Ali Osman Aydın, Yeni Akit’teki yazısında bir babanın intiharı etrafında şekillenen son derece vicdansız ve körleştirici tartışmalara değinerek siyaset, bürokrasi ve medyaya hakim olan kibir ve gösterişin birey ve toplumu nasıl bir bataklığa sürüklediğini/sürükleyeceğini izah ediyor. Yoksul kesimlerin haset ve öfkesini kabartan davranışların müreffeh bir sınıfın hayat tarzına dönüştüğü günümüzde babaları, anneleri ve evlatları nasıl acımasızca ezdiğini özetliyor.
Ali Osman Aydın’ın Yeni Akit’teki köşesinde yayınlanan konuyla alakalı yazısı (25 Eylül 2018) şöyle:
Dünyanın En Pahalı Pantolonu!
Gün geçmiyor ki içimizi paramparça eden bir haberle karşılaşmayalım. En son oğluna okul pantolonu alamadığı için kendi canına kıyan bir babanın dramını okuduk. Tanıdık bir dram. İçimiz yandı. Bir insanın, bir babanın düştüğü bu durum yutamadığımız bir lokma olup boğazımıza oturdu. O kahrolasıca pantolon hepimizin kabusu oldu.
****
Allah o ailenin geride kalan fertlerine sabırlar versin. Altında yatan o kopkoyu dramı görmeden sadece “intiharı” dillerine dolayarak bunda politik bir yön arayanlar, unutmayın ki insanız… Zaaflarla, hatalarla kaimiz. Ne zaman ne yaşayacağımız, başımıza nelerin geleceği, hayatın acımasız şartlarının bize neler icbar edeceği belli değil! Burun kıvırmak, kulp bulmak yerine, anlamaya çalışın. Bu insanın hakikatine daha yaraşır bir davranış çünkü.
****
Fakat en az bu elim intihar kadar içimizi acıtan başka şeylerde oldu bu arada. Mesela bazı devlet organları daha olay sıcakken baba hakkında “psikolojisi bozuk” dediler. Sanki geçirdiği trafik kazasından dolayı çalışamayan, kredi borcunu ödeyemeyen, oğlunun okul pantolonunu alamayan bir babanın psikolojisinin yerinden olması mümkünmüş gibi…
****
Tuzu kuru bazı medya organları ve vicdanlarını bir palto gibi askılığa asmış bazı yazarları tarafından bu tür konularla ilgili öyle bir kara propaganda yürütülüyor ki anlamlandırmak, insaniyetle tevil etmek mümkün değil. Onlara göre “hak” arayan fitneci oluyor, “hakkım” diyen bölücü oluyor, “hakkımız” diyen “it” oluyor…
****
Savaş bölgelerinde çekilmiş fotoğraflar hepimizin yüreğini yakar. Fakat o fotoğraflar içinde bazıları vardır ki sanki beynime ağır bir yumruk yemiş gibi hissederim gördüğümde. O fotoğraflar, savaşın orta yerinde bütün babalık iktidarı ellerinden alındığı için evlatlarını koruyamayan, doyuramayan babalar ve onların mahzun çocuklarına aittir. O fotoğraflar dizlerimin bağını çözer. O babalara, onların yüzlerine odaklanırım…Ve yanı başlarına sığınan çocuklarına… Babaların çaresiz çehreleri, içlerinde kanayan derin yarayı saklayan bir paravan gibidir sanki. Onlar yanı başlarındaki çocukların masum dünyalarının, kudretli krallarıdır. Her şeye hakim, her şeye gücü yetebilecek, her kötülüğü yenebilecek ve her zaman sofranın baş köşesinde ağırlanacak krallar… Oysa savaş, babaların krallıklarını yerle yeksan eder. Babaları varil bombalarından daha fazla yaralayan, evlatlarının gözünde o babalığa özgü, o çok tabii, o çok babacan gücü sergileyememektir. O güçten mahrum edilmektir. Çocuklar o kral babalarının bombalara gücü yetmediğini görünce, yaralanırlar. Onları dünyanın kötülüklerinden koruyan bir duvar çöker sanki. Bu yüzden babaların krallıklarını çiğneyenler, çocukların duvarlarını da yıkmış olurlar.
Ekonomik gücünü yitirmiş bir babanın oğlu karşısındaki düşüşünü kendi ölümüyle takas etmekten başka yol bulamayışına, dramatik bir olay gibi, daha insani yaklaşılması gereken bir durum gibi değil de, politik bir olay gibi yaklaşıyorsak, durup kendimizi, insanlığımızı bir sorgulayalım. Politikanın bizi birbirimize karşı ne denli körleştirdiğini anlayalım.
****
Cebinden çıkan 20 TL’ye rağmen, İsmail Devrim’in hazin ölümü arkasından “bozuk psikoloji” teşhisi koyanların, sol fraksiyonlar meseleye sahip çıkıyor diye dramı görmezden gelenlerin, “Okulun kıyafet uygulaması yokmuş” diyerek suçu babaya yıkmaya çalışanların hali, bir suç mahallini polisten önce temizleyerek ortada delil bırakmamaya çalışan kişinin haline benziyor. Bunu yapacağımıza, sefaletin girdabına kapılmış o babayı anlamaya çalışalım. Bir pantolona dünyanın en yüksek bedelini ödeyen o babayı… Yaptığını onaylayalım demiyorum, sadece hissettiklerini anlamaya çalışalım. Belki bu, kalbimizi yumuşatır.
Bir toplumu kenetleyen şeylerden biri de o toplumun ortak acılarıdır. Birbirimizin acısını anlayamayacak hale geldiğimizde, bir tespihin ipi çekildiğinde taneler nasıl dağılıyorsa, öylece dağılıp savrulmamız işten bile olmaz.
Yaşanan acıları, yaşayanların siyasi görüşlerine göre dikkate almak aramıza duvarlar örüyor. Adalet duygusunu yok ediyor.
Bu anlamda gazeteci Cihat Arpacık’ın olaya ilişkin sosyal medyada paylaştığı tespit bir gerçeğin altını çiziyor : “İsmail Devrim iş kazası sonucu çalışamayacak hale gelmiş. Böyle kazalar olmasın diye gösteri yapsa ‘örgütlerin maşası, sermaye düşmanı, ülkeyi karıştırmaya çalışan zararlı cemiyetlerin muhibbi’ denilecekti. Sessizce öldü. İnsanlar böyle ölünce, yumuşak vicdanlarda yer buluyor”
Haksız mı?
TELEVİZYONUN LALE DEVRİ DEVAM EDECEK Mİ?
İbn Haldun Mukaddime adlı eserinde Hz. Ömer’den bir vaka nakleder. Buna göre Halife, ihtiyacı aşan lüks ve gösterişe dönük binaların yapılmasının önlenmesine ilişkin bir emri valilerine iletir. Iraklı alim Maverdi’de varlıklı kesimin ihtiyacın ötesinde yüksek ve gösterişli binalar yapmalarını önlemeyi devletin görevleri arasında sayar.
Neden?
Çünkü bu gösteriş, bu sergilenen zenginlik, bu göze sokulan servet, bu bin bir gece masallarını aratmayan sefih yaşam zengin sınıflarla yoksul sınıflar arasındaki anlayış yolunu kapatacak ve toplumsal gerilimi artıracaktır. Tıpkı Fransız ihtilali öncesindeki gibi yoksul sınıfların haset ve öfkesi zengin ve de gösteriş budalası sınıflara yöneltecektir. Bakıldığında bizim dizilerimizin de asıl yıldızı, gösteriştir. Diziler yalılarda, konaklarda, holdinglerde, malikanelerde geçer. Milyonluk spor arabalar, milyonluk doğum günü hediyeleri, akla gelmedik savurganlıklar, şımarıklıklar dizilerin rutinidir. Tevazu uğramaz dizilere. Tutumluluğa rastlanmaz.
Çocuğuna pantolon alamadı diye canına kıyan babaların yaşadığı bir memlekette, lisede okuyan çocuğuna spor araba alan babaların hikayeleri anlatılır televizyon kanallarında. Çocuklarının milyonluk şımarıklıklarını anlayışla karşılayan babalar, doğum günü için özel uçak kiralayan sevgililer, ayaklarına dünyalar serilen eşler ve onların küstah dünyaları işlenir dizilerde insanların gözüne sokar gibi...
Çocuğuna pantolon alamayan, çocuklarının karnını doyuramayan babaların yaşadığı bir memlekette bir köpek-evet köpek- oynadığı dizide her bölüm için dört bin lira alıyor. Çocuğunun, karısının en temel ihtiyaçlarını karşılayamayan insanların yaşadığı bu ülkede karısına altmış milyonluk ev alan züppelerin haberleri yapılıyor. Magazin programları ünlülerin yeni arabalarının reklamlarını yapıyor… Otuz binlik çizmeler, yüz binlik montlar, bir reklam filminden alınan milyonlar, ABD’de yapılan doğumlar, Paris’te yapılan düğünler Ana Haber bültenlerinden eksik olmuyor, çocuğuna pantolon alamadığı için kendini öldüren babaların yaşadığı memlekette… Babalar, yoksullar ezim ezim eziliyorlar güç ve görkemle… Ama siz fil dişi kulenizde bunlara değil de, hakkını arayanlara, kendine kıyanlara sövün…