verilen bir ortamdaymış gibi hissettiklerini söylediklerine şahit oluyorum. Temel ahlaki gerekliliklerden yoksun, toplumca kabul edilen etik ve kurallara uymak zorunda hissetmeyen, popülist ve kendinden başkasını düşünmeyen insanların artarda elde ettikleri kazanımları onları şaşırtıyor; sahip olduklarını düşündükleri maddi ya da manevi kazanımları onlar yüzünden kaybettiklerini hissediyorlar. Bu da bazılarında bir melankoliye, yıkılmış bir ruh haline yol açıyor. Kimiyse kuralsız oynayarak, hakkı hukuku göz ardı ederek oynayanların gitgide daha da yükseklere tırmanmasına bakarak kazanmak için ‘öyle yapmak gerektiğine’ kani oluyor; son günlerin popüler konusu ‘deizm’ tartışmalarını andırırcasına, inanç sarsıntısı yaşıyor. İlginçtir ama, bu şikayetlerde bulunanların arasında, bir zamanlar ve bugün hala hak etmedikleri kazançları elde edenler de var.
Oysa her şey yolunda giderken, inanan ağır sınavlardan geçmezken inanmak kolaydır. Müminlerin inançlarının zelzele misali sınavlara tabi tutulduğu Kur’an-ı Kerim’de açıkça yazar. Yani, sınavdan geçenler, yalnızca haksız kazançlarla yükseliş içinde olanlar değil, hak etmedikleri mağduriyetlerle karşı karşıya kaldıklarını düşünenlerdir de aynı zamanda. Yaratan’ın gözü her zaman üzerimizdedir. Yeryüzünde yapılan hiçbir iyilik ve de kötülük, verilen ve tutulmayan hiçbir söz, hiçbir yalan, aldatmaca gözden kaçmaz. Bu yüzden fırsat düşkünleri, hak etmedikleri sıçrayışları alabildiğine uzatanlar, bugün yükseliyor gibi olsalar da, gün gelir hiç hesaplarında olmayan düşüşlere, hiç hazır olmadıkları sonlara, akıllarına bile gelmeyen vesilelerle her şeylerini kaybedecekleri bir geleceğe mahkum olurlar. Dünya hayatı bize, bir süre oyunun kurallarını esnetenlerin kazandığı bir illüzyonu gösterse bile, Kur’an’ın da özünde var olan, kul hakkı gibi temel insani ve ahlaki kurallara göre oynamak mecburiyetinin zaman değişse de değişmeyen ilk kural olduğunu eninde sonunda hatırlatır. Bir gün, belki çok geç olur, ama Allah’ın, bazılarının unutmak, göz ardı etmek istediği kuralları, kanunları, istisnasız herkesin kalbine kazınır.
Bu yüzden, böyle sınavlardan geçtiğimiz zamanlarda, an itibarıyla kayba uğramış gibi görünsek de, zafiyete kapılmamalıyız; inancımızı kaybetmemeliyiz; umudumuzu, onurumuzu, kendimize olan saygımızı yitirmemeliyiz. Kaybeden olmadığımızı anlamamız gerektiği gibi kendimizi, gerçek ve büyük savaşlar haricindeki anlamsız, manasız mevzi savaşları içinde de kaybetmemeliyiz. Maddi beklentilerimizi taçlandırabilecek fırsatları geri çevirmiş, vakti zamanında altın tepside sunulan yasak elmaları reddetmiş, görmezden gelmemiz istenen ahlaksızlıklara kayıtsız kalamamış, bir çöplüğün horozu oldu diye önlerinde diz çökmenizi bekleyenlere sırt çevirmiş olabiliriz; ama kuralsızca, ahlaksızca oynayanlar karşısında bugün zarara uğramış gibi görünsek de bizi biz yapan değerlerimize sıkıca sarılmalıyız.
Ancak bu sayede, uzun vadeli kazanımların kapısını açabilir, büyük yıkımın ardından sağlam temellere dayanan kalıcı yeni başlangıçlar inşa edebiliriz. Eğer basit kayıp-kazanç döngülerinde kaybolmak yerine, anlamayı, idrak etmeyi, ders çıkarmayı başarabilirsek ancak o zaman yepyeni dönüşüm süreçlerinin kapılarını açabiliriz. Biz de ancak bu sayede, kaybedenin, ezilenin, yok sayılanın, mağdurun, kurbanın ne hissettiğini, neler yaşadığını gerçek manasıyla hissedebilir, anlayabiliriz. Hayatta büyükler kadar küçük haksızlıkların da bir bedeli olduğunu anlamanın, açık hesapları kapatmanın, temizlenip hafifleyip yola devam etmenin ne kadar önemli bir mihenk taşı olduğunu anlamak kadar güzel bir ders yoktur, ya da bizi düşürdüğü duruma rağmen bize bunu yapanın ahlakına, seviyesine inmemeyi, onunla bir olmamayı başarmak kadar güzel bir davranış... Eksikler, gedikler, boşluklar, sahtekarlıklar, yalanlar ve göz yanıltıcı oyunlar biz lafı oturtmasak da, perdeyi çekip arkasını göstermesek de, “Kral çıplak” diye bağırmasak da gün gelir, muhakkak ortaya dökülür.
Zorluğa sabretmek, bolluğa şükretmek, zelzele zamanı inanmaya devam etmek kolay değildir. Ama hiçbir şey de kalıcı değildir. Hayatı ölüm, başlangıçları bitişler, bitişleri yeni başlangıçlar, kışları baharlar takip eder. Unutmamak gerekir, Allah adildir.