HAKSÖZ HABER
2009 yılında yaşanan olaylara şöyle kısaca bir göz atalım geçmişi hatırlayarak belki dönülen bir yolun sapağını bularak yeniden ümitlenebiliriz!
Yıl 2009: “YTL'nin Y'si atılarak Türk lirasının ismi TL oldu.”, “İşgalci devlet statüsündeki İsrail, Gazze'yi karadan işgal etti.”, “Rusya, Ukrayna üzerinden Avrupa'ya giden doğalgazı tamamen keserek AB ile ilişkilerde gerilim yolunu seçti.”, “Mardin'in Mazıdağı ilçesine bağlı Bilge Köyü'nde bir düğün evine düzenlenen saldırıda 44 kişi canice öldürüldü.”, “Air France Havayolu Şirketi'ne ait Airbus A330-200 tipi yolcu uçağı Atlantik üzerinde 216 yolcusu ve 12 mürettebatıyla beraber kayboldu.”, “Türkiye genelinde cep telefonlarında 3G’ye geçildi.”, “Jamaika'lı atlet Usain Bolt, Berlin'de düzenlenen 12. Dünya Atletizm Şampiyonası'nda erkekler 100 metre finalinde 9.58 derecesiyle dünya rekoru kırdı.”, “34 PKK üyesi Silopi Sınır Kapısı'nda teslim oldu. Savcılık tarafından sorgulanan PKK üyeleri serbest bırakılarak Çözüm Sürecine vurgu yapıldı.”, “Anayasa Mahkemesi aynı yıl DTP'yi oybirliğiyle kapattı.”, “Çin'in kuzeybatısındaki Sincan Uygur Özerk Bölgesi'nin merkezi Urumçi'de çatışmalar başladı bu çatışmalarla beraber Çin soykırımlarına hız kazandırdı.”
2009’da yaşanan olayların Türkiye’den nasıl görüldüğüne bakmanın da bu sapağı bulmada faydası olabilir. “Yolun mu, yolcunun mu değiştiği” sorularının cevabını da verebilir!
Sadece Sincan Uygur Özerk Bölgesi’nde yaşanan olayların 2009 yılında nasıl yorumlandığına bakalım,
Başbakan Erdoğan 2009 yılında İtalya gezisinin ardından yurda dönünce Çin’in Sincan’daki eylemleri için, “Türkiye'de vahşet demiştim, sözümün arkasındayım. Yüzlerce insanın öldürüldüğü, bini aşkın insanın yaralı olduğu bir olayı, adeta bir soykırımı, başka bir kelime ifade edemez. Bunu hem bir soydaş olarak, hem aynı değerleri paylaşan insanlar olarak söylemek durumundayız. Bir taraftan evrensel değerleri ve insan haklarını konuşacağız, diğer taraftan bunlara seyirci kalacağız, böyle bir şey mümkün değil. Konunun Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi'nde görüşülmesi gerektiğine inanıyorum." demişti.
Erdoğan konuşmasına devam ederken, eski Sanayi ve Ticaret Bakanı Nihat Ergün'ün Çin mallarını boykota ilişkin açıklamalarını hatırlatan gazetecilere:
''Bu konuyu tabii biz arkadaşlarımızla henüz ele almış değiliz. Bunların değerlendirmesini yapmış değiliz. Bazı şeyleri tabii birbirine karıştırmayacağız. Hassasiyetlerimizi ortaya koyacağız, ama bu hassasiyetimizi ortaya koyarken de bizim devlet düzeyinde yapmamız gerekenlerle, halkın yapması gerekenleri birbirine karıştırmamız, yönlendirmemiz.... Bunlar yanlış olabilir. Biz şu anda sadece ikili ilişkilerimizi her geçen gün daha iyi bir konuma taşıdığımız Çin yönetiminden böyle bir olaya karşı hassasiyetini istiyoruz. Ve burada bir vahşet var. Yüzlerce insan öldürülüyor. Ve bine aşkın insan yaralı. Tüm bu olaylara karşı Çin yönetiminin seyirci kalmasını, bir de BM Güvenlik Konseyi Daimi üyesi olan Çin'in buna seyirci kalmasını doğrusu biz anlamakta zorlanıyoruz. Ve buna insan hakları açısından bir defa Çin yönetiminin eğilmesi ve failleri bir an önce ele alıp, yargılamalarının gereğini istiyoruz.
Bir de ibadetleriyle alakalı, onların ibadet için örneğin bugün aldığımız haberler Cuma ile ilgili olarak ibadete gitmesinin engellenmesi yönündeki haberler... temenni ederiz ki bunlar da doğru değildir. Bunlar da inanç özgürlüğü noktasında çok çok önemli. Çin yönetimi inanıyorum ki bu failleri bir an önce ortaya çıkararak gereğini yapacaktır. Beklediğimiz budur, beklentimiz budur.'' demişti.
Bugün gelinen noktada ise ne Erdoğan’ın ne de iktidarın Çin’e karşı bir söylem netliği bulunmuyor. Hatta bugün Cumhurbaşkanı Erdoğan, Çin’in Uygur Türklerine uyguladığı zulme karşı sessiz kaldığı yönünde eleştirilere muhatap oluyor!
Çin bugün birçok ülkede yalan haberler, makaleler ve propaganda yüklü içeriklerle Uygur Türklerine uyguladığı soykırım gündemini alaşağı etmeye çalışıyor. Tehdit söylemleri ile adeta ülkelerin içişlerine dâhil oluyor ve hiçbir devletin bu duruma yaptırım uygulayamadığını düşünerek tabiri caizse “azıttıkça azıtıyor.”
Çin açıkça Uygur Türklerine uyguladığı asimilasyon ve soykırımı gölgelemeye çalışırken dünya ülkeleri ve liderleri buna sessiz kalıyor.
2009’da da Çin büyüyen ekonomisi ve güçlenen siyaseti ile dünya ülkelerine karşı aynı sorumsuzluğu sergiliyor ancak buna daha net cevaplar alıyordu. Peki bugün ne değişti de Çin’e karşı cılız seslerin ötesine geçemeyen sesler korosu oluştu?
Üstelik Ankara Çin Büyükelçisi, Türkiye’deki kimi siyasileri açıkça tehdit ederken hükümetin buna sessiz kalmayacağı en sert ve şedid şekilde de bu olayı cezalandırması bekleniyordu. Bu gerçekleşmeyince de sessizlik ve suskunluk sarmalı neden büyüdü?
Türkiye devleti Çin elçiliğinin saygısızlığını ve tehdit dilini sadece “dışişlerine çağrılma ile” cezalandırmakla yetiniyor. Belki de devletlerarasında bu tür sorunlar böyle hallediliyordur kim bilir!
Yine de bu tehdit diline karşı “iktidarın” sessizliğini bozanlar da oluyor. Belediye başkanları “kayıp kaçak arama çalışmaları kapsamında kazı çalışmaları” yaparak o meşum sözler için haddinizi bilin demeye getiriyor. Başka ülkelerde olsa kesin sınır dışı edilirdi denilen olaylar Türkiye’de yaşanınca…
“2009’dan bu yana Çin ile ilişkilerde hangi dengeler daha çok gözetilir oldu?” bu sorunun iktidar kanadı tarafından cevaplandırılamaması cevabın netliğini ortaya koyuyor olabilir mi?
Velhasılı dünyada yaşanan acılar, olaylar sadece artmakla kalmadı dünyanın sessizliğini de paralel şekillerde arttırdı.