Dünden Bugüne 29 Ekim

"Her 29 Ekim Cumhuriyet günlerinde, bizim tarihi hakikatlerden kaçma yerine, ‘tarihi muhasebe yapma’ günleri olarak değerlendirme yapmalıyız"

HAKSÖZ HABER

Yeni Akit Yazarı Yaşar Değirmenci "Dünden Bugüne 29 Ekim Cumhuriyet" başlıklı yazısında cumhuriyetin bu coğrafyada yaşayan insanlara ne hediye ettiğini hatırlatıyor. Resmî tarihin donelerine düşüncesizce sarılan ve sloganlarla günü kurtarma telaşında olan yığınlara karşı tarihi gerçekleri tartışmanın gerekliliğini vurguluyor.

***

Dünden Bugüne 29 Ekim Cumhuriyet - Yaşar Değirmenci - Yeni Akit

Her 29 Ekim arifesinde geçmişe dalar gider, hâlimizi düşünür, geleceğe korku-ümit arası bir duyguyla bakarım. ‘29 Ekim Cumhuriyet Bayramı’na yüklenen haddi aşan övmeci mantığı da, protokollere hapsedilen ‘devletçi yapı’dan da ‘cumhursuz cumhuriyet’ katılımlarından da rahatsız olurum. 

98 yıllık (2021-1923=98) tarihin ilk 50 yılına baktığımızda; katledilen özgürlükler, sıra sıra darağaçları, İstiklâl Mahkemeleri, Takriri Sükun’lar, zulümler, işkenceler… “Allah!” demenin yasak olduğu, cenazeleri kaldıracak din adamı bulunmadığı için cenazelerin koktuğu dönemler. 

Bütün bu kokuşmuşluğa, içkiyi, kumarı, fuhuşu, rüşvetin yaygınlaşmasını, ‘insanın unutulması’nı ekleyin sonra da elinize tutuşturulan bayrağı kapıp törenlere koşarken de kokuşmuş düzen savunucularının talan örneklerini de unutmayın. Bu talan ve yağmaların ilk örneklerini görmek istiyorsanız, malum dönemin kadrolarının servetlerine bakın. Ama dikkat edin, göreceğiniz rakamlar, sizi şaşkına çevirip küçük dilinizi yutturabilir. Sadece şu kadarını söyleyelim: 1919’da Sultanın parasıyla Anadolu’ya çıkanlar, beş yılda Sultandan fazla servet sahibi olurlar. (Vahdettin ve bütün Osmanlı’lar yurt dışına gönderilip mağdur edilip zulüm gördüler. Tabutuna borçları sebebiyle haciz kondu. Osmanoğullarının Dramı, Kızıl Pençe okunabilir.) Neticede savaşan millet, kurtulan onlar. Kazanan millet, servet sahibi olan onlar. 

Cumhuriyet süreci, Tanzimat’ın uzantısıydı. Cumhuriyet’le birlikte benimsediğimiz radikal modernleşme / sekülerleşme projesi, bizim medeniyet iddialarımızı inkâr etmemizi, Batılı bir yörüngeye girmemizi emrediyordu. Türkiye, Batılılar tarafından dışardan fiilen sömürgeleştirilemedi ama içerden zihnen sömürgeleştirildi. Türkiye’nin her alanda güçlenmesini sağlamalıyız. El birliği, gönül birliği, millet-ümmet buluşması ve lider Türkiye heyecanıyla. Bugünlere gelinceye kadar ki serüvenin bilinip ‘29 Ekim’leri protokol kutlamalarından kurtarıp mâzi-hâl-istikbal muhasebesinden geçirerek işe başlanabilir, günah çıkaracaklara da samimi ‘tevbe kapısı’ açılabilir belki. 

Müslümanlar, bu zavallıları seviniz. Hakaretlerle, kırmak dökmekle olmaz. Seviyeli, entelektüel düzeyde ‘tarihi gerçekleri’ tartışmalıyız. Yalan söyleyen resmî tarihle gerçek tarihle yüzleşerek. Hak ve hakikate kapalı olup duymayanlar, görmeyenler; sistemin gerçek kurbanları. Ana-babadan görmemiş, tahsil hayatlarında görmemiş, basın-yayın, medya, bilgisayar teknolojisi, internet, vs. malum. 

Bu zavallı güruh dinini nereden öğrenecek? 

Sırf İslâm’ı değil, hiçbir şey bilmiyorlar. Ne yakın tarihi, ne uzak tarihi. Ne dünyayı ne de ahireti. Sadece ezberletilen sloganlar, ‘Kahrolsun’la başlayan ve biten çığırtkanlıklar. Ne camiye girebiliyorlar ne de camiyi terk edebiliyorlar. Şeriatın (Dini vecibenin) gereği katıldıkları cenazelerde bile ölümden ibret alıp farz namazı kılmayan/kılamayan, cenaze namazına öylesine katılan, solmayan sönmeyen, eskimeyen, pörsümeyen, “tekbir” yahut “dua” yerine, yakalara iğnelenen resimler, sevinç gösterisinin ve sevincin sembolü olan alkışlar, ölüye de diriye de faydası olmayan ‘saygı duruş’ları veya çiçek atmalarla seremoniyi tamamlıyorlar. Nasıl acımazsınız bunlara. Nasıl hatırlamazsınız ‘onlar bilmiyorlar Ya Rabbi!’ diyen Rasulullah’ı. 

Her 29 Ekim Cumhuriyet günlerinde, bizim tarihi hakikatlerden kaçma yerine, ‘tarihi muhasebe yapma’ günleri olarak değerlendirme yapmalıyız. Bayram ilan etmeler, meddahlık yapmalar, putlaştırmalar yerine; Cumhuriyeti kurarken, katlettikleri özümüzü, değerlerimizi hatırlayarak/hatırlatarak, tarihi hakikatlerle yüzleşmek zorundayız. Cumhuriyet’in kurucu kadroları, çok partili hayata geçilmesinin önünü açmak zorunda kaldılar. Türkiye’nin Batı’yla imtihanını kazanabilmesi, maddî ve askerî güce ulaşmaktan değil, manevî güce (güçlü, köklü düşünce, eğitim, kültür, sanat hayatına) kavuşmaktan geçiyor. Eskiler ‘ârif olan anlasın!’ derlerdi. Cennet gibi bir ülkede kendi değerleriyle yaşaması gereken halka çektirilen sefaleti, mukaddes değerlerinin imhası ve iptali üzerine kurulan temel, çimentosuz harç gibi oldu.  Osmanlının son dönem 10 milyon kilometrekare yüzölçümü 780 binlere düşmüş/düşürülmüş vatan toprağının kaybından sorumlu olanlar kim, nerede, nasıl?  

Birinci meclisin dualarla açılmasından, din karşıtlığının yerleştirilmesine (kılıf olarak da sadece bize mahsus laikliğin getirilmesine varıncaya kadar) yapılan inkılapların makul, mutedil, bir idrakle düşünülmesinin yapıldığı 29 Ekim’ler. 

Cumhuriyet, bir İslâm devleti olarak kurulmuştu. 1928 yılına kadar Anayasa’nın ikinci maddesinde, “devletin dini, din-i İslâm’dır”, diye yazıyordu. 

1928 yılına kadar bu madde anayasaya yerleştirilmişti ve neden 1928 yılından itibaren bu madde anayasadan çıkarıldı? 

Türkiye’nin ufkunu medeniyet coğrafyasına yayanları, Türkiye’nin bir istiklal ve istikbal mücadelesi verenleri, siyasi ve ideolojik olarak bakmadan takdir etmeliyiz. Son yaşadığımız ve yaşattığımız askeri diplomatik başarıyı, kendi silahlarımızı kendimiz yapacak duruma gelmemizi, borçsuz, lider ülke olmamızı küçümseyenlerin de ne kadar ‘küçük insanlar’ olduklarını da unutmayalım. 

29 Ekim’ler ‘Kemalizmin ihyası’na âlet edilmemeli. Kemalizm, din katına yükseltildi. (Devam edeceğim İnşallah.)

Haber Haberleri

Suriye yeni bir hikayeye başlarken bize düşen sorumlulukların farkında olmalıyız!
Sistematik bir katliamı "Bahane" olarak görme hezeyanı
Türkiye’deki Suriyeli muhacirler Halep’e dönmeye başladı
Şeyho Duman vefat etti
BM temsilcisine Hamas protestosu