Çok övünülür, CHP gönüllü olarak 1946’da çok partili hayata geçişin önünü açmıştır diye. 1946 seçimlerinde Demokrat Parti aleyhine yapılan ihlaller bunun öyle gönüllü bir tercih olmadığını ortaya koyar. Adli denetim söz konusu değildir, açık oy- gizli sayım ile gerçekleştirilen şaibeli seçimlerde CHP oyların yüzde 80’ini alarak 465 üyeli Meclis’in 395 koltuğuna sahip olmuştur. Gizli yapılan oy sayımı sonrasında oylar ve sonuç tutanağı yakılıyordu. DP bu uygunsuz duruma itiraz edince ne olmuştu biliyor musunuz? CHP’nin vekil sayısı 403’e çıkmış, DP’ninki ise 54’e düşmüştü!
İsmet İnönü ve CHP öyle gönüllü olarak filan değil, korkudan çok partili rejime kerhen yol vermek zorunda kaldılar. Öncellikle Birleşmiş Milletler’e üye olmak için düzenli işleyen parlamenter bir rejime sahip olmak gerekiyordu. Sonra, son gün Almanya’ya savaş ilan edilmiş olmasına kimse kanmamıştı. 1942 yılında Romanya’daki Nazi katliamından kaçan 769 Yahudi’yi taşıyan Struma’nın İstanbul Boğazı’nda çıpasının kesilerek Karadeniz’e gönderildiğini, geminin bir Sovyet denizaltısı tarafından batırıldığını, beş-altı kişi dışında bu insanların hepsinin öldüğünü Batı hatırlıyordu. Öte yandan Nazilerden alınan ilhamla ülkedeki azınlıklar üzerinde terör estirmişti İttihatçı Cumhuriyet Halk Partisi... Çift Kur’a askerlik, Varlık Vergisi bunlardan sadece birkaç tanesi. İnönü, savaşı kazanan Batı kulübünden kopmamak ve bu aşırı Almancı görüntüyü telafi etmek istemişti sadece.
14 Mayıs 1950 seçimleri ile Celal Bayar liderliğindeki DP oyların yüzde 53,6’sını aldı ve Meclis’te 408 sandalyeye ulaştı. CHP 69’da kalmış, İsmet İnönü Cumhurbaşkanlığı görevini Celal Bayar’a devretmiş, Adnan Menderes ise Başbakan olmuştu.
Nitekim her şey çok parlak başladı. Menderes denk bütçe uygulamasına son vermiş, para ve maliye politikalarının nispeten liberalleşmesiyle milli gelirde yüzde 15 gibi bir artış olmuştu. Çiftçiye ciddi destek sağlanmış, yine önemli sanayileşme adımları atılmıştı. Sadece bir örnekle, 1948 yılında 1800 olan traktör sayısı 1957’de 44.000’e ulaşmıştı. Halk biraz olsun hazineden pay almaya başlamıştı.
DP 1954 seçimlerinde oylarını bir milyon arttırdı, yüzde 57,61 ile tam 502 sandalye çıkardı sandıktan. CHP yüzde 35,36 ile 31 sandalyeye düşerek adeta silinmişti Meclis’ten.
1955 yılında Selanik’teki Mustafa Kemal’in evinin bombalanmasıyla başlatılan yağma ve saldırılar İstanbul başta olmak üzere büyükşehirlerde yaşayan azınlıkları hedef alır. “Ölüm olmasın” emrine rağmen, 16 Rum ve bir Ermeni vatandaş hayatını kaybeder. 400’e yakın gayrımüslim kadın tecavüze uğrar. Altı bin bina yağmalanır. Bunların 110’u kilise, 23’ü okuldur.
6-7 Eylül olayları, Özel Harp Dairesi’nin işidir, yani dönemin Ergenekon’unun, yani her dönemin İttihatçılarının. Yunan polisi Atatürk’ün Selanik’teki evine bomba atan kişiyi belirlemiştir. Bu kişi Selanik Üniversitesi Siyasal Bilgiler öğrencisi Oktay Engin’dir. Engin Türkiye’ye kaçırılır, 22 Şubat 1992- 18 Eylül 1993 tarihleri arasında Nevşehir Valiliği’ne getirilir.
DP, 6-7 Eylül olaylarının arka perdesini aralamak için hiçbir şey yapmaz. Hatta, 1956 yılında muhalefeti baskı altına almak için Basın ve Toplantı Yasası’na getirilen kısıtlamalar da büyük ölçüde 6-7 Eylül olaylarıyla gerekçelendirilir, yani istismar bile eder bu durumu.
1957 yılında durum birden tersine döner. Halkın DP’ye olan teveccühünün omurgası olan ekonomik iyileşmelerde işler kötüleşir. Dış kredi bulmak zorlaşmış, IMF ile ilk borç anlaşması yapılmış, döviz darboğazı kriz boyutuna gelmiştir. 27 Ekim 1957 seçimlerinde 10 puanlık kayıpla DP ciddi hüsrana uğrar, CHP ise oylarını yüzde 41’e çıkarmıştır. Ekonomi kötüleştikçe CHP ile didişme artar. Menderes devleti kontrol gücüne sahip olduğu kanaatine sahiptir. Genelkurmay Başkanı Rüştü Erdelhun Paşa’nın desteği ona yeterli görünür. 18 Nisan 1960’ta Tahkikat Komisyonu kurulur. Başta CHP olmak üzere Meclis içi ve dışı tüm muhalefeti hemen her türlü siyasi faaliyetten men etmeyi hedefler. Bir ay sonra darbe olur ve bilinen acı son yaşanır.
Adalet Bakanı Sadullah Ergin geçen gün “Hrant Dink suikastında tetiği çeken ve çektiren ellerin, 6-7 Eylül 1955’te azınlıklara yönelik eylemleri yaptıranlarla aynı kişiler, yani darbecilerdir” demiş.
Başbakan da, Adalet Bakanı da şunu düşünemiyor mu? Madem 6-7 Eylül’ü yapanlar sonra darbe yapıp Menderes, Zorlu ve Polatkan’ı astılar, Dink cinayetini işleyenler, Uludere’yi yaptıranlar neden aynı güce sahip olmasınlar?
Dersim, 12 Eylül Darbesi, 1990’lar iyi güzel, yargılansın adalet geç de yerine gelsin, destekliyoruz. Ama neden AK Parti 2002’den sonrası için bu kadar isteksiz? Genelkurmay Başkanı’nı yargılayan bir devlet, nasıl olur da Dink cinayetinin arka planını aydınlatamaz, geçtim aydınlatmayı, alay edercesine üzeri kapatılır böyle, hükümet kılını bile kıpırdatmaz?
Adalet bir yana, tarihin tekerrür ettiğini görmüyor musunuz?
mesayan@markaresayan.com
TARAF