Dr Muheysini'nin Suriye açıklaması

Kabe imamlarından Şeyh Muheysini Suriye konusunda açıklamalarda bulundu.

Suriye'de son bir aydır devam eden direniş grupları arasındaki çatışma konusunda her gün her taraflar lehine ve aleyhine bir çok haber yayınlanırken büyük bir haber kirliliği olduğu gözleniyor. Ancak Suriye muhalefetinin içinden bir çok kişi olaylarda laik ve Batı yanlısı kesimlerin planlarının etkisi olsa da IŞİD'in büyük hatalarının çatışmaların ana kaynağı olduğu konusunda hemfikir. 

Çatışmaların başından bu yana arabuluculuk yapan ve hemen her kesim tarafından sevilen Dr Abdullah Muheysini'nin olayları içeriden değerlendiridiği video:

 

 

İncanews

Muheysini'nin Değerlendirmelerinin Türkçe Metni:

Eğer biz gerçekten kız kardeşlerimize yardım etmeyi, ırzlarını korumayı istiyorsak, kargaşanın durması ve cihadın devam etmesi için aramızda yüce Allah’ın hükmüne hakem olarak razı oluruz. O zaman kan dökülmez, o gün ırzlara dokunulmaz.

Allah biliyor ki ben bu şahitliği Âlemlerin Rabbi olan Allah’ın huzurunda da yapacağım.  Allah aşkına kardeşlerim, biz bunun için mi çıktık evlerimizden?  Bu mu Allah’ın haklarında ferman buyurduğu mustazaflara yardım etmek?

Kıyamet günü onlara gelip çattığında LA İLAHE İLLALLAH’ı ne yapacaklar?

Bismillahirrahmanirrahim

Allah’ım, tebliğ ettim mi?

Her halimize hamdolsun. Bize savaşı yazan Sübhân’a hamd ederiz. Salat ve selam savaşçılara ışıldayan bir yüzle bakan Peygamberimize, onun âline, arslanlar gibi savaşan arkadaşlarına ve Kıyamet (dönüş) gününe kadar onların metodu üzere olanlara olsun.

Şimdi…

Cihad ve nöbet sahası olan Şam toprağına ayağımı bastığım günden bu yana çeşitli olaylar hakkında birçok beyanatta bulundum. Birçok müzakereye katıldım ve gücüm yettiğince girişimlerde bulunmaya çalıştım. Allah da bizi, kanın durması ve zulümlerin kalkması için bazılarında muvaffak kıldı…

Son girişimlerimizde de öyle. Bu sayede Allah katında bir mazerete sahip olmamız bize yeter…

Olayların çoğunda söylediğim şekilde bir tutumum oldu. Doğru ve isabetli olanlar Allah’tandır, hatalı olanlar ise nefsimden ve şeytandandır…

Her zaman dedim ve yine diyorum ki: Şahsi kazanç elde etmek için –ki biz bu hakkımızı Allah için feda ettik ve kabul etmesini dileriz-  herhangi bir tarafı kayıran bir tutum izlemediğimi Allah biliyor. Nefsim kudret elinde olana yemin olsun ki; şöhreti ve birinin kayırmasını isteseydim buna seferber olmadan erişirdim. Şayet âleme yağcılık etmek isteseydim, evimde, ebeveynim, eşim ve çocuğumun yanında kalırdım. Ki ben Allah’ın ihsanı ve keremiyle halkımın içinde servet sahibi biriydim. Dünya da bana kapılarını açmıştı…

Allah’tan onun şerrinden bizi korumasını dileriz.

Ey, yeryüzünün doğusunda ve batısında olan kardeşlerim! Bilhassa da mücahid kardeşlerim:

Şimdi benim bu beyânım, Allah’ın huzurunda kendisiyle duracağım büyük bir tavır belirlemedir. Şüphesiz ki bu Allah için, sonra da tarih için kaleme aldığım büyük bir şehadettir (tanıklıktır). Allah beni bundan sorguya çekecek: “Onların şahitlikleri yazılacak ve sorguya çekileceklerdir.” Ben bunun ecrini de sadece Allah’tan bekliyorum ve de bunu nefsime en zor gelen durumlardan biri olarak görüyorum.

Merâmıma geçmeden önce, bunu dinleyen herkese sesleniyorum: Kendisinden başka ilâh olmayan Allah hakkı için, sizden benim bu sözlerimi Allah’ın gözetimi ve Rasûlünün (sav) emrine uyma hali hariç her şeyden soyutlanmış olarak dinlemenizi istiyorum. Ondan sonra konuşaların sözüne karşı bir tavır belirle ve delilini iste. Çünkü bugün belirlenecek tavırlar çok mühim. Bu sözler, kendisinde tertemiz kanların aktığı cihad meydanı hakkındaki sözlerdir.

Bu söz –mücahid kardeşim- kendisiyle dünyamızı üç talakla boşadığımız Allah’a verdiğimiz biat hakkındadır. Bizler bugün tehlikeli bir yol ayrımındayız. Allah aşkına, sadece Allah’a yönelin. Nefsim kudret elinde olana yemin olsun ki, bugün ancak Allah’ın kitabına, Rasûlünün sünnetine azı dişleriyle sımsıkı tutunandan başka kimse kurtulamayacak.

Ey Mücahid Kardeşlerim!

Şam’da cihad meydanı açılıp, mücahidler tevhid bayrağını yükseltmek ve Allah’ın hükümranlığını O’nun arzında yaymak için ruhlarını Allah’a satmaya başladıklarında; Allah bana lütfetti ve Şam topraklarına ulaştım. O zaman kendime bir söz vererek cihad gruplarının herhangi biri hakkında zihnimde önceden oluşmuş her hayali bırakmaya ve iptal etmeye karar verdim. Çünkü ben kulaklarımın duyduğuna göre değil, gözlerimin gördüğüne göre kendim hüküm vermek ve tevhid bayrağını yükseltmek niyetiyle Allah yolunda cihad eden her mücahidle beraber olarak, ona yardım etmek ve şerefini müdafaa etmek istedim. Sonra İŞİD’deki kardeşlerimi ziyaret ettim ve uzun geceler onların karargâhında kaldım. Yine Cebhet’ul İslamiyye’deki, Ahrar’daki kardeşlerimi de. Bu ihtilaf belirtilerini açık olarak ve anlaşmazlık tohumlarını mevcut olarak gördüğümde, bunu Allah’ın kitabına arz ettim ve onu apaçık, muhkem bir nas olarak buldum: “Ayrılığa düştüğünüz her konuda hüküm Allah’a aittir.” İşte o zaman “İslâmi Mahkeme Girişimi” ne niyetlendim ve işin başında İŞİD’in liderleri bana ilk onaylarını bildirdiklerinde bunu hayra yordum ve diğerleriyle müzakereleri tamamladım.

Mevcut grupların fikir ve metot açısından farklılaşmalarına bakınca, kendilerine has metotlarıyla tanınan ketibelerdeki kadıların, karar ertelemekten, aidiyetten vs. uzak bir şekilde safi kalmalarını önerdim. Bizim metotlarına şaibeler karışmış kadıların tahakkümüne çağırmamız nasıl mümkün olabilir? “Girişim”de merhale kat ettikten ve herkesin onayını aldıktan sonra İŞİD’in “mahkeme girişimi” ni reddi hususundaki son tavrı ile şok oldum ve açıklama yapılmasını istedim. Bana dediler ki: “Bazı gruplar hakkındaki mülahazalardan dolayı” “O zaman kadılar metotları bilinen, cihad meydanlarında tecrübesi olan birliklerden olsun, mesela Sukûru’l İzz, Ketibetu’l Hadra, Şam’ul İslam ve diğerleri gibi mi?” dedim. Buna da özür beyan ettiler. “Peki, adil, bağımsız bir kadı olsun” dedim ve metot sahiplerinin hakkaniyetine ve imametine şehadet ettikleri bazı isimler önerdim, Allame şeyhimiz Alvân, Mücahid şeyh İbrahim er-Rubeyş ve diğerleri gibi. Reddettiler. Kadı’nın Horasan’dan bağımsız olarak gelen fakih kardeşler gibi Şam sahasındaki ilim talebelerinden olmasını teklif ettim, bunu da reddettiler. Ben de İŞİD’deki kardeşlere dedim ki: “Öyleyse bana Allah’ın kanunu ile hükmetmemiz için herhangi bir girişim önerin ki aramızdaki meselede Allah’ın emrine uyalım ve onu hem kendi nefislerimize, hem de kardeşlerimize hakem yapalım” Bizim mücahidler için kendi aralarında hüküm verecek, hasmın hakem olmayacağı bir mahkemeye ihtiyacımız var. İŞİD’deki kardeşlerime dedim ki: “Diğer mücahid gruplardaki kardeşleriniz diyorlar ki: “Nasıl bizim onlarla olan anlaşmazlığımız konusunda İŞİD’in mahkemelerine başvurmamızı istiyorsun, muhalif biri nasıl hakem olur?! Sonra hem onlar bizim onların mahkemelerine, kendilerinin de bizim mahkemelerimize başvurmasından razı olacaklar mı?!” Allahu Teala: Aralarında hüküm vermesi için Allah’a ve Resûlüne davet edildiklerinde, müminlerin sözü ancak “İşittik ve itaat ettik” demeleridir. İşte asıl bunlar kurtuluşa erenlerdir, buyurmadı mı? Kardeşlerimize ne oluyor da “işittik ve itaat ettik” demiyorlar” Buna rağmen İŞİD’deki kardeşlerim girişimi reddettiler. Yalnız Allah’tır yardım istenecek olan.

O vakit, girişim dosyası rafa kalktı ve ben de olan bitenle ilgili ayrıntıları anlatmamaya karar verdim. Umulur ki Allah bana başka bir çözüm yolu gösterir de bu sayede, tüm cihad sahasının, tatbiki uğrunda seferber olduğumuz Allah’ın şeriatı ile hükme bağlanmasını sağlayabiliriz.

Allah biliyor ya İŞİD konusundaki suskunluğum sebebiyle ihanetle suçlandım ve itham edildim, ama bütün bunlara, çaba harcadığım faydaya ulaşma arzusuyla katlandım. Umulur ki Allah, İŞİD’deki kardeşlerimizi şer’i mahkemeyi kabul hususunda doğru yola eriştirir.

Cihad sahasında olaylar halen tekerrür ediyor ve ben de her defasında İŞİD’deki kardeşlerimin şer’i mahkemeye razı olmaları için çaba göstermeyi sürdürüyorum. Onlar da özürlerle, söylentilerle bahaneler ileri sürüyorlardı ki, sonunda Muhammed Faris kardeşin öldürülme hadisesi ve Meskene olayları baş gösterdi. Allah’ın hükmü ile çekişmenin sona ermesi için müdahale etmeyi denedim. Ahrar’dan kardeşler de “müreccih olmamı” / tercihte bulunmamı önerdiler, oysa İŞİD’deki kardeşler bunu reddetti. Sonra İŞİD’den bir kardeş öldürüldüğünde –Allah’tan onun şehadetini kabul etmesini dileriz- İŞİD benim müreccih –hakem- olmamı kabul etti. Ben de kendi kendime dedim ki: “Onlar haksızken benim hakem olmama razı değilken, haklı iken benim hakem olmama nasıl rıza gösterecekler?!” Bunu içimde gizledim ve kimseye söylemedim. Sonra da: “Umulur ki Allah çıkış yolunda olduğumuz bu anda bize bir kolaylık gösterir” dedim.

Şam’da olaylar halen üst üste geliyor, şahıslar dolduruşa getiriliyor, birlikler öfkeleniyor ve şöyle diyorlarken: “Fertleri bize karşı hata işlerken İŞİD, neden Allah’ın hükmüne razı olmuyor?!”

İşte o gün geldi. Olayların başladığı Perşembe günü. Atarib’deki olaylar sırasında ilk kurşun atıldığında orada olmam Allah’ın bir takdiri gerçekten. Oraya girdiğimde Atarib ahalisi oldukça öfkeliydi. Bizim İŞİD’den olduğumuzu zannederek bizim olduğumuz tarafa ateş açtılar. Girdim ve sordum: “Mesele nedir? Allah’ın benim elimle kanı durdurmasını dilerim” Bana dediler ki:

“İŞİD, Atarib’e girdi ve bizden birini tutuklamak istedi, biz de ‘Onu sadece şer’i mahkeme yoluyla alabilirsiniz, mümkün değil’ dedik ve İŞİD’den gelen adam geri döndü. Ertesi gün olduğunda istedikleri kardeş kaçırıldı ve sonra da onun cesedini bulduk. Atarib ahalisi: ‘Onu Hattab Lîbî öldürdü’ diyorlar.” Onlara: “Biraz bekleyemez misiniz, belki ben İŞİD’le müzakere edebilirim?” dedim. Onlar da dediler ki: “İŞİD’le nasıl müzakere edeceksin ki, onlar her defasında senin girişimlerini de, şer’i mahkemeleri de reddetmiyorlar mı?!”

O anda, şaşkın, üzgün bir vaziyette derdimi ve kederimi Allah’a şikâyet ederek çıktım. Sonrasında Atarib’de ağır çatışmalar çıktı ve İŞİD geri çekildi. Atarib civarında (Fevc bölgesi 46) bazı tugaylar var, Şüheda’ul Atarib, Cebhet’un Nusra ve Suriye Süvvar Cephesi onlardan bazıları. İŞİD, Fevc’e hücum etti ve Nusra’dan 10, diğerlerinden de birkaç kişiyi öldürdü. Onun akabinde savaş alanı İŞİD’in aleyhine olarak, Cebel ez-Zaviye, Rikka ve Hama’ya kadar genişledi. Her birliğin Fevc 46 bölgesinde hakkı var ve İŞİD’in Fevc 46’da öldürdüklerine öfkelerinden ötürü İŞİD ile başka bölgelerde de çatıştılar. Bu noktada İŞİD’e Atarib içib destek geldi. Yolda Nureddin Zengi Tugayına rastladılar. Zengi’nin askerleri destek kuvvetinin geçişini redderek: “Size de, Özgür Suriye ordusuna da geçiş için izin vermeyecek, biz fitneye köprü olmayacağız” dediler. İŞİD de güç kullanarak girmek isteyince, Zengi bunu reddetti. Zengi’nin İŞİD ile daha önceden iyi ilişkileri olmasına rağmen ve Zengi Tugayının Suriye yönetimiyle cihadda güzel bir bela olduğunun da bilinmesine rağmen çatışma tamamlandığında Batı Haleb bölgesi tüm alev almıştı.

Daha sonra da, her tugay daha önceden İŞİD tarafından bir zulme uğradığından, her biri, uğradığı zulmün öcünü almak istedi. Geçmişte İŞİD tarafından zulme uğrayan her tugay zulmünün karşılığını almaya başladı. Şam tutuştu, sonra hırsızlar, hainler ortaya çıktı ve Suriye yönetimi orayı, burayı ateşe vermeye başladı ve iş iyice karıştı. Durum bazılarının zannettiği gibi İslam’a karşı ya da İslam Devleti’nin kurulmasına karşı bir savaş değil. Eğer öyle olmuş olsaydı, Dünyadaki tüm sistemlerin kendisine düşman olduğu Kaide örgütü olan Cebhetu’n Nusra’ya karşı niçin bu olaylar olmamıştı, bu cepheler açılmamıştı. Bu örgüt ki onu Şeyh Üsame kurdu –Allah şehadetini kabul etsin- sonra da ümmetin bilgini Şeyh Zevahiri –Allah onu korusun- onu takip etti. İnsanların düşmanlığı senin metodunun doğruluğuna delil değildir. Eğer böyle olsaydı, Mısır’da İhvan insanların hakka en yakın olanı olurdu ki insanlar onlara her yönden düşmanlıklarını göstermişlerdi. Yine Kaddafi de zâlim değil, mazlum olurdu. Onunla savaşmak için Libya halkının hepsi toplanmıştı, onun arkasında ise bir grup insan vardı.

İnsanların yanıltıldığı bir başka husus da, düşmanların çokluğunun metodun doğruluğuna delil olduğu iddiası. Aksine bu insanlara yapılan zulmün ve uygulanan şiddetin çokluğuna da delil olabilir. Nefsim kudret elinde olana yemin olsun ki; ben onu gördüm ve Allah’ın huzurunda ondan sorguya çekileceğim. Olaylardan önce Atarib camiinde hutbe verdiğim o günü unutmayacağım. İnsanlar bana İŞİD tarafından uğradıkları büyük zulümlerden şikâyet ederek etrafımda toplanmıştı, hâlbuki onlara fayda sağlayacak ne bir gücüm, ne de bir kuvvetim vardı. Allah’a andolsun ki, Şam’da İŞİD tarafından işlenen, bebeklerin saçlarını ağartacak zulümler gördüm ve bunlar da işte bugün ulaştığımız durumun sebebi. Yalnızca Allah’tır yardım istenecek olan.

Hapishanelerde tutuklular arasında suçsuz, itham da edilmemiş ne kimseler gördük. Yine şüpheyle öldürülen kimseler gördük ve tutukluların tasfiye edilmesini. Belki de sonuncusu bu olaylar sırasındaydı, İŞİD’in esir aldığı kardeşlerimin serbest bırakılması ve değiş tokuş yapılması için görüşmeler yapıyordum. İŞİD’in kadısının sözleriyle şaşırdım: “Biz içtihad ettik ve onları ortadan kaldırdık (tasfiye ettik)” Bu sözle afalladım ve dedim ki: “Onları mürted olarak mı görüyorsunuz?” “Hayır, ama böyle içtihad ettik” dedi. “Peki, değiş tokuş yapacağımız esir kardeşlerimiz, onlar ne haldeler?” dedim. “Bu bizim içtihadımız” dedi!

Uveycil kentinin havan toplarıyla vurulması, kadınların, çocukların öldürülmesi bizden çok uzakta değil. Buna ben şahsen vâkıf olmuştum ve o zaman İŞİD’in liderlerine dedim ki: “İnsanları bombalarla nasıl öldürüyorsunuz Allah şöyle buyururken: ‘Kim bir mümini kasten öldürürse cezası, içinde ebediyen kalacağı cehennemdir. Allah ona gazap etmiş, onu lânetlemiş ve onun için büyük bir azap hazırlamıştır.’ ?!”  Dedi ki: “Bir bomba yirmi kişiyi öldürürken, Allah onunla yüz kişiyi koruyor!!”

HasbunAllahu ve ni’mel vekîl (Allah bize yeter, O ne güzel vekildir)

Özgür Suriye Ordusu’ndaki bazı grupların ve diğerlerinin yaptığı zulümlerin varlığını, hem de dehşet boyutta olanlarını inkâr ediyor değiliz. Ama biz şu anda Allah’ın kanunu ile hükmetme ve Rasûlünün yol göstericiliği ile hidayete erme konusunda kendisinin model olmasının beklendiği İslami bir yapılanmadan bahsediyoruz.

Sonra durum iyice kızıştıktan ve insanlara karışık gelmeye başladıktan sonra, birisi diyor ki: “Bunlar sahve güçleri” Başkası: “Bunlar hâriciler”… Ben de: “Bu anlaşmazlık ancak Allah’ın kanunları ile çözülür, sonra da Allah’ın kanunları, kimin saldırgan olduğunu, kimin sahve ya da başka bir şey olduğunu belirleyecektir” dedim. Yine, “Bu çekişmenin gölgesinde Allah’ın kanunları ile hükmetmeye çağıran bir girişimde bulunmak sahve güçlerinin ve diğerlerinin yolunu kesecektir. Çünkü onlar eğer İslamla savaş için salınmışlarsa Allah’ın kanunun hakemliğini kabul etmeyeceklerdir. Zira Allah’ın kanunlarının hakemliğini kabullenmeleri İslami yapılanmaya karşı yaptıkları savaşta onların yolunu kesecektir” dedim  ve akabinde “Ümmeti Girişimi” ni başlattık. Girişimde de, kadıların bilhassa da Allah-u Teâla’nın kanunlarıyla hükmetme, tağutu inkâr etme ve İslami yapıyla muhalif olan her şeyi terk etme konularında metotlarıyla bilinen kişiler olmasını şart koştuk. Kadıların metotlarındaki kusurların ortaya koydukları hükmün geri çekilmesine sebebiyet vereceği gizlenemez.  Girişimin kabul görmesi için bir müddet belirledik. Ümmet ve âlimleri onu destekleyecektir. Onların başında da Allah hakkı için büyük belâlara duçar olan büyük âlimler var. Bazıları da halen hapisteler. Destekleyenler arasında şu isimler var: Filistinli Mücahid Şeyh Ebu Katade, Ebu Muhammed el-Makdisi, Dr.İyad Kunaybi, Dr. Yusuf Ahmed, Dr.Ekrem Hicazi ve Şeyh Hüseyin Mahmud ve diğerleri. Daha sonra da iyisiyle kötüsüyle farklı gruplar; Şam’da anlaşmazlığın sona ermesi ve kendilerine yardım etmeyi istediğimiz mustazaflara karşı haddi aşmış ve zulmetmiş Nusayri rejimine karşı savaşımıza geri dönmek için, aralarında Allah’ın hükmünü hakem kabul ettiklerini ilan ettiler. Böylece tüm birlikler Allah’ın şeriatı ile muhakeme olmak üzerinde anlaştılar. Allah onlara hidayet etsin, İŞİD’deki kardeşlerimize gelince; onlar, ancak muhaliflerine dayattıkları şartlarla Allah’ın şeriatını hakem kabul edeceklerini içeren bir bildiri yayınladılar. Ben bu şartlar üzerine diyorum ki: Bu şartlar, ne Allah’ın kitabında ne de O’nun Resulü SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in sünnetinde vardır. Ben bunu, tağutu inkâr etmenin ve Allah’a iman etmenin, Allah’ın şeriatı ile çatışan bütün projeleri terk etmenin gerekliliğine dair sözlerimiz ve çağrımızla birlikle söylüyorum. Ancak bize muhalif olan herkesin, daha sonra kendisiyle Allah’ın şeriatını hakem kılmaya razı olalım diye bu meseleleri şart koşmayı ilan etmesi, Allah’ın dininden olan bir şey değildir. Aksine ilim ehlinden bir başkası kâfirin Müslümanla arasında hükmetmesi için kadıya başvurduğunda hükmün vacip olduğuna dair bir icmâ nakletmiştir.  Allah: “Onların aralarında Allah’ın indirdiğiyle hükmet” buyurmamış mıdır? Yine: “Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz –Allah’a ve ahirete gerçekten inanıyorsanız- onu Allah’a ve Resûl’e götürün; bu hem hayırlı, hem de netice bakımından daha güzeldir.” Ve “Hüküm ancak Allah’ındır” buyurmamış mıdır?

Sonra, eğer Allah bize yeryüzünde iktidar verirse, hırsızlara, isyancılara hatta Yahudi ve Hıristiyanlara, hakeme başvurmadan önce onlarla mahkemeleşmeyi kabul etmemiz için îtikadî meselelerdeki tutumlarını açıklamaları şart koşulabilir mi?

Hükmedecek kadılar hakkında zikredilen şartlardan ise, evet itikatlarının salim olması hükümlerini etkileyecektir. Bunu, alandaki grupların, laik ve demokratik projeler ve Allah’ın indirdikleri dışında hükmeden devletlere ve Batı’nın emrine boğun eğenlere karşı tutumlarını açıklamalarını destekleyerek ve onaylayarak söylüyoruz. Bizim itirazımız bu iki şartın bahanesi altında Allah’ın şeriatı ile muhakeme olmayı reddetmeyedir, şikâyetimiz de yalnız Allah’adır.

İŞİD’in bildirisinde, savaşın fitne savaşı olduğuna dair itirazına gelince, ben bunu İŞİD’deki ikinci adama sordum; “Bugün savaştığınız kimseler Zinki ve onunla beraber olan mürtetler gibi mi?”  Bana “Vallahi bizim için onların dinden dönmeleri sabit olmamıştır, eğer sabit olsaydı açıklardık” dedi. Bundan sonra da Adnanî’yi onların sahveler olduğuna dair ve bunun gibi şeyler hakkında konuşurken duyunca şok oldum.

İŞİD’deki kardeşlerimizin, sahadaki her bir cemaate karşı tutumlarını samimi bir şekilde belirtmeleri, meseleyi kardeşlerimiz İŞİD’in askerleri arasında değişken bir vaziyette bırakmamaları gerekmez mi? Ben İŞİD’deki kardeşlerim arasında, gruplara karşı dinden dönme ve başka konular hakkında hüküm vermede büyük bir ihtilaf gördüm.

Sahada savaşan grupların fikri yaklaşımlarının birbirinden ayrı olması ve projelerinin farklılığı bir sır değil. Onlardan kimi ulusal koalisyona bir örtü ve temsilci olarak razı oldu, kimi de ondan söz ve fiil olarak beri olduğunu ilan etti.

Bundan sonra da mücadele-savaş alanı genişledi ve tecavüze uğrayan kardeşler olduğuna dair haberler ortaya çıkmaya, yalanlar yayılmaya başladı. Allah biliyor ki ben birden fazla konumda gittim ve bu mevzunun sadece bir söylenti olduğunu, aslının da, orada bir etkisinin de olmadığını gördüm. Belki bazı şeyler ve olaylar vukuu bulabiliyor lakin bu konudaki konuşma şekliyle Müslümanların kendi aralarındaki savaşa katılmaları için gençlerden ordu toplanması amaçlanıyor.

Böylece de savaştan kaçınmayı ve geri durmayı isteyen herkese; kardeşlerini nasıl yalnız bırakır, kız kardeşlerini tecavüze uğrar bir halde nasıl terk edersin? Deniliyor. Ey eksikliklerden münezzeh olan Rabbim, eğer biz gerçekten kız kardeşlerimize yardım etmeyi, ırzlarını korumayı istiyorsak, kargaşanın durması ve cihadın devam etmesi için aramızda yüce Allah’ın hükmüne hakem olarak razı oluruz. O zaman kan dökülmez, o gün ırzlara dokunulmaz. Halka açık alanlar bombalarla vurulurken, insanları fitneden uzaklaşmaya çağırdığımızda, nefsim elinde olana yemin ederim ki,  ben bizzat o alanların birçoğuna vakıf oldum.  Derkuş’ta bomba halka açık bir alanda patladı ve ben İŞİD’in valisine “kimi hedeflediniz” diye sordum. “Muhaliflerimizden otuz kişi öldü” dedi. Tehlikeye rağmen gittim ve kendim vakıf oldum ve gördüm ki kendini patlatan kişi ve halktan bir adam dışında kimse ölmemiş, dört çocuk yaralanmış.  Yine Kefernaha’da bir çocuk ve kendini patlatanın öldüğünü gördüm. Ve yine Kefricum’da sadece kendini patlatan öldü. Bütün bunlara ben bizzat vakıf oldum. Allah biliyor ki ben bu şahitliği Âlemlerin Rabbi Allah’ın huzurunda da yapacağım.  Allah aşkına kardeşlerim, biz bunun için mi çıktık evlerimizden?  Bu mu Allah’ın haklarında şöyle dediği mustazaflara yardım etmek?   “Size ne oluyor da: Rabbimiz, halkı zalim olan şu şehirden bizi kurtar, katından bize bir sahip gönder, bir yardımcı yolla, diyen; zavallı çocuklar, erkekler ve kadınlar uğrunda ve Allah yolunda savaşmıyorsunuz?”

Ey eksikliklerden münezzeh Rabbim! Gençlerimizin canları bu kadar mı ucuz ki çocukları ve adamları -Allah kanlarının dökülmesini esirgesin- öldürmek için bombalara itiliyor?

Yine hangi hakla bomba yüklü araçlar, Ahrar, Tevhid ve başka gruplardan kardeşlerinizin karargâhlarında patlatılıyor da önde gelenlerce haklarında irtidat yada kan bedeli hükmü sabit olmamışken, cihat eden kardeşlerinizi öldürüyor? Sonra yine farz edelim ki sizin gruplarınız ve onların grupları arasında haksızlıklar var, peki ya kısas bu şekilde mi olur?  

Allah şöyle buyurmamış mıdır? “Kim, zulmedilerek öldürülürse; gerçekten Biz, onun velisine bir yetki kılmışızdır. Artık o da öldürmekte aşırı gitmesin. Muhakkak ki o, yardım görenlerden olmuştur.”

Ey Allah’ım! Tuzak kuranlar, patlatanlar, gönderenler ve destekleyenler ne yapacak… Kıyamet günü onlara gelip çattığında Allah’tan başka ilah yoktur ile ne yapacaklar?

Bu küçük çocuğa, şu kocamış ihtiyara ne diyecekler? Suçsuz yere bu bombanın vurduğu tertemiz masum canlara ne diyecekler?  Allah’ım, ben sana bu bombalamalardan da, şu patlayıcılardan da beri olduğumu ilan ederim!

Mücahit kardeşim, Allah aşkına sözlerimi tüm insaf ve adaletinle oku.

Biliyorum ki ben bu beyandan sonra ihanetle veya dinimle ve ya birçok şeyle itham edileceğim!

Benim bu sözlerimden etkilenmeni istemeyen birisi sana gelip bana ait eski tweetleri ortaya çıkarabilir. Onları benim yazmadığımı,  orada yazanları kabul etmediğimi ve onlardan beri olduğumu söyledim. Bütün bunlar, aynı bütün ulemaları hatta Allah’ın dini uğrunda belalara duçar olmuş cihat ulemasını dahi düşürmeye çalıştıkları gibi, beni düşürmeye çalışmak için. Allah esaretten kurtarsın, esir şeyhimiz Süleyman Alvan, mücahitlerin şeyhi Makdisi, Filistinli Ebu Katade, Doktor İyad Kunaybi, Muhaddis Abdulaziz Tarifi, Şeyh Yusuf Ahmet gibi âlimleri düşürmeye çalıştılar.  Hatta bazıları, ömrünü cihatla tüketmiş ve Allah’ın cihat ruhunu, elleriyle diriltmeyi yazdığı ümmetin bilgelerini de ayıplamaya ve kınamaya başladı!

Allah için sana soruyorum… Neden âlimlerden veya arabuluculardan her ne zaman biri İŞİD’in davranışlarına ve zulümlerine muhalif olsa, biri bu âlimi düşürmek için harekete geçiyor ve söyledikleriyle insanları hak yolundan alıkoymakla itham ediliyor?  Bu âlim için  “Uzakta olduğundan gerçeği bilmiyor” Diğeri için, “Esir olduğundan hakikat ona olduğu gibi aktarılmadı!” Üçüncüsü için “Önyargılı”, dördüncüsü içinse “Yeni olduğundan sahayı bilmiyor!” deniliyor. Sonuçta da bu tür eleştirilerden İŞİD’e tabi olanlar dışında kimse kurtulamıyor!

Allah’a yemin olsun ki yeryüzünde İslami projeyi eleştiren ve Şam’da devlet projesini eleştirmek üzerinde ittifak ettikleri gibi bir ayrılığa düşen hiçbir cihat alimi görmedim. Benim cihat öncesindeki tutumum ise şöyle idi: gösterişten ve pohpohlamaktan uzak bir şekilde ileri gelenlere gittim. Bunu hiç yazmamıştım, bundan hiç söz etmemiştim. Ancak hatırlatmam gerekti. Bununla birlikte işler böyle gidince ithamlar yapılmaya başladı… Karşı koyanlarca eleştirildim, gözden düşürülmek istediler. Vallahi hiç önemi yok! Ben Allah’ın dinini zafere ulaştırmak, Allah için benimsediğim hakkı haykırmak ve Allah düşmanları karşısında ve Allah şeriatının ikamesi uğrunda Allah’ın izniyle şehadete nail olmak için, Allah’ın izniyle arkama bile bakmamak üzere geldim.

Bu şahitliğin zahirini değiştirmeye ya da örtmeye çalışan olabilir. Ama vallahi ben Allah’ın önünde bunu sana delil getireceğim. Allah için bunu tarafsız olarak oku ve sonra karar ver. Vallahi ben bu tutumundan dolayı neye nail olacağımı da çok iyi biliyorum, fakat ben bu beyanı Kıyamet Günü boynuma asılmasın diye yazdım. 

Sevgili kardeşim, Allah biliyor ki ben İslami hilafet kurulması projesine bir düşman değilim.  Bilakis onun pahasına canlarımızı ve kanlarımızı feda ediyoruz. Fakat nebevi yolda insanları nefret ettirmek, zulmetmek, cihad saflarını bölmek, Allah’ın hakkında hiçbir delil indirmediği, sahibi için hüccet olmayacak, sudan bahaneler altında Allah’ın hükmünü hakem kılacak girişimleri reddetmek yoktur.

Kardeşim… Allah biliyor ki ben Irak’taki İslam Devleti’nin en sıkı destekçilerindenim ve onun hakkında yayılan her şeyi tekzip ediyordum.  Ve hala da Irak’ta onun hakkında hüküm vermiyorum, çünkü bu şahit olmadığım bir şeydir. Bilakis yakın ve uzak olanlar onun Irak’ta Allah’ın düşmanlarını hezimete uğrattığına, Amerikan ve Rafızilerin burunlarını sürttüğüne, oradaki Müslümanları esaretten kurtardığına şahit olmuşlardır.

Şam’da ise, nefsim elinde olan Allah’a yemin olsun ki, Allah’ın önünde duracağım gün temize çıkmak için, insanların önünde gördüğüm gibi şahitlikte bulundum. 

Hayır, nefsim elinde olana yemin olsun ki -bu bildiren sonra iddia edecekleri gibi-  ben “Sahve” de değilim, “Sururi” de değilim, “Mürciî” de değilim. Fakat ben Allah’ın izni ile hakkı söyleyen ve haykıran biriyim.

Ben bunu bana kardeşlerimden bana uyanlara söylüyorum ve Allah yolunda hiçbir kınayıcının kınamasından korkmayacağım. “Şehitlerin efendisi, zalim yöneticiye karşı çıkıp ona iyiliği emredip kötülükten neyhettiği için katledilen kimsedir.”

Mücahit kardeşim… Bu beyanda zikrettiğim İŞİD’in Allah’ın hükmü ile muhakeme girişimlerini red etmesi ve gördüğüm haksızlıklardan sonra Allah’a yemin ediyorum ki Şeyh Ebu Bekir el-Bağdadi Şam’da yüce Allah’ın şu emrine uyarak halka açık bir İslami mahkemeye razı olacaktır. “Aralarında hükmetmesi için Allah’a ve Rasulüne çağrıldıkları zaman; müminlerin sözü, sadece: İşittik ve itaat ettik, demekten ibarettir.” Bizler de işittik ve itaat ettik diyelim, geçen çatışmaları ortaya koyması, iyi ve kötülere yeni gelişen olaylarda hakem olması için, Şam’da İslami bir mahkemeye razı olalım. Aynı insanların, itaatkârı ve isyankârıyla Allah resulü SallAllahu Aleyhi ve Sellem’i hakem tayin ettikleri gibi. Her kim Allah’ın hükmü ile muhakemeyi kabul ettiyse artık kadı, adil, sahih metoda ve safi bir itikada sahip olduğu sürece nasıl düşünüyorsa öyle yapsın. Önemli olan kadıdır, davacı değil. Eğer bu olmazsa ben cihat komutanları ve ulemasına katılıyorum. Bu ulemanın başında da mücahitlerin şeyhi Eymen Zevahiri – Allah onu korusun- esir muhaddis şeyh Süleyman Alvan, Şeyh Muhammet Makdisi, Filistinli Ebu Katade ve diğer âlimler ve saygıdeğer üstatlar geliyor.

Bütün bu ulemaya katılıyorum ve şeyh Ebu Bekir Ba’dadi kardeşi bugün yeryüzünün öveceği, Müslümanların kanlarının akmasını önleyecek ve Allah’ın dinine yardım edecek bir pozisyonda durmaya çağırıyorum.   Bu şekilde Irak’taki İslam devleti Rafızîlerin boğazlarında yumru, Batı’nın yolunda diken olarak kalacaktır. Şam’daki Nusret Cephesi ise yeryüzünde Hilafeti geri getirmek için İslami projeyi tamamlayıcı olarak kalacaktır. Öyleyse hepimiz bir arada Allah’ın arzında Allah’ın hükmünü yerleştirmek ve çalınmış Hilafeti geri getirmek için harekete geçelim.

Mücahit kardeşim. Şam toprakları dışında destek olan kardeşim… Ben Allah’a yemin olsun ki seni Şeyh Üsame’nin ve onun halefi Şeyh Eymen Zevahiri’nin başlattığı,  sonra Şam’da Şeyh Fatih Cevlani’nin aynı yol üzere yürüdüğü, Şam’daki ümmet projesine katılmaya, yeryüzünde İslam Devleti kurmak için apaçık bir metodu yani Nusret cephesi, Ahrar-u Şam ve diğerleri gibi insanların sevdiği İslami birlikleri takip etmeye çağırıyorum.

Bu birlikler, yer yüzde Allah’ın şeriatını ve İslami Hilafeti ikame etmek için çabaladıklarını, Sykes-Picot sınırlarını tanımadıklarını açık bir şekilde ilan etmişlerdir. Ben böyle bir kararın nefse ağır ve zor geldiğini biliyorum. Fakat bu Allah’a yemin olsun ki ümmetin maslahatını, nefislerin arzularına öncelemektir.  Muhakkak ki Allah’ın dinini muzaffer kılma uğrunda dünyasından hicret eden ve ehlinden ayrılabilen kimsenin, böyle bir karar almaya da gücü yetecektir.

Nusret Cephesi, İslam Devleti’ni ikame etmek için çalışmıyor mu ve onun yeryüzünde büyük bir ağırlığı yok mu?

O halde neden insanların geneli onu bizimle zorla ve istemeyerek değil, gönüllü olarak ikame ediyorken, İslam Devleti’nin ve yeryüzünde Hilafet’in ikamesi için onun projesine yardım etmiyoruz? 

O halde Allah’ın dinine ayrılma ve çatışma ile mi yardım ediyoruz, yoksa Allah’ın kabul edilmesini yazdığı bir projeyi destekleyerek mi? Allah aşkına bugün çık ve insanların Nusret Cephesine olan muhabbetlerine bir bak. Allah’ın hükmünü yerleştirmek için onun projesini desteklememiz gerekmez mi?

Sorun duygular ya da sloganlar sorunu değil. Lakin sorun o olmadan canlarımızın kanlarımızın ve azalarımızın tükendiği proje sorunudur. 

Yine -Allah onu korusun- Şeyh Eymen Zevahiri’nin söylediği gibi: Biz Şam’a hükmetmek için gelmedik, aksine Şam’da Allah’ın şeriatı ile hükmedilsin diye geldik.

Allah için sana soruyorum: İŞİD’in Şam’daki projesini eleştirdikleri zaman, cihat uleması ve dünyadaki âlimlerin çoğu batıl ve dalalet üzere midirler?

Evet, mühim olan çoğunluk değil. Fakat biz Allah için çile çeken, cihada ve cihat ehline yardım etmede önde gelenlerden oldukları bilinen,  Rabbani ulemadan bahsediyoruz.

Ey mücahitler… Ben bütün bunları zikredilenlere bizzat vakıf olduktan sonra diyorum. Ve ben bunlardan Allah’ın önünde hesap görüldüğü gün sorguya çekileceğim.

Bu önce Allah için, sonra da tarih için bir şahitliktir.

Ve sonuç olarak ben… Allah aşkına, temize çıkma, Allah’ın dinine yardım etme ve Allah için şahitlik etme için bu beyanı duyan veya okuyan herkesten yaymalarını istiyorum.  

Yegâne yardım istenecek olan Allah’tır ve Allah edip eylediği işlerde böyle galiptir; ne var ki, insanların çoğu bunu bilmez.

Tebliğ ettim, öyle değil mi?  Şahit ol ey Allah’ım

Tebliğ ettim, öyle değil mi?  Şahit ol ey Allah’ım

Tebliğ ettim, öyle değil mi?  Şahit ol ey Allah’ım

Suriye Haberleri

Esed çetesinin YouTuberları şimdi neredeler?
Yıllardır enkazın kaldırılmadığı Deyrizor'daki yıkım görüntülendi
Katar Devlet Bakanı Halifi, Suriyeli yetkililerle görüşmek üzere Şam'da
Ahmed el-Şaraa: Türkiye her zaman Suriye'nin yanında yer aldı, bunu unutmayacağız
Hakan Fidan: Doğru tarafta yer almış olmanın haklı gururunu yaşıyoruz