Dünyanın sekülarizasyonu

Ali Bulaç

Mükemmel bir varlıkta, fakat kusurlu bir dünyada yaşıyoruz. Maddi tabiatın bir parçası olan fizyolojik/biyolojik varlığımız toprak olan dünyevi tabiatımızdır.

Bir emr-i ilahi ile üfürülmüş olan Ruh ise ilahi tabiatımızı teşkil eder. Bu iki tabiat iki özerk kategori değil, biri diğerinde içkin bulunmaktadır. Dış vechesiyle dünya zaruri, hakiki vechesiyle baki değildir. Mutlak izafide, sonsuz sonluda mündemiç olarak bulunmaktadır.

Allah'ın varlığı vacip, varlık âlemi (ve dünya) "mümkün"dür. Dünyanın aşkın/müteal, içkin/batın ve öte/uhrevi boyutlarından tecrid edilmesiyle tasarlanan sekülerlik hakikatte "muhal"dir. Çünkü vehmin (kurgusal tasarım) ontolojik cevheri yoktur, "dinî olan"ın tersyüz edilerek taklit edilmesidir: "Onlar, yalnızca dünya hayatının zahirini bilirler ve ahiretten gafildirler." (30/Rum, 7.); "O (bütün gerçek), yalnızca bizim (şimdi ve burada yaşamakta olduğumuz bu) dünya hayatımızdan ibarettir; ölürüz ve yaşarız, diriltilecek değiliz." (23/Mü'minun, 37.) "Hayatın, üst bir ilkeye bağılılığı, ona tayin edilmiş bir amacı yoktur." (23-Mü'minun, 115.) Bir kereliğine bu hayatı yaşayacağımıza göre, ona bağlanmalı, bütün zevklerimizi ve başarılarımızı buraya sığdırmalıyız: "Siz dünya hayatınızda bütün güzelliklerinizi ve zevklerinizi tüketip yok ettiniz, onlarla yaşayıp-zevk sürdünüz." (46/Ahkaf, 20) Dünyanın bu çerçevede insan nefsi tarafından yeniden kurgulanması, dünyayı Yaratıcı'dan, bütün olan âlemden ve devamı olan ahiretten koparır ki, sekülarizasyon bu sayede kurgulanmış olur. Bu zihnî süreç sonunda "Allah merkezli âlem tasavvuru"nun yerini "insan merkezli dünya görüşü" alır.

Din, dünyadan ayrı değildir, onda içkindir. İlahi irade maddi âlemde tecelli eder, sosyal hayatta da aynı iradenin hükmünü icra etmesi insan elinin araya girmesiyle olur. O halde vahyedilenler doğrultusunda hareket edildiğinde insan elinin dokunduğu her şey bereketlenir, kutsileşir. Çünkü insan eliyle yaşanan din, dünyayı Allah'a, bütüne ve ahirete bağlar. Hıristiyan inancında "Göklerdeki Tanrı krallığı ve yeryüzündeki insanın krallığı" ayrımı olduğu için, sekülerlik, yeryüzünde insan krallığının tahkim edilmesi düşüncesidir. Ama hakikatte göklerin ve yerin mülkü (krallığı) Allah'a aittir. Gökler ve yer O'nun iken, insan nasıl bir başkasının alanını temellük etmeye kalkışır ve "Buraya Tanrı (ve dinin kuralları) giremez" diye levha asar?

İnsan, yapıp ettiklerinde, tutum ve pratiklerinde dini referans olmaktan çıkardığında; değerler alanını (siyaset, hukuk, iktisat vs.) Tanrı ve din karşısında özerkleştirdiğini iddia ettiğinde; birey kendi hayatını yaşarken ahlaki tutum ve davranışlarının kurallarını/normlarını kendisi tayin ettiğinde ve böylelikle Yaratıcı'nın mülkünde O'nun hudutlarını çiğnediğinde, sahiden de Allah'ın tabiata, hayata ve tarihe müdahil olmadığını mı zannediyor?

Batı'da sekülerliği ilk üreten manastırdır. Çatışma 11. yy.da Kilise ile krallar arasında toprak üzerindeki hakimiyet ihtilafından çıktı. O güne kadar toprak Tanrı'ya, yani Kilise'ye aitti; krallar ve laikler "vatan" fikrini öne çıkararak toprağı sekülerleştirdiler. Bu aslında Kilise'nin toprak üzerindeki hakimiyetine karşı, toprağı kralların mülkiyetine geçirmeyi hedefleyen bir işlemdi ve bunu "vatan fikrini yücelterek, vatan sevgisini kutsallaştırarak" yaptılar. "Vatan" fikri olmasaydı ne ulus devletler ne milliyetçi ideolojiler mümkün olurdu. Zaman içinde toprak gibi Kilise'nin denetiminde olan bütün dünyevi alanlar (siyaset, hukuk, bilim, iktisat, beden-cinsellik, eğlence, sanat, sinema, medya, spor vs.) dinden özerkleştirildi, bu alanların tümü insanın krallığına devredildi (yani krallar, senyörler ve burjuvazi söz sahibi oldu), böylelikle din, yani Kilise hayatın dışına çıkartıldı. Hz. İsa, İblis'e "İnsan yalnızca ekmekle yaşamaz, fakat Allah'tan bir sözle yaşar" (Matta, 4:4) demişti. Aydınlanmacılar, Kilise ile kavga ede ede Allah'ın sözünü unuttular, dünyayı ekmeğe indirgediler. Pekiyi, bunun bizim dinimizle, tarihimizle ve pratiklerimizle ne ilgisi var?

Zaman gazetesi