Yasin Aktay / Yeni Şafak
Eşkıya dünyaya hükümdar olmuş ama Gazze direniyor
Gazze’nin bütün dünyanın kilit taşı olduğunu ve orada şu anda yaşanmakta olan hareketliliğin bütün dünyanın düzenini allak bullak ettiğini kaydetmiş olduk. Dünyanın her tarafında insanlar Gazze’de ortaya serilen gerçekler sayesinde bütün dünya düzeninin inanılması zor bir ikiyüzlülükle yönetiliyor olduğunu görüyor.
Üç yüzyıldır insanlara anlatılan aydınlanma, modernleşme, hümanizm, demokrasi, eşitlik, adalet insan hakları gibi değerlere dayalı dünyanın nasıl insan ayırdığını ve özünde bütün bu değerlerin nasıl bir ırkçılığı örtüyor olduğunu görüyorlar.
Dünya yeni bir aydınlanma yaşıyor Gazze sayesinde. Tabii, dünyanın bir kesimi demek lazım. Yoksa dünyanın bir başka kesimi bütün bu yaşananlar karşısında daha derin bir gaflet, delalet ve alçalma içinde yaşamaya devam ediyor. Hatta Gazze’de yaşananlar dünyanın önemli bir kesiminin körlüğünü, sağırlığını, hakikatler karşısındaki duyarsızlığını daha da artırıyor. Bunlar kuşkusuz bu olup bitenlerin sorumlusu. Gazze, böylece dünyanın bugün üzerine kurulu bu çelişkiyi daha da görünür hale getiriyor, bu çelişkinin küresel ölçekte bir çatışmaya dönüşmesi için bütün zemini hazırlıyor.
Bu çatışma ortamında tarafların arasında bir diyalogun olma ihtimali bile yok. Irkçı faşizm hiçbir zaman diyalog kurmaz. Kendisini üstün gördüğü iddiasını tartışmaya açmıyor bile. O kadar üstenci, o kadar bağnaz, o kadar kibirlidir. Bugün Gazze’de yaptıklarını gayet normal gösteren bir vehim dünyasında yaşıyor ABD’li veya İsrailli Siyonist ırkçılık. İşgalci olduğu topraklarda insanların direniş hakkını pişkince terörizm olarak görüp kendi varoluş hakkına bir saldırganlık olarak da sunabiliyor.
Hani, “bunun da savunulabilir tarafı var mı artık?” dediğiniz yerde çocuğuyla, kadınıyla, doktoruyla, öğrencisiyle, gazetecisiyle, insani yardım gönüllüsüyle katledilen Gazze halkının direniş eylemlerini terörizm, onların katledilmesine itiraz edilmesini anti-semitizm olarak niteleyebiliyor.
İnsanlık aklını çileden çıkaran küstahça bir duruş bu. Yok, bu duruşla konuşulacak hiçbir şey yok. Zaten konuşmaya niyeti de yok. Buna yapılacak tek şey yüzüne tükürmek ve onun barbarca saldırılarına direnmek.
Soykırımcı İsrail’e şimdiye kadar sınırsız destek vermiş olan ABD’de üniversiteler tarihlerinin en yaygın ve en geniş katılımlı protestolarına sahne oluyor. 1968 olayları ve Vietnam konusunda yaşananlardan daha geniş boyutlara varmış durumda ve o zamandan beri de üniversiteler böyle bir protestoya sahne olmuş değil? Aslında bu durum bile başlı başına Amerikan demokrasisinin nasıl Siyonist ırkçı despotizmin rehini haline gelmiş olduğunu gösteriyor. Dünyaya demokrasi satan ABD’de şu anda yönetimdeki demokratların başkanı olan Joe Biden halihazırda İsrail’in soykırım suçunun doğrudan ortağı. Şimdiye kadar verdiği açık desteği İsrail’in Refah’a saldırısı halinde sürdüremeyeceği yönündeki, özü itibariyle son derece ikiyüzlü, insanları aptal yerine koyan itirazımsı sözlerine karşılık Cumhuriyetçilerin başkan adayı Trump hemen İsrail savunmasına geçti ve “herhangi bir Yahudi bundan dolayı Biden’a oy verirse kendinden utanmalı, Biden, İsrail’i tamamen yalnız bıraktı, yaptığı şey utanç verici” diyerek ABD için bütün seçeneklerin “Siyonizm veya daha fazla Siyonizm” seçeneklerinin içine hapsedilmiş olduğunu göstermiş oldu. Trump kendini tutamayarak Başkanlık seçimlerini kazandığı taktirde İsrail karşıtı üniversite öğrencilerini sınır dışı edeceğine söz de verdi. Amerikan vatandaşları arasında Siyonist politikacılardan birini tercih etmek istemeyenler için başka seçenek yok. Genlerinde ırkçılık, katliamlar, cinayetler, soykırımcılık, yalan-dolan ve Siyonizm olmayan bir seçenek sunulmuyor bu vatandaşa. Amerikan demokrasisinin sınırı buraya kadar işte.
Amerikan Kongresi’nde Cumhuriyetçilerin en güçlü isimlerinden biri olan Senatör Lindsey Graham ise, 12 Mayıs Pazar günü NBC News’e verdiği mülakatta, “İsrail’in Hamas’a karşı tıpkı ABD’nin, 2. Dünya Savaşı’nda Japonya’ya yaptığı gibi atom bombası atması gerektiğini” söyleyerek çıtayı daha da yükseltti. Bir kez telaffuz edildiyse bu beklenebilir. Yaptıkları yapacaklarının teminatıdır bu faşistlerin.
Graham sözlerini mantıkla da, örneklerle de temellendirmekten geri durmamış: “Pearl Harbor’dan sonra, Almanlar ve Japonlarla savaşırken, ulus olarak yıkımla karşı karşıya kaldığımızda, savaşı Hiroşima ve Nagazaki’yi nükleer silahlarla bombalayarak bitirmeye karar verdik. Bu doğru bir karardı. İsrail’e de, savaşı sona erdirmesi için ihtiyaç duyduğu bombalar verilmelidir. İsrail, kaybetmeyi göze alamaz. Öyleyse İsrail, bir Yahudi Devleti olarak hayatta kalmak için ne gerekiyorsa, yapılmalıdır.”
İsrail orada işgal politikalarından vazgeçemez, bu politikada kaybedemez ama milyonlarca insan, çoluk, çocuk, kadın, yaşlı Filistinliler ölebilir. Bunun onlar için hiçbir sakıncası yok.
Öyle görünüyor ki, bakış açısındaki fark ve çelişki iyice derinleşmiş durumda. Bu bakış açılarını telif etmenin imkânı görünmüyor… Ne argüman, ne delil, ne yeni bir bilgi… Bütün bilgiler elde olsa bile hepsi birden bu faşizan bakışı daha da derinleştirmeye yarayacak. Bilginin hiçbir işe yaramıyor olması, çok acı ama doğrusu insanlık tarihinin her zaman en trajik yanını oluşturuyor.
İsrail için gerekirse bütün insanlığı yakmayı göze alan bu cani bakış açısı, İsrail’in cinayetlerinin sorumluluğunu da Hamas’a yıkmaktan geri durmuyor. Dünyaya hâkim olmuş bu eşkıya küstahlığının karşısında Recep Tayyip Erdoğan’ın Hamas’ın terörist değil ancak bir kuva-yı milliye hareketi olduğunu söylemesi hiç de azımsanacak bir duruş değildir. Gazze’ye hiç de azımsanacak bir destek değildir.
Bu sesi takdir edip daha da desteklemek yerine sürekli suyu bulandırmaya çalışarak Türkiye’nin yapmadıkları veya yapamadıkları üzerinden neredeyse Gazze’ye ihanet edenlerle aynı kefeye koymaya çalışanların Gazze için kalplerinin bir milim titrediğini kimse söyleyemez. Onlar için Gazze bile bir siyasi geçim kapısı olduğu ölçüde ilgilenilecek bir konudur.