Dost...

Serdar Demirel

Dilimize pelesenk ettiğimiz dost kelimesi, örfün anlam dünyasında yârenlerin teklifsiz yakınlığını, sıcak birlikteliğini anlatır. Teklifsiz, içtenlikli, diğerkâm ve teselli veren beraberliği...

Karşılıklı mülâzemeti, bağlılığı, sadâkati, ünsiyeti, maddî ve manevi dayanışmayı...

Aşkın buuduyla da, sevgi ve bağlılığı Allah rızasına raptetmeyi... (Müslim: 7/109, hn. 6326)

Bu meyanda “Allah’ın dostu anlamında halillullah”, İbrahim peygamberin sıfatı olarak anılmıştır (Müslim: 1/125, hn. 500); Allah’a olan yakınlığını, yakîn inancını ve aşkını işaretlemek üzere...

Aklı tutulmuş modern zaman diliminde cinselliğe tapınmanın aşk diye anlaşılması, çıkar ilişkilerine dayalı arkadaşlıkların dostluk sanılması, doğru olmasa da anlaşılabilir bir durumdur.

Bencilliği üreten materyalist felsefenin anlam veremeyeceği kaliteli, derinlikli, kökü yerde ufku semâda olan bir dostluk, kuşkusuz zamana en dayanıklı insan ilişkisidir.

Materyalist hayat algısının salgın bir virüs gibi zehrini akıtmadığı bir coğrafya kalmış mıdır acaba? Bundan olsa gerek hakiki dost bulmak da, dost olmak da çetin bir iştir, modern dünyada!

Hakiki birliktelikler zamanı ve mekânı aşan değerlere mebnî olmadan kurulamaz. Zamanı ve mekânı aşan değerlerle irtibatını keserse de yaşayamaz..

“Seni Allah için seviyorum” demek, yani sevgiyi ve sadâkati Allah’la anlamlandırmak, Allah’ı hatırlatan özel ve ulvî bir ihtiva eder.

Hem seven, hem sevilen, hem de sevginin kendisi Allah tarafından yaratılmışsa, gerçek anlamını da ancak Allah’la bulur dostluk.

Sırtını O’na yaslayan, gücünü O’ndan alan, anlamını O’nda bulan yârenlik, zaman ve mekândan münezzeh “Mutlak Varlık”a taalluk ettiğinden; her şeyin olduğu gibi birlikteliklerin de hızlı yaşandığı ve hızlı tüketildiği dönemin dostluklarına benzemez.

Tesmiyede aynı, içerikte farklıdırlar. Kutsaldan arındırılmış, dünyevî çıkarlara, insanî hazlara ayarlıdır da ondan.

İnsanoğlu sekülerleştiği/profanlaştığı (dünyevîleştiği/kutsaldan arındığı) oranda metafizikle irtibatını yitirmiştir. Metâ, hayat tasavvurunun merkezine zerkedilmiştir çünkü. Zihin, nesnelerle temasını metafizik eksenli değil, salt metâ eksenli kurduğundan, buna paçayı kaptıran insan da egosantrik bir mahlûka evrilecektir.

“Ben”liğini kainatın merkezine yerleştiren bir varlık, dostluğun çağrıştırdığı zengin anlam dünyasına kanat açabilir mi? Aynı anlam dünyası uğruna büyük fedakarlıklara katlanabilir mi?

Açamaz diye düşünüyorum. Empati bile kuramaz.

Seküler perspektifli bir zihin algısının aşkın olana râm olan bir tasavvur dünyasıyla empati kurması, boyut farklılığından dolayı, kolay değildir.

Hakiki dostluk ahlâkî olanın yüceltilmesine endeksli yoldaşlıktır; hür öznelerin yorucu ve yıpratıcı hayat yolculuğunda, biri tökezlediğinde ötekinin omuz verdiği, ikisi birden tökezlediğinde birbirine tutunarak ayağa kalktığı bir dayanışmanın adıdır velhâsıl.

Maddeciliği esas alan, bir diğer ifade ile kitabında aşkın olana yer olmayan; insanı, burayla (bu dünyayla) ve şimdiyle (yaşanan zaman dilimiyle) sınırlayan bir dünya algısı, insan egosunu aşan birliktelikler üretemez.

Modern değerler üzerine kurulu evliliklerin insan ömrüne karşı dayanaksız olmasının sırrı da buradadır diye inanıyorum.

Müslüman câmiada boşanma oranlarının artmış olması, bu söylediklerimizi tekzip etmez. Aksine, Müslümanlar da modern dünya görüşünün sularına açıldıkları nisbette hayatı modern eksenli kurduklarından aynı sorunları yaşamaya başlamışlardır. Onlar da artık “ev” kuruyorlar, “yuva” değil.

Bir defasında “eşlerin cennette de beraber olacağı”na dair bir sohbet ortamındaydık. Aramızdan birisinin; “Eyvah, cennette de mi beraber olacağız!” telaşlı itirazı, kahkaha tufanına yol açmıştı.

Bu da şunu gösterir; ev kuranlar yuva kuramadıklarından, aile ve sosyal dengelerin gereği birbirlerine katlanmak zorunda kalıyorlar.

Ev bana modern olanı, yuva ise kadîm olanı hatırlatır. Ev; dört duvarı, kapısı, penceresi, çatısı olan bir mekânı. Yuva ise; değerlerle örülmüş sevgi ve hürmetin birlikte soluklandığı sıcak bir yapıyı...

Fast-food kültürün ürettiği nesiller dostluğu da ayak üstü tüketilebilecek çıkar ilişkisi ve hazza dayalı sandıklarından, yuvaya değil eve yatırım yapıyorlar...

Hâlbuki insan sonlu bir varlıktır. Sırtını Sonsuz’a dayamadan kalıcı ve kaliteli değerler üretemez, dostluk gibi...

Uhrevî ideallerin değil dünyevî heveslerin buluşturduğu insanî temaslar, sizce kalıcı ve kaliteli birliktelikler üretebilir mi?

VAKİT