Yasin Aktay / Yeni Şafak
Dostların davası, siyaseti ve yolu
Dostluğun yerini yoldaşlığın aldığı bir durumda, dostluk da yoğun bir baskıya kaçınılmaz olarak maruz kalır. Siyaset yolunda dostlarını düzeltmekle yükümlü olan “yoldaş dost” hedef uğruna askıya alınan erdemlere, dostluğun asıl sebebi olan erdemlere borcunu nasıl ödeyecektir?
Dostluk ile yoldaşlığı birbirinden ne kadar ayırsak da her tür dostluk siyaseti bir yoldaşlık içerir. Amacı sadece dostluk olan, dostlarla başlayıp biten bir hayat değildir insanınki. Dostlarla birlikte yaşanan bir hayat yolculuğu vardır. Dost edinmenin bir gereği düşmanlar da edinmektir. Dostluk bizatihi dünyada varolan kötülüklere karşı bir erdemliler ittifakıdır çünkü. Ancak dostluk siyasetinde bu ittifakın hedefi kötüler değil, kötülüklerdir. Kötüler bilseler yapmazlar, o halde hedef insanlara bildirmek, dostluğu bütün olumluluğuyla göstermektir.
Bu, boşlukta gerçekleşen bir efsane değil, bir tarih içinde, bir toplum içinde ve insanlar arasında gerçekleşen bir hayatı işaret eder. Bir yolu, bir süreci ve bir mücadeleyi. O yüzden yol dostluğun ortaya çıktığı, sınandığı dünyanın kendisidir. Bu yolu önemsizleştirip muhayyel hedefi öne çıkarmak, o hedefe yolun bütün haklarını ertelemek dostlara yanlışı kaçınılmaz kılar. Hedefe gitmek için her yol caiz olursa, yolun hakkı çiğnenmiş olur, yol arkadaşlarıyla da ihtilaflara düşmek kaçınılmaz olur.
“Ben gelmedim dava için, benim işim sevi için / Dostun evi gönüllerdir, gönüller yapmaya geldim” diyor Yunus Emre. Kenan Göçer, Dostluk Felsefesi’nde Yunus’un bu sözünden hareketle seven insanın davasının olamayacağı sonucunu çıkarıyor, yoldaşlık ile dostluk karşıtlığını bunun üzerinden düşünmemizi salık veriyor: Sevmek iddiayı yani davayı kaybetmektir. Yunus’un asıl iş olarak işaret ettiği sevgi şimdiki zamana odaklanırken, dava ise gelecek zamana diker gözünü. Dostlar ilkeye, yoldaşlar ise hedefe odaklanır. Sevgide taraflar birbiri için amaçtır, yoldaşlar ise davanın hedefe varması için feda edilebilir. Hedefi öteye koyan dava için her şey araçsallaşır. Dostlar içinse dostlar dışında varılacak bir yer yoktur. Yoldaşlar için önce yol vardır. Dostlar içinse önce de, sonra da dost vardır.
Hedef önplana çıkınca yol ihmal edilir, dostlar hedefe ulaşmak için araçsallaşan yoldaşlara dönüşür. Yolun bizatihi menzilin kendisi olduğunu hatırlamak, anlamak lazım. Bütün siyasi hareketlerin ideal erdemli tavırlarını günün birinde ulaşılacak menzillere, hedeflere, devrimlere, ütopyalara ertelemeleri alışıldık bir şey. O hedefe, o menzile ulaşıncaya kadar gerçekleşmesi gereken bazı etik davranışlar askıya alınır. Çünkü onların asıl uygulanacağı yer burası değildir, orasıdır, menzildir, hedefin gerçekleşeceği zamandır.
Sürekli şu veya bu olağanüstü şartlar dolayısıyla ertelenen etik davranışlar, dostların birbiriyle ilişkisini de yozlaştırır. Siyasi yoldaşlar bu hedef uğruna birbirleriyle bu yozlaşmış ilişkiyi kabul ettiklerinde dostluğun hakkını vermekten de uzaklaşmış birbirlerini öldürmüş olurlar. Batılda ittifak eden dostlar dostluğu da kendilerini de helak etmiş olurlar.
Oysa İslami tavır ve hayat geleceği ertelenebilir bir hayat değil, hemen bugün en ideal şekliyle ortaya konulabilecek bir tavır ve hayattır. Etiğin hiçbir kuralını ertelemeyi gerektirecek bir olağanüstü durum yoktur. Bugün gücünüz yetmediği için yapamadığınız şeyler zaten yükümlü olmadığınız şeylerdir. Gördüğünüz kötülüğü elinizle, gücünüz yetmiyorsa dilinizle, ona da gücünüz yetmiyorsa kalbinizle buğzederek tarafınızı dostlarınızdan yana belirlersiniz. Bunu yaparken kınayanların kınamasından korkmaz, mahalle baskısından çekinmez, yalnız kalma, ayıplanma, tecrit edilme kaygısı duymadan hakikatin yanında durursunuz.
İslam’ın bütün anlaşılma ve yaşanma biçimlerini ifade eden sözcüklerin yolla ilişkili olduğunu bir kenara not edelim. Fıkhi veya itikadi süreçleri ifade eden mezhep, gidilen yol anlamına geliyor. Gide gide açılan yollardan mı, zaten var olan bir yolun gidilmesi mi sorusunu da yanına kaydedelim. Tarikat, kendisi bir yol, sanki gidilmese de önceden açılmış, belli olan bir yol. Şeriat, geniş yol, cadde demek, daha geniş kesimlerin geçmek durumunda olduğu, anayol.
Mezhep, tarik, şeriat, yol varsa yoldaş da vardır. Ancak bütün bu anlamlarıyla mükemmel bir dostluk siyaseti olarak din yolunun hedefler için askıya alınan bir ilkeler bütününe dönüşmesi tam bir yozlaşma durumudur. Öldürmemekle, çalmamakla, faiz yememekle, yalan söylememekle, komşusuna iyilikle emrolunan Yahudilerin büyük bir kısmının bütün bunları yapıyor olmakla bugün de geçmişte de meşhur oldukları malum. Aslında sorulduğunda bütün bu emirlere uyduklarını da söylerler, ancak bu emirlere uydukları ideal ortamlar oluştuğunda. İdeal ortam ise Yahudilerle olan kapalı cemaat ilişkileridir. Geri kalan insanların kitaptan nasibi olmadığı için, dost olmadıkları için, onlara karşı bir etik sorumluluk da yoktur. Onlara karşı her türlü yalan söylenebilir, öldürülebilir, faiz alınabilir ve mallarına el konulabilir.
Daha önce de bir vesileyle söyledik, Kur’an’da anlatılan Yahudilerin bu özelliği onları münhasıran kötülemek için anlatılmıyor. Bilakis bizzat Müslümanların da aynı hataya düşme ihtimali görüldüğü için, bir uyarı olarak anlatılır. Yani burada da konu bizatihi Yahudiler değil her zaman benzer gruplarda, siyaset tarzlarında, hareketlerde ortaya çıkabilecek bir kötülüktür. Burada yolun ne kadar insanın yürümesine açık olduğu, ne kadar insanı dost olarak kucaklamaya hazır olduğu çok önemli.
Yolcusuna seçilmişlik imtiyazı tanıyan bir yolculuk, bizatihi yozlaştırıcıdır. Yolcularının kendi aralarında başkalarına karşı bütün erdemleri askıya almasını salık veren bir yolculuk da mutlaka yoldan çıkarır. Başkalarını mutlak anlamda bu yoldan alıkoyan herkes bu yolun dışındadır.