DTP’nin son kararı

Bugün de Genelkurmay Başkanı’nın Trabzon’daki konuşması üstünde duracaktım, çünkü üstünde eleştirerek durmayı gerekli kılan sözler söylemiş. Ama bu arada bir de DTP’nin istifa etmeme kararı çıktı. Bugün (cumartesi) Nabi Yağcı da bu aynı “üstüste” gelişi konu etmiş, “akşam yazdığını sabah çöpe atıyorsun” diyor.

Evet, DTP istifa etmemeye karar verdi ve iyi de etti. Gelgelelim, bunun “gerekçesi” epey tuhaftı: Öcalan’ın İmralı’dan gelen tavsiyesine kulak vererek bu noktaya geldiklerini açıkladılar.

Anayasa Mahkemesi, DTP hakkında, bu “sine-i millete dönme” kararının da nedeni olan kapatma kararını verirken, DTP’nin kendini PKK’dan ayırmadığını, araya mesafe koymadığını da gerekçesinin önemli bir kısmı yapıyordu. DTP, “İmralı’dan gelen tavsiye üstüne devam etmeye karar verdik” demekle, Anayasa Mahkemesi’nin bu gerekçesinin haklı olduğunu kendisi beyan etmiş oldu. Şüphesiz DTP veya herhangi bir topluluk veya birey, gene herhangi birinin bir sözünden etkilenebilir ve bunu açıklayabilir de. Şu durumdan, Öcalan’ın DTP’ye belirli bir hiyerarşi içinde talimat verdiğini hukuken kanıtlayamazsınız; yani bunun bir “örgütsel ilişki” olduğunu ispat edemezsiniz. Ama beyan da ortada. Öyle “formel” bir ilişki yoksa da, DTP’li milletvekillerinin varmış gibi davrandığını, gönüllü olarak böyle yapmayı üstlendiklerini görüyoruz.

Bu açıklama herhalde bir yanlışlık ya da bir dalgınlık sonucu olarak çıkmadı. Herhalde bilinçli bir davranıştı. Bir amacı vardı. Nedir o amaç?

Bunun aslında bir gizlisi saklısı yok. DTP, kendinden önce, bu ülkede yaşayan Kürtleri siyaseten temsil etme iddiasıyla kurulan bütün partiler gibi, “Biz önemli değiliz. Sorunun asıl sahibi PKK’dır [veya Öcalan’dır]” diyordu. Sözkonusu bütün partiler son analizde bu nedenle kapatıldılar, ama her zaman bunu açık açık söylediler –şu son seferki “açıklık” derecesine gelmeseler de.

DTP’nin Meclis’te çalışmaya devam etme kararı, bu ülkede, demokratik değerlerden yana olan çoğunluğu memnun etti. Çünkü böyle olmamasının, zaten varolan “yüksek gerilim”e ekleyeceği daha bir yığın gerilim olduğu belliydi. Şimdi, “İmralı’nın tavsiyesi üzerine” demekle iki şey yapılmış oluyor: birincisi, yukarıda söylediğim, zaten bilinen şey, yani sorunun asıl sahibinin İmralı’da olduğu (Bu “asıl sahip” konusu ve sorunun doğru cevabının PKK mı, yoksa Abdullah Öcalan mı olduğu ayrı bir konu ve onu ayrıca ele alacağım). Ama ikincisi, şimdi, bu somut durumda, İmralı’daki asıl sahibin “ılımlılık”, “ölçü” öneriyor olması durumu. Yani, “Oradan, sizin sandığınız gibi, yalnızca savaş emri gelmez; barış mesajının geleceği yer de orasıdır” deniyor bizlere.

Bu da, ayrıca değerlendirilecek bir durum. Abdullah Öcalan, başlamasında büyük pay sahibi olduğu bu kanlı mücadelenin bitmesinde de rol alabilir. Alırsa, buna “kötü” demek de akıl kârı bir iş değildir.

Ama DTP adına bu son eylem, yan bir “PKK’yı tanıyın” (ya da “Öcalan’ı tanıyın”) çağrısı daha yapılması, sonuçta genel sorunun çözülmesini kolaylaştıran bir eylem olmuyor, çünkü bu dünyada böyle bir koşulu kabul edecek devlet, hükümet, pek fazla bulunmaz.

Barışmaya zaten niyetli olmayan bir devlet ya da bir hükümet, “Benden bunu talep ediyorlar; ben bunu kabul edemem” dediğinde, bu kararından ötürü itirazla karşılaşmaz. Barışmaya niyetli olanı da, “Yok, bu kadarı fazla” diyebilir. Hele, AKP hükümeti gibi, kendisini çiğ çiğ yemeye hazır hasımlarla çevrili bir hükümet...

“Sine-i millet” eğilimine en başta Kürt sivil örgütleri itiraz etmişti. DTP’li milletvekillerinin onların değil de, İmralı’nın “tavsiye”sine uyması, her şeyden önce, Kürt siyasî hareketinin demokratik içeriği açısından, iyi olmadı.

TARAF