Dünden bugüne coğrafyamızın deprem gerçeği

Süleyman Kızıltoprak, Türkiye'nin deprem geçmişini ve depreme karşı atılan tedbirlerin tarihini irdeliyor.

Prof. Dr. Süleyman Kızıltoprak / Düşünce Günlüğü

Dünden bugüne deprem gerçeğimiz

Depremler dünya kurulduğundan beri insanoğlunun maruz kaldığı en büyük afetlerdendir. Yeryüzü her gün irili ufaklı sarsıntılar geçirmektedir. Bunların bazısının şiddeti çok küçük bazılarının ise çok büyüktür. Hatta bazı depremler kıyamet gibi algılanmıştır. Çünkü büyük küçük depremler yeryüzünü sarsmak suretiyle insanlar üzerinde büyük korkular oluşturmuştur. Bazı büyük depremler yeryüzündeki binaları, yolları, köprüleri, surları hasılı görünen her şeyi yıkmış, yaşayan canlıların toptan ölümüne ve yaralanmasına sebep olmuştur.

Dünya çapında ve insanlık tarihinde kayıtlara geçen en büyük deprem Çin’de Kuzey Şanksi eyaletinde 1556’da meydana geldi. Bu depremde yaklaşık 850 bin kişi hayatını kaybetti. Depremin büyüklük açısından 9 veya daha üzeri bir şiddette olduğu tahmin ediliyor. 1737’de Hindistan’ın Kalküta şehrindeki depremde 300 bin kişi öldü. 1731’de Çin’in başkenti Pekin’de meydana gelen depremde ise 100 binden fazla kişi hayatını kaybetti. 1755’de Portekiz’in Lizbon kentinde meydana gelen depremde de yaklaşık 60 bin kişi yaşamını yitirdi.

1908’de İtalya’nın Messina kentinde meydana gelen depremde 160 binden fazla kişi ölürken, aynı yıl Çin’in Kansu kentinin maruz kaldığı depremde ise 180 binden fazla insan hayatını kaybetti. 20. yüzyılın en büyük depremlerinden biri Çin’de meydana geldi. 1976’da Tangushan kentinin neredeyse tamamını yıkan 8,2 şiddetindeki depremde 242 binden fazla Çin vatandaşı yaşamını yitirdi.

KIYAMET-İ SUĞRA: 1509

Anadolu’da M.Ö. 330’da Niksar’da vuku bulan deprem tarihi kayıtlarda yer alan büyük depremlerdendir. M.Ö. 69 yılında Antakya’daki depremde 20 bine yakın kişi hayatını kaybetmişti. Bu tarihten yaklaşık 4 asır sonra 334 yılında yine aynı bölgede meydana gelen deprem yaklaşık 40 bin kişinin hayatına son verdi. 1268’de Adana’daki deprem ise yaklaşık 60 bin kişinin hayatını kaybetmesine sebep oldu. 1464 Erzincan depremi de 22 bin civarında insanımızı hayattan kopardı.

1509’da muhtemelen İzmit’te başlayıp esas etkisini İstanbul’da gösteren deprem büyük kayıplara sebep olmuştu. Sur içindeki çok sayıda bina yıkıldı. Yaklaşık 13 bin kişi hayatını kaybetti. İstanbul’da depremin yıkıcı şiddetine ve halkın korku içinde sığınacak yer arayışlarına tanık olan geleceğin Mimarbaşı Sinan o sırada Enderun’da bulunuyordu. Mimar Sinan bu depremden ders çıkaran ve tarihe adını yazdıran kişi olmayı başardı. Zira Sinan’ın Mimarbaşı olmasından itibaren onun sağlam binalarıyla donatılan İstanbul başta olmak üzere tüm kentler sayısız depremle karşılaştı. Birçok bina yıkılsa da Mimar Sinan’ın yapıları ayakta kaldı.

1509 depremi İstanbul’a mimari açıdan büyük zarar verdi. Kıyamet-i Suğra yani küçük kıyamet diye adlandırıldı. Bizans devrinde meydana gelen depremlerde büyük zararlar vuku bulduğu gibi 1509 depreminde de çok sayıda insan kaybı oldu. Bundan sonra mimari açıdan İstanbul’da yeni bir devir başladı. Kamu binaları ve mabetler dışında taş bina yerine ahşap binaların yapılması esas alındı. Zira deprem anında taş binalar yıkıldığında can kaybı çok oluyordu. Ahşap binalar yıkıldığında hasar olsa da can kaybı çok az oluyordu. Ahşap binaların olumsuz yönü yangın tehdidiydi. Yangın olduğunda ahşap binalar tümüyle zarar görse de can kayıpları kısmen çok az oluyordu. Yangın iki veya üç katlı ahşap evi kül edene kadar hane halkının tahliyesi çok önceden sağlanabiliyordu. İstanbul başta olmak üzere İmparatorluk kentlerinde ahşap evlerin yapılmasının bir diğer sebebi de taş malzemeye göre ahşap malzemelerin kolay ve ucuz bir şekilde tedarik edilmesi idi. İstanbul’dan Doğu Karadeniz’e kadar uzanan ormanlar ihtiyacı karşılama noktasında yeterli olmuştu.

KOCA SİNAN’IN YIKILMAZ ESERLERİ

Mimar Sinan 1509 depremi ve sonrasında meydana gelen sarsıntılarda hasar gören Ayasofya’yı 1573’te kapsamlı bir şekilde tamir ederek yan duvarlarına destek verdi. İlave ettiği minarelerle Ayasofya’nın sağlamlaştırılmasını sağlarken aynı zamanda estetik bir görünüme de kavuşturdu. Süleymaniye Camii’ni yaparken önce zemini sağlamlaştırdı. Hatta 1551-1558 yılları arasında yaklaşık yedi yıl süren inşa faaliyetinde en fazla zamanı temeller için harcadı. Uzun zaman İstanbul’da meydana gelen depremler şehirde hissedilse de Süleymani’ye’de çok fazla hasara sebep olmadı.

1584’te Erzincan’da yaklaşık 15 bin kişi, 1668’de İzmir’de yine 15 bin kişinin vefat ettiği başka büyük depremler oldu. 1766’da İstanbul’u etkileyen depremin merkezi muhtemelen yine İzmit idi. Ancak 1766’da Sultan III. Mustafa zamanında meydana gelen ve bir dakikadan fazla süren deprem Süleymaniye Camii’ne çok fazla hasar vermezken bütün İstanbul’un yıkılmasına sebep oldu. Sultan III. Mustafa, Rusya ile savaş çıkmasına rağmen, İstanbul’u yeniden inşa etti. Bundan sonra büyük ölçekli olarak vuku bulan depremlerde; 1789’da Elazığ Palu’da 15 bin kişi, 1822’de Antakya’da 22 bin kişi hayatını kaybetti.

10 Temmuz 1894’te muhtemelen İzmit merkezli olan ancak İstanbul ve çevresini etkileyen bir deprem oldu. Ancak can kayıplarına bakıldığında nispeten öncekilere göre daha azdır. Çok sayıda bina yıkılmış, can kaybı binden az olmuştur.

SULTAN ABDULHAMİD’TEN EGİNİTİS’E DAVET

1868’de İstanbul’da kurulan Rasathane’nin çalışmalarını yeterli bulmayan Sultan II. Abdülhamid, 1894 depremini bilimsel açıdan inceleyip bir rapor hazırlamak üzere Atina Rasathanesi Müdürü D. Eginitis’i davet etmiştir. Aynı zamanda Rasathane çalışmalarını güçlendirmek için gayret eden Abdülhamit İtalya’dan cihazlar sipariş verdi. Bu kurumun kadrosunu nitelikli mühendis ve bilim insanlarından oluşturdu. Bu sayede günümüze kadar ulaşan ve Türkiye’nin en önemli deprem araştırma merkezlerinden olan Kandilli Rasathanesi doğdu.

Eginitis’in 1894’te hazırladığı rapora göre, Kapalıçarşı’nın bazı duvarları hasar görmüş, Samatya’dan Edirnekapı’ya kadar çok sayıda bina yıkılmıştır. Depremlerin artçı şokları da halkı korkutmuştur. Denizden 200 metre kadar su çekilmiş sonra güçlü bir şekilde sahildeki kayıkları savurmuştur. Depremin etkisi mahallelerin jeolojik yapısına bağlı olarak farklılık göstermiştir. Edirnekapı’da Mihrimah Sultan ve Kariye Camii’nin minaresi yıkılmıştır. İstanbul’da hasar gören hane sayısı 20 binden fazla iken bunların yaklaşık yarısı ağır hasarlıdır. Ayrıca depremden etkilenen halka destek vermek için bir yardım komisyonu kurulmuştur. Bu komisyonun raporuna göre ölü sayısı 161, yaralı sayısı ise 378’dir. Resmi rakamlara dahil edilmeyenlerin sayısını birkaç misli ile hesaplasak bile yıkılan binalara göre can kayıpları azdır. Bu durumu Eginitis de tespit etmiş ve sebep olarak ahşap evlerin can kaybını azaltan en önemli faktör olduğunu belirtmiştir.

1901’de İstanbul’da Kurban Bayramı esnasında meydana gelen depremde Padişah II. Abdülhamid Dolmabahçe Sarayı’nda Bayramlaşma Töreni’ne başlamak üzeredir. Muayede Salonu’nun ortasındaki büyük avizeden bazı parçalar yere düşünce törene katılan yerli ve yabancı davetliler can havliyle kaçışırken Padişah tahtı önünde ayakta kılıcına dayanarak metanetini korumuştur. Sarsıntılar kesilince “muayede başlasın” emrini vererek törenin devamını sağlayan Padişah aleyhinde yapılan evhamlı ve korkak eleştirilerinin gerçeği tam olarak yansıtmadığını da kanıtlamıştır.

CUMHURİYET DÖNEMİ ZELZELELERİ

Cumhuriyetin başlarında 1930’da Hakkari’de meydana gelen depremde 2500 kişi hayatını kaybetti. Türkiye’nin 20. yüzyılda yaşadığı en büyük deprem, 26 Aralık 1939’da Erzincan’da meydana geldi. 7,9 şiddetinde ölçülen depremde resmi rakamlara göre 32.962 kişi hayatını kaybetmişti. İkinci Dünya Savaşı’nın sıkıntılı günlerinde ve kış şartlarının en şiddetli olduğu zamanda vuku bulan deprem ülkede bir şok etkisi meydana getirdi. Şehir bütünüyle yıkılmış ve yolları kapanmış olduğundan yardım konvoyları ancak iki gün sonra depremzedelere ulaştı. İnsanların çoğu soğuktan etkilendi. Hatta depremin verdiği zarar soğuk kış şartları yüzünden ikiye katlandı. Gazetelerde deprem anında hayatta kalmak için yapılacaklar noktasında halk bilgilendirildi. Depremlere karşı alınacak tedbirler kamuoyunda tartışılmaya başlandı.

Bu depremden yaklaşık 60 yıl sonra bir başka deprem daha meydana geldi. 17 Ağustos 1999 tarihli depremin merkezi Gölcük idi. Bu bakımdan Gölcük ve İzmit Depremi olarak kayıtlara geçti. Ancak tüm Marmara Bölgesinde yıkıcı etkileri görüldüğü için Marmara Depremi olarak da adlandırıldı. Richter ölçeğine göre 7,4 şiddetinde idi. Resmi açıklamalara göre 18.373 vefat, 48.901 yaralı vardı. Ancak, gerçek rakamların bunun en az üç katı olduğuna dair tartışmalar kamuoyunda görüldü. Çünkü 16 milyon insanın yaşadığı Marmara Bölgesinin neredeyse tamamını etkileyen Ankara ve İzmir’den bile hissedilen depremde resmi rakamlara göre 285.211 ev ve 42.902 iş yeri hasar gördü. Marmara Depremi Türkiye’deki ekonomik ve siyasal gelişmelere etkisi bakımından da tarihe geçen yakın devrin en önemli olaylarından biri oldu. Türkiye’nin sanayi, eğitim, sağlık kurumları gibi ölçütlerle her bakımdan en gelişmiş bölgesi ve nüfus yoğunluğunun en fazla olduğu Marmara’da vuku bulan deprem, gerek can kayıpları gerekse ekonomik kayıplar sebebiyle ülke genelinde büyük üzüntüye sebep oldu.

12 Kasım 1999’da Düzce’de meydana gelen depremin şiddeti ise 7,2 idi. Bu depremde resmi açıklamalara göre 845 kişi hayatını kaybederken yaklaşık 5 bin kişi yaralı olarak kurtuldu. Ancak 3395 bina ağır hasarlı idi ve yaklaşık 15 bin ev ve işyeri ciddi hasar gördü.

23 Ekim 2011’de Van’da meydana gelen depremin şiddeti de 7,2 idi. Hakkari, Ağrı, Iğdır, Kars, Erzurum, Batman, Bitlis, Siirt, Şanlıurfa, Mardin ve Diyarbakır gibi çevre iller dışında İran ve Irak’tan da hissedilen depremde 2262 bina yıkıldı, 601 kişi hayatını kaybetti, 4152 kişi yaralı olarak kurtuldu.

TÜRK-İSLAM COĞRAFYASININ ORTAK GERÇEĞİ

Türklerin yaşadığı coğrafya ekseriyet bakımından deprem kuşağındadır. Bu coğrafyayı vatan yapanlar açısından depremlerle yaşamayı öğrenmek ve depremlere karşı dayanıklı binalar yapmaktan başka çare olmadığını bilmek gerekiyor. Türk- İslâm coğrafyasını etkileyen depremler daha çok Akdeniz-Himalaya kuşağındakilerdir. Mesela, Özbekistan’ın başkenti Taşkent’te 26 Nisan 1966’da 8 şiddetindeki depremde nerdeyse bütün kent yıkılarak 36 binden fazla bina yerle bir oldu ve yaklaşık 300 bin kişi evsiz kaldı. Taşkent yeniden 9 şiddetindeki depreme bile dayanıklı bir şekilde inşa edildi ve ardından bir daha deprem korkusu yaşamadı.

6 Şubat 2023’te Kahramanmaraş’ın Pazarcık ilçesinde gece 7,7 öğlen ise 7,6 şiddetinde iki ayrı deprem vuku bulurken, Gaziantep’te de 6,4 ile 6,5 şiddetinde iki büyük deprem meydana geldi.

Depremlerden Türkiye’de yaklaşık 14 milyon insan etkilenirken 10 il afet bölgesinin içinde kaldı: Hatay, Osmaniye, Adıyaman, Kilis, Gaziantep, Şanlıurfa, Diyarbakır, Malatya, Adana, Elazığ. Suriye’yi de sarsan deprem bölgede büyük yıkıma yol açtı. Bu deprem sebep olduğu yıkım ve can kayıpları bakımından Cumhuriyet tarihinin en büyük depremi olarak kayıtlara geçebilir.

Türkiye son yüzyılda meydana gelen depremlerde büyük yıkımlar ve acılar yaşadı. Son depremlerde ortaya çıkan acı bilançoda TOKİ tarafından yapılan konut ve işyerlerinin az hasar alması bu kurumun önemini de ortaya koydu. Ancak şehir planlaması, tüm afetlere karşı dayanıklı konut üretme ve olası afetlere karşı bilinç oluşturma noktasında daha yapılacak şeyler olduğu da görüldü. Eğer bir şey insan ilmini, aklını ve iradesini aşmıyorsa yani cüz-i irade çerçevesinde kaderini yönlendirebileceği boyutta ise bu insanın kader deyip sorumluluktan kaçacağı bir şey değildir.. Depremler dahil tüm afetler insanoğlunun aklının ve ilminin çözdüğü olaylardır. Türkiye’deki herkes yediden yetmişe bu afetlere karşı akıl dışı ve bilim dışı yaklaşımlarla doğaya meydan okumak yerine, iradesiyle gerekli önlemleri almaya odaklanmalıdır.

Yorum Analiz Haberleri

Meğer ne büyük sapmaymış!
Kemalizmin şapka zulmünden dolayı bombalanan şehir: Rize
Allah'ın rahmeti olan aklımızı gerektiği gibi kullanalım
Magazinleşen Yenidoğan Çetesi ve unutulan bebekler
Yapay zeka çağında kontrol kimde olacak?