Dünya Bülteni’ne Esed Propagandasına Alet Olmak Yakışıyor mu?

Dünya Bülteni'nin günlerdir ana sayfasından yer verdiği Mehmet Mercan imzalı yorum-analiz Esed vahşetini örtme çabasının en tipik örneklerinden birini sunmakta.

HAKSÖZ-HABER

Suriye tam dört yıldır korkunç katliamlara sahne olan ve buna rağmen dünya ölçeğinde olduğu gibi, Türkiye’de de ısrarla görmezden gelinme çabalarının sürdürüldüğü bir gündem. Esed rejimini farklı saiklerle destekleyen, arkalayan güçler zulmü perdeleme gayretiyle dört koldan çalışmakta, gözler önünde cereyan eden katliamları bile mazur gösterme çabasından geri kalmamaktalar.

Şüphesiz gerek mezhebi kaygılarla, gerekse de Suriye muhalefetinin İslami kimliğine olan laik-sol veya liberal düşmanlık nedeniyle Esed rejimine sempati duyan kesimlerin tutumlarını anlamak zor değil. Acı olan İslami camia içinde de bu tür propagandaların şu veya bu ölçüde etkili olması. Bunun her düzeyde sayısız örneğiyle sürekli karşılaşıyor ve hüzün duyuyoruz.

İşte İslami kimlikli bir medya organı olan Dünya Bülteni haber sitesinde yayınlanan bir yazı bu durumun tipik bir örneğini sunmakta. Mehmet Mercan imzalı ve Şam’dan servis edilen yazı baştan sona Esed rejiminin tezlerini haklılaştırma gayretini yansıtmakta.

Aslında yazının zaten kafir-zalim rejimin işgali altındaki Şam’ın merkezinden yazılmış olması fazla söze gerek bırakmıyor. Milyonlarca mazlumun kaçtığı, kaçmak zorunda kaldığı bir rejimin merkezinde oturup tahlil adı altında yazılan bir propaganda yazısının İslami bir yayın organında yayınlanması ise asıl çelişkiye, çelişkimize işaret ediyor.  

Yazıda dile getirilen bir dizi tezi, iddiayı, iftirayı ayrıntısıyla ele almaya, tartışmaya gerek görmüyoruz. Bu hakikaten gereksiz bir uğraş olur ama tek bir konuyu hatırlatmanın, sormanın yeterli olacağına inanıyoruz.

Yazıda evlerini terk etmek durumunda kalan Suriyelilerin çoğunun rejimin kontrolü altındaki bölgelere sığındığına söz ediliyor. Şam kırsalından Şam’ın merkezine olan yoğun göçten söz ediliyor. Bunun sebebi olarak da muhalif örgütlerin hakimiyetindense Esed rejiminin tercih edildiği iddia ediliyor.

Yuh artık! Hadi ülke dışına çıkabilen milyonlarca insanı görmezden geldiniz; peki örneğin Şam kırsalından insanların Şam’ın merkezine kaçmasının gerekçesi açık değil mi? Gece gündüz varil bombalarıyla, füzelerle katliama uğratılan bölgelerde yaşayan ve ülke dışlına çıkma imkanı bulamayan insanların tepelerine bomba yağmayacak bölgelere yönelmesi anlaşılır bir şey değil mi?

Sadece bu olgu bile rejimin ne kadar vahşi olduğunu göstermeye yeterken, bu zalimliği rejime meşruiyet atfetmek için kullanmaya kalkmak tam bir Şam şeytanlığı olsa gerek! Acı olansa bu zalimliğe Dünya Bülteni’nin alet olması! 

Dünya Bülteni'ndeki ilgili haber:

Suriye'de savaşan taraflar ve son durum (II)

Suriye'de göçler sonucunda yönetimin hakim olduğu bölgelerde yaklaşık 15 milyonluk bir nüfus yaşıyor

Mehmet Mercan | Şam

Suriye haritasına bakıldığında yönetime karşı savaşan örgütlerin çok geniş bir coğrafyada etkili oldukları görülüyor. Bu durum örgütlerin büyük ilerleme içinde olduğu, halktan destek gördüğü, yönetimin köşeye sıkıştığı görüntüsüne neden oluyor.

NİTELİK - NİCELİK AYRIMI

Kabaca tarafların hakim olduğu şehirleri ve bölgeleri tarif etmiştik. Nitelik açısından ele aldığımız zaman yönetimin, yönetime karşı savaşanlara göre daha iyi durumda olduğu; diğer bir deyişle örgütlerin kazanımlarının yönetimi kökünden sarsacak derecede olmadığı görülüyor.

2010 yılında (1) yani krizden hemen önce şehirler ile ilgili veriler kabaca şu şekildeydi (sayılar yaklaşıktır):

ŞAM: 2 milyon; devlet müesseseleri, sanayi, ticaret

ŞAM KIRSALI: 3 milyon; tarım, ticaret

HALEP: (kırsalla birlikte) 5 milyon; sanayi, ticaret, tarım

HUMUS: 2 milyon; sanayi, ticaret, tarım

HAMA: 1,5 milyon; tarım, ticaret

LAZKİYE 1,5 milyon; tarım, ticaret

DEYREZZOR: 1 milyon; şu, tarım, petrol

İDLİB: 1,2 milyon; tarım, ticaret

HASEKE: 1,3 milyon; tarım, petrol

RAKKA: 1,3 milyon; tarım

SÜVEYDA: 500 bin; tarım

DERA 1,3 milyon; tarım, ticaret

TARTUS: 900 bin; tarım, ticaret

KUNEYTRA 150 bin; tarım

Kriz öncesinde nüfusu yaklaşık 23 milyon olarak tahmin edilen Suriye’de yaklaşık 10 milyon insan yerinden oldu. Bunların yaklaşık 3 milyonu ülke dışına çıktı, 7 milyonu ise diğer şehirlere göçtü. Göçlerin hemen tümü yönetimin hakim olduğu bölgelere doğru oldu.

Örneğin; en büyük göçlerden birinin yaşandığı Şam Kırsalı’ndan göçlerin büyük bölümü Şam merkeze ve Şam Kırsalı’nda yönetimin hakim olduğu bölgelere oldu. Şam’ın (merkez) nüfusu 4 milyona yaklaştı, Şam Kırsalı’nda yönetimin hakim olduğu Dahiyetül Esad, Katana, Kuteyfiye, Jaramana gibi yerler de Şam Kırsalı’nın diğer yerlerinden göç aldı. Silahlı grupların hakim olduğu yerlerde yaklaşık 500 –700 bin kişinin kaldığı tahmin ediliyor.

Halep kırsaldan göç alan ancak merkezden göç veren illerden. Özellikle sahil bölgesinde (Lazkiye ve Tartus) yaklaşık 2 milyon Haleplinin yaşadığı belirtiliyor.

Humus, Deyrezzor, Dera, İdlib ve Rakka da göç veren illerden. Lazkiye, Tartus, Humus merkez (köylerden), Süveyda gibi iller ise göç aldı.

GÖÇ EDENLER KİMLER, NEDEN GÖÇ ETTİLER?

İster iç ister dış olsun göçlerin birinci neden çatışmalar. Esad yanlısı olsa da olmasa da insanlar güvenli bölgelere göçtüler. Suriye dışına olan göçlerde çatışmaların yanısıra iç bölgelere ulaşabilme zorluğu (sınır bölgelerinde sınırdan çıkma kolaylığı), BM kayıtlarına girip yardım alma beklentisi gibi etkenler de var.

İç göçlerde ise çatışmalardan sonra gelen neden, göçen insanların Esad yanlısı olmasa bile silahlı örgütleri istememesi. Aslında “devrim ya da isyan” bu insanların çoğunun umurunda değil. Günlük hayatlarını bir şekilde sürdürmenin dışında amaçları olmayan, istikrar isteyen milyonlar bu nedenle yönetimin hakim olduğu bölgelere göçtü, işyerlerini bu bölgelere taşıdı.

Bu göçler sonucunda yönetimin hakim olduğu bölgelerde yaklaşık 15 milyonluk bir nüfus yaşıyor.

GRUPLARIN HAKİM OLDUĞU BÖLGELERDE DURUM

İŞİD ve El Nusra başta olmak üzere silahlı örgütlerin hakim olduğu yerlerde ise durum şu şekilde:

IŞİD “Cezire” bölgesinde etkili. Bu bölge kabaca Rakka, Haseke ve Deyrezzor illerini kapsıyor. Haseke ve batıya doğru devamındaki sınır bölgesine PYD’nin hakim olduğu bölge Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı ve yaklaşık 2 milyonluk bir nüfusun yaşadığı bölge. Rakka merkez ve kırsalda ise 1 milyonun üzerinde insan yaşıyor. Deyrezzor’da da 1 milyon insanın yaşadığını göz önüne alırsak İŞİD’in tamamen hakim olduğu bölgelerdeki nüfusu toplam yaklaşık 2 milyon olarak saptayabiliriz. İŞİD’in bu merkezlerde hakim olduğu diğer yerler ise çöl ve nüfus yoğunluğu sıfıra yakın.

El Nusra iki ana bölgede (kuzey ve güney) savaş veriyor. Kuzey’de İdlib tamamen; güneyde ise Dera kısmen El Nusra (ve müttefiklerinin) hakimiyeti altında. Bu bölgelerde yaşayan toplam nüfus yaklaşık olarak 2,5 milyon.

Halep’te ise yönetimin kontrolü dışındaki bölgelerde yaşayanların sayısında büyük azalma var. Bu bölgelerde yaklaşık 1 milyon insanın kaldığı belirtiliyor.

Şam kırsalı ve diğer küçük illerde silahlı grupların hakim olduğu yerlerde yaşayanları da eklersek Esad’a karşı mücadele veren örgütlerin hakim olduğu yerlerdeki nüfusun yaklaşık 6 milyon olduğunu görürüz.

Burada önemli bir noktaya değinmek gerekiyor:

Bu illerde (Halep, İdlib, Deyrezzor, Rakka) yaşayan insanların çoğunluğu örgütleri destekledikleri için değil ya gidecek yerleri olmadığı, bir şekilde kendi mülklerinde kalmak istedikleri ya da gitme imkanları olmadığı için kaldılar.

Bu durumda bu bölgelere hakim örgütlerin desteğinin görünenden çok az olduğu söylenebilir.

Bunun en büyük sebebi ideolojik açıdan halkın bu örgütler ile ortak yanının olmaması. (2)

Bu anlamda bu örgütlerin Suriye’de geniş tabanlarının olduğunu söyleyebilmek güç.

Örgütlerin girdiği yerlerdeki insanlar içinde Esad yanlısı olmasa bile daha çok tarafsız kalmak isteyen, kendi halinde yaşamını sürdürmeye çalışanlar ezici çoğunluğu oluşturuyor. Ancak örgütler bir yere hakim olduktan sonra insanlar hayat başta olmak üzere çeşitli korkularla bu örgütlere karşı sessiz kalıyor.

Suriye halkının ezici bir çoğunluğu için IŞİD ya da El Nusra gibi örgütler “yabancı.” İdeolojik ya da dinsel açıdan bakıldığında ise örgütlerin şeriat kurallarına göre ya da kendi kurallarına göre yaptıkları uygulamaları halk kabul etmiyor. Buna Rakka örneği verilebilir. Rakka’dan görüştüğümüz insanlar halkın yüzde 80’in aslında IŞİD’i istemediğini anlattı.

IŞİD Rakka’ya girdikten sonra hayat tarzlarında büyük değişiklikler olduğunu anlatan bu kişiler, insanların iş saatlerini namaz saatlerine göre ayarlamaya başladığını, namaz kılmayanlara ceza verildiğini, belli yaş grubundaki kadınların (genç) Rakka dışına çıkmalarının yasak olduğunu, kadınların akşam belli bir saatten sonra yanlarında erkek olmadan sokağa çıkmalarının yasaklandığını anlatıyor. Satılan ya da cariye yapılan kadınlar, halkın önünde infaz edilme korkusu, yabancı savaşçılar gibi etkenler de halkı bu örgütlerden uzaklaştıran etkenler.

Bu ve benzer yaşam tarzının IŞİD ve El Nusra’nın olduğu tüm bölgelerde geçerli olduğunu belirtmek lazım. Bu durum halk içinde bu örgütlere karşı gizli tepki oluşturuyor.

İsyan sürecinde Şam’da gösterilerin ilk yaşandığı yerlerden Duma’da da durum farklı değil. Duma’da son 6 ay içerisinde İslam Ordusu ve lideri Zehran Allus’a karşı gösteriler yapılıyor.

Bu örnekler başka bölgeler için de çoğaltılabilir. Örgütlerin hakim olduğu yerlerde kalan insanların bir kısmı ise örgüte ya da düşüncelerine yakın olanlar. Kimisi örgüt elemanlarının ya da örgüte katılanların aileleri. Ancak bu insanlar örgütlerin hakim olduğu yerlerde küçük bir kesimi oluşturuyor.

Örgütler içinde “Suriyeli” olanlar içinde ÖSO en önemlisi. ÖSO isyan başladığında çoğunlukla yönetim karşıtı insanların katıldığı ve en önemlisi yerel unsurlardan oluşan bir örgüttü. Ancak diğer örgütlerin (El Nusra, IŞİD ve diğer bazıları) devreye girmesi ile birlikte ÖSO’nun etkisi çok azaldı. Şimdilerde ÖSO en zayıf örgütlerden birini oluşturuyor. Diğer örgütlerin bazı ülkeler tarafından maddi, askeri ve istihbari açıdan desteklenmeleri bu örgütlere büyük imkanlar sundu. bunun sonucu olarak ÖSO ve ÖSO adı altındaki yerel örgütlenmeler zamanla bu örgütlere katılmak ya da cepheler olarak anılan oluşumların çatısı altına girmek durumunda kaldılar. Bu da bu örgütleri halktan uzaklaştırıp destek veren ülkelerin politikalarına yaklaştırdı.

YÖNETİMİN KAYIPLARI

Yönetimin elinden çıkan alanlardan en önemlisi “Cezire” bölgesi. Petrol; ve buğday başta olma üzere stratejik tarım üretimi bu bölgede yapılıyor. Diğer yandan bu bölgede bulunan Fırat nehri ve Tisrin barajı su(lama) ve elektrik üretimi açısından hayati önemde.

Halep Ortadoğu’nun en önemli sanayi kentlerinden birisi(ydi) ve bu anlamda Suriye’nin (Humus ve Şam ile birlikte) can damarıydı. Ancak Halep’teki sanayi tesislerinin hemen hepsi çatışmalarda harap oldu ya da talan edildi. Sanayi üretimi sıfıra yaklaştı.

YÖNETİMİN DURUMU

Suriye’de yönetimin büyük oranda Alevilerin elinde olduğu ve bir azınlık yönetimi olduğu, BAAS’ın diktatoryal uygulamaları, halkın değişim isteği gibi nedenlerle Esad yönetiminin kısa süre içinde devrileceği öngörülmüştü. Ancak Esad devrilmedi ve halen Suriye’de savaş sürüyor.

Küresel ve bölgesel mücadeleyi kapsayan dış sebeplere daha sonra değineceğiz.

İçeride devam eden mücadelede Esad’ın bugüne kadar ayakta kalabilmesinin sebebi sadece askeri gücü olabilir mi? Yukarıda ortaya koyduğumuz tablo Esad yanlısı olmasa bile insanların devletin, yasaların, huzurun hakim olduğu bir ortamda yaşamak istediğini gösteriyor. Bu insanlar için bu olgular reform, ya da devrimden önce geliyor. Zaten hemen herkes bir şekilde etkilenmiş olsa da ezici bir çoğunluk savaşın bir tarafı olmak istemiyor.

Bunlara ek olarak bazı nedenleri de saymamız gerek:

Öncelikle Suriye’de Alevi azınlık yönetiminin olduğu görüşü doğru değil. Bununla ilgili verilen klasik örnek yönetimde yer alan insanların oranları.

Yönetim, ordu, muhaberat, sanayi, ticaret, devlet memurluğu gibi alanlarda Sünni nüfus oranı ülkedeki Sünni oran ile doğru orantılı. Diğer yandan halk içinde yaklaşık yüzde 75’lik oranı oluşturan Sünni kesim

içinde (çeşitli sebeplerle) Esad yanlıları olanların oranı daha fazla. Bu durum Esad’ın desteğinin sadece azınlıklardan olmadığını gösteriyor.

İÇ SAVAŞ MI?

Harap şehirler, yok olan altyapı, yüzbinlerce ölü göz önüne alındığında Suriye’de iç savaş olduğu ifade ediliyor. Ancak bizce bu tanımlama Suriye’deki durumu tam olarak anlatmıyor. Çünkü durum “kesimlerin, ya da güçlerin savaştığı” iç savaş tanımlamasına uymuyor.

Burada anlatmak istediğimiz şu: Mezhep savaşı yok. Şu anda ülke çapında (yaşana göçler sonucu da) Sünniler, Aleviler ve diğer mezhepsel ve dinsel azınlıklar bir arada yaşıyor ve devletin hakim olduğu bölgelerde bu türden bir çatışma ya da rahatsızlık söz konusu değil.

Ordu içinde halen Sünni oranı Alevi oranından daha fazla ve (Yemen benzeri) bir bölünme olmadı. Ordudan ayrılanlar daha çok şahsi hareket edenler ve birlik bazında bir ayrılık olmadı.

Savaş, yönetime göre ordu ile terörist örgütler; muhaliflere göre ise muhalifler ile rejim üçleri arasında sürüyor. ancak sonuçta tek ordu var.

El Nusra ve İŞİD gibi örgütler ile ilgili uluslararası tanımlamalar ise bu örgütlerin meşru sayılmadığını ve sayılmayacağını gösteriyor.

Ölenlerin yaklaşık yarısını askerler ya da yönetim yanlıları oluşturuyor ve yönetimin en büyük başarısı milyonları bu savaştan uzak tutması oldu. Harap olan bölgelerde ise şu anda ya silahlı gruplar ya da bir şekilde o bölgeden çıkmayanlar veya çıkamayanlar yaşıyor.

Azınlığı oluşturan bu kesimin dışında kalan milyonlar savaşın dışında.

DEVLET İŞLİYOR

Devlet müesseseleri olağan aksaklıkların dışında çalışmalarını sürdürüyor. demokratik olup olmadığı tartışma konusu olsa da bir parlamento, hükümet, milletvekilleri, hastaneler, yüzbinlerce öğrencinin okuduğu okullar, üniversiteler, vergi daireleri, mahkemeler çalışıyor.

Daha da önemlisi yönetim kamu çalışanlarının maaşlarını aksamadan ödüyor. IŞİD’in elinde bulunan Rakka ve İdlib’teki memurlara bile maaşları düzenli olarak gönderiliyor.

Diğer yandan yönetimin hakim olduğu şehirlerde ya da şehirlerin yönetimin hakim olduğu kısımlarında hayat normal seyrinde devam ediyor. Ticari işletmeler, restoranlar, devlet daireleri açık. Bu bölgelerde zaman zaman yaşanan bombalı eylemler ya da havan / roket saldırıları ise günlük yaşamı etkilemiyor.

İç ticarette tarımsal ürünler ya da diğer tüketim maddelerinde herhangi bir eksiklik yok. Savaşın sürdüğü en önemli merkezlerden biri olan Dera’dan hergün kamyonlarca tarım ürünü Şam’a ve diğer bölgelere taşınıyor. Karşılıklı yaptırımın uygulandığı Türkiye’den bile tonlarca mal Suriye’ye akıyor. Lüks tüketim dahil hemen her kalem mal mevcut.

EKONOMİ

Suriye ekonomisi küresel ekonomiye entegre değil. Bu nedenle büyük ihracat ithalat yapan bazı firmalar etkilenmiş olsa da savaşın halk nezdindeki etkisi fiyat artışlarından ibaret oldu. Diğer yandan dolardaki anormal yükselişin bir kısmı spekülatif olarak görülüyor.

Kriz öncesinde 50 SYP olan bir dolar bugün yaklaşık 270 SYP düzeyinde.

İran ve Rusya gibi ülkelerin yardımlarıyla da ekonomide fiyat artışları haricinde kriz olarak değerlendirilebilecek bir durum yaşanmadı.

Yönetim ise stratejik tarım ürünlerini riskli bölgelerden bir şekilde alıp işliyor. Bugüne kadar ekmek sıkıntısı yaşanmadı. Mazot ve benzinde ise belli bir dönem yaşanan kriz atlatıldı ve su anda piyasada her ikisi de mevcut.

Yönetim için buraya kadar anlattıklarımız; yönetimin durumunun kendi hakimiyeti altında olmayanlar da dahil halk nezdinde dışarıdan göründügü kadar kötü olmadığı. Yönetim bölgelerine sığınan milyonlar bir yandan devletin (ve uluslararası kuruluşların) yardımı ile hayatını sürdürürken diğer yandan örgütlerin hakimiyetindeki devlet görevlileri de maaşlarını almayı sürdürüyor. Bu bölgelerle yönetimin hakim olduğu merkezler arasında yapılan ticaret ise yine yönetimin çoğu hakim olduğu karayollarından yapılıyor.

ESAD NE KADAR GÜÇLÜ

Bugüne kadar yapılan tahminlerin aksine ayakta kalabilen yönetimin özellikle son dönemde yaşadığı kayıplardan sonra bu kez devrilmeye gerçekten yaklaştığı iddia ediliyor.

Ancak dışarıdan bakıldığında öyle gibi görünen bu durum içeriden bakıldığında hiç de öyle değil. Bunun iç sebeplerini kısaca anlatmaya çalıştık. Askeri duruma daha sonra değineceğiz.

Özet olarak Esad içeride halen devletin tüm askeri ve sivil müesseselerine hakim. Bugüne kadar yaşanan ayrılıklar (yönetimden ayrılmalar) nitelik açısından hiçbir etkisi olmayan ayrılıklardı ve Esad bir saldırıda en önemli 4 generalini kaybetmesine rağmen zayıflamadı.

Diğer yandan yukarıda andığımız gibi halk yönetime karşı savaşan örgütleri “kendinden” görmüyor, dolayısıyla Esad’ı tercih ediyor.

DIŞ DENGELER

Esad’ın gücünün sadece içerideki durumdan kaynaklandığını iddia etmek tablonun önemli bir tarafını görmeyi engeller. Küresel ve bölgesel çapta Suriye merkezli devam eden mücadelede tarafların pozisyonları, dengeler Suriye’de herhangi bir tarafın üstünlük sağlamasına izin vermiyor.

Mücadelenin tarafları küresel mücadelenin bir enstrümanı haline gelen Suriye’de “kendi taraflarını” desteklemeyi sürdürüyor. Bir taraf üstünlük sağlamaya başladığı anda diğer taraf destekleniyor ve denge sağlanıyor.

Bölgesel çapta Rusya’nın varlığı, Şii – Sünni eksenleri savaş(lar)ı, bu ülkelerin Suriye’de yönetimin devrilmemesi için çaba sarf etmesine neden oluyor. Rusya ve Çin BMGK’da Suriye aleyhindeki bütün kararlara karşı çıkıyor ve aynı zamanda İran ile birlikte Suriye’ye ekonomik ve askeri destek sunmayı sürdürüyor.

Diğer yandan ABD öncülüğündeki Batı ve bölge ülkelerinden bazıları Esad yönetimine karşı muhalifleri ya da sahadaki örgütleri destekliyor.

Ancak muhaliflere ya da örgütlere destek veren ülkelerin öncelikleri ve sahada savaşan örgütlerin durumları sahada bir güç olarak öldürücü darbeyi vurmalarına engel oluyor.

DIŞ MUHALEFET

Dış muhalefet olarak tanımlanan Suriye Ulusal Koalisyonu gibi oluşumların Suriye içinde karşılıkları yok. Halk bu oluşumların yöneticilerini ya da üyelerini tanımıyor. Bu örgütler daha çok dış basında ilgi gören ancak hacimlerinden fazla büyütülen oluşumlar.

Diğer yandan bu oluşumlar ülkenin yüzde 70’nin Esad’ın elinden çıktığını ve halkı temsil ettiklerini iddia etmelerine rağmen sahada süren savaşta herhangi bir varlıkları yok.

İç muhalefet ise çok zayıf ve dernek seviyesinden öteye geçemedi. Bu sadece devletin bu muhalifleri bastırmasından kaynaklanan bir durum değil. Halk bu muhaliflere ilgi göstermiyor. Küçük örgütler bazında herkes kendi lokal hesabına göre hareket ediyor, büyük örgütlerin durumuna ise yukarıda değindik.

ASKERİ DURUM

Ordu bugüne kadar milisler ile birlikte yaklaşık 100 bin kayıp verdi. Bu durum ordunun bazı yerlerde zorlanmasına neden oluyor. Diğer yandan askere almalarda sorunlar yaşandığı için (isteksizlik var) ordu sahaya sürdüğü eleman gücü açısından eskisine göre rahat değil.

Ancak; Ordunun nitelikli silah gücünü kaybettiği söylenemez. Bugüne kadar sanılanın aksine ordu savunma pozisyonunda kaldığı için kullandığı silahlar da eski, vadesi dolmuş silahlardı.

İstisnalar hariç örgütlerin eline geçecek tank, uçaksavar, uçak, helikopterlere dikkat edilecek olursa bunların eski modeller oldukları görülür. Ordunun yeni ve nitelikli silah kullanmamasının iki nedeni var:

Birincisi çok yıkıcı olması, ikincisi ve asıl sebep olası bir ikili ya da bölgesel savaş için beklemek. Ordu 2012’den itibaren zorlandığı bölgelerde Hizbullah’ın yardımına ihtiyaç duydu. Sokak ya da gerilla savaşında etkili olamayan ordu bu konuda uzman Hizbullah militanları ile örgütlere karşı savaşta (Küsyer’de ve şimdi Kalamun’da olduğu gibi) başarılar elde etti. Ordu halen kara ve hava gücü bakımından örgütlere göre üstünlüğünü koruyor. Ancak bugüne kadar topyekün savaş düzenine geçmedi, halen küçük gruplar halinde savaşıyor.

SİLAHLI GRUPLAR

Silahlı grupların ağır silahları yok. En etkili silahları anti tank TOW’lar ve Grad fuzeleri. Ancak bunlar her zaman ilerleme için yeterli olmuyor. Diğer yandan ordunun hava ve roket / füze gücü bu örgütler için en büyük engel.

Silahlı grupların en büyük sorunlarından birisi ordu meydana getirememiş olmaları. En azından zırhlı birlik oluşturabilecek durumda değiller. Bu nedenle zaman zaman tank ya da ağır silahlarla görüntü verseler de aslında bunlar sürekli kullanımda olan silahlar değil, ayrıca koordine halde kullanılmadığı için de etkili olamıyor.

Diğer yandan bu örgütler kendi aralarında da savaşıyorlar. Son günlerde gündemde olan ISID – YPG savaşı gibi. Bu grupların Şam’ın sınırlarına dayanmış olması, Rakka ve İdlib dahil geniş bir bölgeyi ele geçirmiş olmaları ne anlama geliyor?

Haritaya dikkat edilecek olursa yönetime karşı savaşan grupların atardamarları alamadığı ve daha çok sınır bölgelerinde hareket edebildikleri görülür.

Kuzeyde İdlib, Halep’in kuzey kırsalı; devamında YPG’nin son aldığı bölgeler ile Haseke, Doğu’da Deyrezzor’un ilçesi Elbukemal; güneyde Dera; batıda Kuneytra ve Klamun bölgesi sınırda yer alan bölgeler. Bu bölgelerde komşu ülkelerden bir şekilde sürekli yenilenen savaşçılar Suriye’ye “akıyor.” Bu da ordunun tüm bu bölgelerde etkin olmasını önlüyor.

Yönetim bugünlerde Hizbullah ile işbirliği halinde Lübnan sınırını güvence altına almaya çalışıyor.

Sonuç olarak yönetim nitelik açısından kendisi için önemli olan bölgeleri kaybetmiş değil. Kaybedilen yerlerin yönetim açısından stratejik önemi yok.

GELECEK İLE İLGİLİ SENARYOLAR

İdlib için (ordu tarafından) büyük bir hazırlık yapıldığı ve oradaki birliklerin çok nitelikli silahlarla donatılmasının yanısıra İran’ın Afganistan da dahil bazı ülkelerden militan gönderdiği biliniyor. Ancak bu güç İdlib için henüz harekete geçmedi. Bunda da Kürt bölgesindeki gelişmelerin ve bu gelişmelerin yol açacağı (savaş gibi) diğer gelişmelerin beklendiği belirtiliyor.

Suriye aynı zamanda küresel bir mücadelenin sahnesi olsa da savaş bugüne kadar “içeride” kalmıştı. Ancak Kürt bölgesinde yaşanan gelişmeler, kuzey ve güney için tampon bölgenin gündemde olması gibi nedenlerle savaş farklı bir yöne evrilebilir.

Yönetim bundan sonra toprak kaybetmez, çünkü bir şekilde örgütler “doğal sınırlarına” dayandılar. Dera ve Halep’te ise savaş bu seyrinde devam edebilir, herkes kendi hakim olduğu bölgeyi korumakla yetinebilir.

Bugüne kadar galibi olmayan bu savaşın uzun bir süre daha devam edeceği öngörülebilir. Ancak bundan sonra askeri açıdan dengeler Esad lehine gelişebilir.

(1) 2010 sanayi rehberi
(2) Bu konuda ve diğer konularda verilen örnekler çoğunluk içindir. Her örnek toplumun tümünü kapsamıyor.

Suriye Haberleri

Ahmed el-Şaraa: Türkiye her zaman Suriye'nin yanında yer aldı, bunu unutmayacağız
Hakan Fidan: Doğru tarafta yer almış olmanın haklı gururunu yaşıyoruz
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Suriye devrim lideri Ahmed el-Şaraa ile görüştü
İşgalci Çin’den Suriye’nin yeni yönetimine Uygur küstahlığı
Suriye'de 14 yıl sonra köyüne kavuşan Semir Akça evini mayınlarla çevrili buldu