DTP, Anayasa Mahkemesi'nde sözlü savunmasını yaptı. Yargıtay Başsavcılığı'nın "parti kapatma davası" açmasının sebebi esas olarak bu parti ile şiddet arasında kurulan ilişkiye dayanıyor.
Şiddet ilişkisi ise somut olarak DTP ile doğrudan PKK arasında kurulan bağ ile temellendiriliyor. Aslında yargılama konusu yapılan şey DTP'nin kurumsal kimliğinde temsil edilen Kürt siyasetinin açmazı. Bu açmaz, legal şartlarda faaliyet gösteren DTP'nin PKK'yı bir terör örgütü olarak bugüne kadar mahkûm etmemesi; belki daha doğrusu edememesi. Doğal olarak DTP'nin Anayasa Mahkemesi'nde yaptığı savunmanın ana eksenini de Kürt sorunu içindeki "PKK sorunu" oluşturuyor.
Üstelik DTP, Anayasa Mahkemesi'ne yaptığı savunmada PKK'yı şu cümlelerle mazur gösteriyor: "PKK, Türkiye'nin türdeş ulus-devlet yapılanmasından kaynağını alan Kürtleri inkâr ve asimilasyon politikasına karşı ilk etapta bir tepki hareketi olarak doğmuş, 12 Eylül darbesinin yarattığı baskı, yasak ve işkence ortamında gelişmiş, devletin PKK'ya karşı yürüttüğü mücadelede özellikle Kürtlere karşı kullandığı aşırı ve orantısız güç nedeniyle de geniş kitlesel tabana kavuşmuş bir harekettir." PKK'nın varlığını meşrulaştıran bu gerekçelere "hırsızın hiç mi günahı yok" karşılığını verenler elbette olacaktır. Her iki muhakeme tarzından bir sonuca ulaşmak zor. Orta yerde bir kan gölü var. Kandan bir kan davası da çıkabilir, yeni bir sayfa da açılabilir. Kürtler kan davası başlatmak kadar, kan davalarını sona erdirmekte de tecrübeliler. DTP, legal bir siyasî parti. PKK ise illegal bir siyasî parti. Sorulması gereken soru şu: Bölgede hangisinin temsil kabiliyeti daha yüksek? Doğu Ergil'in son yaptığı araştırmanın gösterdiği üzere DTP'nin temsil kabiliyetinin tartışmasız bir önceliği var. O zaman sorunu "DTP'nin PKK'nın uzantısı olup olmadığı" sorunu olarak ele almak yanlış.
Doğu Ergil'in araştırmasında "Sizce PKK bir terör örgütü müdür?" sorusuna verilen cevaplar DTP'li ve PKK'lı olmak arasındaki farkın ne kadar büyük olduğunu gösteriyor. Özellikle kararsızların görece ağırlığı, PKK'nın temsil ettiği şiddetin çözüm olmaktan çıktığını gösteriyor. "Sizce DTP, PKK'yı destekliyor mu?" sorusuna verilen cevaplar, aslında Anayasa Mahkemesi'nde görülmekte olan davaya, DTP'ye oy verenlerin verdikleri cevap olarak da okunabilir. DTP'nin güçlü olduğu il ve ilçelerdeki katılımcıların yüzde 64,4'ü bu soruya "hayır" cevabını veriyor. AYM, DTP yerine aynı suçlama ile DTP'ye oy verenleri yargılasaydı beraat ettirmek zorunda kalırdı. "Çatışmaların devam etmesi halinde Türk-Kürt iç savaşı çıkabileceğine inanıyor musunuz?" sorusu terörün dışında etnik düşmanlığı ölçmek için sorulmuş. Kürt coğrafyasında bu soruya "evet" cevabı verenler çok düşük düzeyde, sadece % 17,2'lik bir kesimi oluşturuyor. Kısaca şiddet tükeniyor.
DTP içinde şiddet yöntemlerini kutsayanlar yok mu? Peki şiddeti mahkûm edenler? Şiddet yanlılarını "Tüyü dökülmüş çok şahin gördük" diye dalgaya alan Ahmet Türk ile nefesi barut kokan bir yığın isim aynı partinin çatısı altında. Başsavcının iddianamesinde yer alan delilleri kullanarak DTP'yi "şiddeti savunan parti" suçlaması ile kapatmak mümkün. Açmaz büyük. DTP kapatılırsa sadece şiddete karşı çıkanlar susturulmuş olacak. Önceki gün Genelkurmay Başkanı, Güneydoğu'dan PKK'ya gidenlerin sayısının azaldığını söyledi. DTP kapatılırsa ne olacak? DTP'nin legal bir siyasî platform ve temsil organı olarak doğrudan doğruya mevcudiyeti, şiddet eğilimlerini frenliyor mu, artırıyor mu?
İki DTP var: Birincisi şiddeti yüceltiyor ve PKK'ya sahip çıkıyor. İkincisi şiddetin çare olmadığını söylüyor ve legal politika zeminini sağlamlaştırmaya çalışıyor. AYM kapatma kararı verirse hangisi kapanmış olacak? Yerel seçim havası daha bugünden Güneydoğu'ya yerleşti. Kürt sorununun en acil gündemi bu seçimler. Sonuç önemli değil. Önemli olan, Türkiye'nin bu bölgede adil, tarafsız bir seçimi gerçekleştirebilmesi. DTP'nin kapatılması siyasette çözüm arayanları iflas ettirecek. Parti kapatma hukuku, şiddeti engelleme amacı taşıdığına göre DTP kapatılmamalı.
Zaman gazetesi