Ali Osman Aydın / Yeni Akit
İbn Haldun’a göre toplum ve iktisat
Prof. Dr. İbrahim Erol Kozak’ın ekonomi toplum ilişkilerini İbn Haldun üzerinden incelediği güzel ve maalesef yeni baskısı olmayan bir kitabı var, adı: “İbn Haldun’a göre İnsan, Toplum, İktisat”
Bu önemli kitabın birinci bölümü Gazzali’nin şu harika sözüyle başlıyor:
“Dünyadaki tüm fenalıklar şu üç şeyden doğar: Haksız kazanç, gerekli yere harcamama ve gereksiz yere harcama.”
İbn Haldun’un görüşleri üzerinden gelir ve servet dağılımına değinen, iktisadi ve sosyal gelişmeyi engelleyen kişilik özelliklerini mercek altına alan, devletin iktisadi hayattaki yerini sorgulayan ufuk açıcı bu kitap yüz seksen sayfalık hacimli bir dipnot bölümüyle son buluyor.
Hukuk Tarihi, Hukuk Felsefesi ve Sosyoloji konularında da eserler yazan Kozak’ın kaleme aldığı kitap, günümüz devlet, iktisat ve toplum ilişkilerine dair çok çarpıcı şeyler söylüyor. Zorba yönetimlerin doğasını, refah toplumunun koşullarını bütünlüklü bir şekilde analiz ediyor. Kitaptan bazı bölümleri, bugünkü finansal meseleleri daha iyi anlamak adına sizlerle paylaşmak istiyorum.
****
“İbn Haldun, siyasi baskı ve zulmün, insanlardaki iktisadi faaliyette bulunma istek ve arzusunu körelterek iktisadi gelişmeyi engellediği görüşündedir. Kişilerle siyasi otorite (devlet-hükümdar) arasındaki ilişkinin; genel sosyal ve siyasi şartların fert üzerindeki etkisinin; başka bir ifade ile iktisadi kalkınmada ferdi ve psikolojik faktörlerin önemini İbn Haldun şöyle ortaya koyar : Devletin ilk kuruluş dönemlerinde kişileri, yöneticilerle halkı birbirlerine bağlayan bağlar, ortak ideal ve değerler çok güçlüdür. Hükümdar ve diğer yöneticiler, halkın hak ve özgürlüklerine saygılıdır; onlara zulmetmezler. İdareciler halka şefkat ve merhametle muamele ederler. Böylece halkın çalışma, başarma şevk ve arzusu artar. Bu dönemlerde bir iktisadi faaliyette bulunma arzusu, kalkınma heyecanı, teşebbüs ruhu, tüm halkı ve ülkeyi sarar; tüm üretici güçler, kaynaklar kalkınmanın hizmetine sunulur. Devletin şefkatli ve iyiliksever olması sayesinde teb'anın emel ve ümitleri artar, neşe ile yurdun imarına çalışır ve bu imarın sebeplerini hazırlamaya girişirler. Bunun bir sonucu olarak, yurt bayındırlaşır ve genişlik husule gelir. Nesiller artar, nüfus çoğalır.
Zamanla yöneticiler lüks ve israfa, tekellüflü hayata sapıp masrafları arttıkça halka karşı sert ve zalimce davranmaya başlarlar. Bu çeşit zulüm ve ağır vergilerden özellikle tarımla uğraşanlar zarar görür, Devlet mal ve mülklere el koyar, son derece ağır vergiler halkı perişan eder. İnsanlık onuruyla bağdaşmayan bu şartlar, kişileri zelil ve miskin bir duruma düşürür, onlardaki çalışma ve kazanma azmini azaltır veya yok eder. Halk çalışmayı bırakır, tarlalar ekilmez olur, ülke sosyal, siyasi ve iktisadi yıkıma gider.
İbn Haldun'a göre, halkın iktisadi bakımdan gayretli, aktif olmasını engelleyen zulmü geniş mânâda anlamak gerekir. Halkın mallarına el koyma şeklinde ki en kaba zulmün yanında, işçinin ücretini eksiltme, çok az da olsa herhangi bir şeyi halktan haksız yere talep etme, şeriatın yüklemediği bir vecibe ile halkı mükellef kılma, haksız olarak vergi toplama, halkı zorla, karşılığını ödemeden bir işte çalıştırma (angarya), “halkın malını zorla, ucuz fiyattan satın alma veya devlete ait mal ve ticaret eşyasını yüksek fiyatla almaya zorlama” vs., bunların hepsi zulümdür; halkın çalışarak yurdu imar etme emel ve ümitlerini kırar ve yurdun bayındırlığını giderir.
Ancak, halkın iktisadi zihniyetinde, çalışma şevk ve arzularındaki bu değişme ani olmaz; yavaş yavaş gerçekleşir. Devletin adaletli, halkın hak ve hürriyetlerine saygılı olmasının iktisadi bakımdan canlı, aktif bir zihniyet ve ruh oluşturması veya bunun tersi; uygulanan zulüm ve aşırı vergilerin, üzerlerine ölü toprağı serpilmişçesine tüm halkı, “emel ve ümitleri kırık, karamsar, yılgın, ezik ve aciz bir hale dönüştürmesi, tedrici bir şekilde vuku bulur. Bu sonuçların ortaya çıkması bazen bir veya iki neslin geçmesini de gerektirebilir. Böyle olunca, devletin zenginliğinin mümkün olduğu kadar devlet masraflarını azaltarak hazineyi parayla doldurmak ve saklamakla artacağını zannetmek büyük hatadır.
Tam aksine, zenginlik, devletin mali kaynak ve imkânlarının halkın içinde bulunduğu elverişsiz şartların iyileştirilmesi yolunda kullanılması ve ülkedeki korku ve zulüm şartlarının ortadan kaldırılması; böylece halkın yukarıda açıklandığı şekilde, iktisadi bakımdan canlı, aktif, üretken bir hale gelmesi ile artar.”
****
İbn Haldun, teşkilatlı bir siyasi otoriteye, başkalarının koyduğu kurallara uymak zorunda kalmanın, kişilerde hür ve bağımsız bir şahsiyet yapısının oluşup gelişmesini engellediği görüşündedir: İnsanlar, sayıları çok az bir idareci zümre tarafından, onların tesbit ettikleri kurallara göre yönetilirler. Bu durum, yöneticilerin adil ve yumuşak bir tavırdan (rifk ve mülayemetten) uzaklaşmaları ve zulüm baskı, şiddet (şiddetle nåsı tazyik ve muaheze) yolunu seçtikleri ölçüde, kişilerdeki kendine güven, şecaat ve atılganlık duygularını zayıflatır.
Bu kişiler şahsiyetleri ve izzet-i nefisleri kırık, eziklik ve zilleti kabule hazır, kendilerini koruma cesaretinden yoksun bir özellik taşımaya başlarlar, Buna karşılık, şehirlerden uzakta, kurumlaşmış bir siyasi otoriteye tabi olmadan yaşayan göçebelerde bu çeşit zaaflar görülmez; onların asabiyyet duyguları güçlüdür.
İbn Haldun, siyasi otoriteye ve onun koyduğu kurallara uymanın kişilerin psikolojisi ve şahsiyet yapıları üzerinde meydana getirdiği kötü etkilerin giderilmesi veya azaltılması için şu yolu tavsiye eder: Uyması gereken toplum kuralları, bu arada dini ve ahlaki kurallar-kişiye öyle sunulmalı ki, kişi kendisine dışardan telkin edilen kurallara zorla uyduğu, hürriyetini kaybettiği hissine kapılmadan, bunları tabii bir süreç içinde, içtenlikle, kendiliğinden benimsesin, özümlesin. Öyle ki, kişilerle kurallar özdeşleşsin ve kişide kendi dışındaki kişi veya kurumların güdümüne girme zorunda bırakıldığı hissi uyanmasın. Böyle olursa, kişilerin insanlık onurları, şahsiyet bütünlükleri ve hürriyetleri zedelenmez. İbn Haldun'a göre, göçebelerde toplum kurallarını öğrenme ve onlara uyma, şehirlerde olduğu gibi, ceza tehdidiyle ve zorla değil; böyle tabii bir süreç içinde, kendiliğinden gerçekleşir. Bu yüzden de onların ruh sağlığı daha iyidir.”