Ekimin 19’unda gerçekleşen ve tüm bölgeyi sarsan bombalı bir saldırı ile Lübnan İç İstihbarat Servisi Başkanı Visam el-Hasan hedef alındı. Bugünlerde saldırının akabinde gerçekleşen çatışmalar sona ermiş olsa da, bu suikastın Lübnan siyasetine uzun süreli etkisi olacağı muhakkak. Gelin dört soru ile suikastın arkaplanını ve Lübnan siyasetine etkisini anlamaya çalışalım.
● 1- Visam el-Hasan kimdir?
Visam el-Hasan Lübnan’ın iki güvenlik ve istihbarat biriminden birinin başındaki isimdi. Bu birim Hizbullah’ın kontrolü altında olmayan yegâne istihbarat ve güvenlik birimi. Visam el-Hasan, 14 Mart koalisyonu olarak bilinen ve şu an Lübnan muhalefetini oluşturan siyasi hareketin devlet içindeki en önemli adamıydı. Koşulsuz sadakati sadece Hariri ailesine idi. Refik Hariri’nin 2005 yılında öldürülmesi akabinde başlayan soruşturmanın en önemli isimlerindendi. Suriye rejimini bu dönemde karşısına aldı. Oğul Hariri, Suriye ile barış yapmaya karar verdiğinde, yine o devredeydi. 2009 yılında gerçekleşen sürpriz Lübnan-Suriye uzlaşmasının kahramanlarından oldu. Yeri geldi İsrail’e karşı operasyonlar yaptı, yeri geldi Hizbullah’ı hedef aldı. Ancak Hariri ailesini ve bu ailenin siyasi davasını hiç yalnız bırakmadı. Visam el-Hasan bu yaz çok önemli bir soruşturmaya imzasını atmıştı. Beşşar Esed’in talimatı üzerine Lübnan’a patlayıcı sokarken iş üstü yakalanan enformasyon eski bakanı Mişel Samaha’nın tutuklanmasını başlatan soruşturmaya öncülük etmişti.
● 2- Visam el-Hasan’ı kim öldürdü?
Bu sorunun cevabı için Lübnan siyasetini en iyi bilen uzmanlardan biri olan ve Birleşmiş Milletler UNIFIL güçlerinin yaklaşık 30 yıl boyunca sözcülüğünü yapmış olan, Lübnan denince uluslararası basının aklına gelen ilk isimlerden biri olan Timur Göksel’e gidelim. Göksel’e göre Visam el-Hasan kadar itina ile korunan bir istihbaratçıya karşı düzenlenen böylesi büyük bir operasyonu yapabilecek potansiyeli olan üç aktör var: Hizbullah, Suriye ve İsrail. “Visam el-Hasan İsrail’in Lübnan’daki istihbarat faaliyetlerini zedelemiş olsa da bu işten sorumlu olduğunu düşünmüyorum, seçiminizi yapın” diyor Göksel.
Ortadoğu’da birçok suikastın kim tarafından yapıldığı “kanıtlanmaz” ancak “bilinir”. Bunun bir nedeni bu suikastları araştıran ve herkesin meşru olarak telakki ettiği, şeffaf soruşturmaların eksikliğidir. Örneğin Lübnan siyasetinde birçok suikastın Suriye’deki Baas rejimi tarafından organize edildiği, bu suikastlara yönelik soruşturma gerçekleşmiş olmasa da “bilinir”. Özellikle 2004 yılında başlayan ve onlarca kişinin hayatına kasteden suikast dalgasının arkasında Suriye’nin olduğu Lübnan’da herkesin malumudur. Bununla beraber elbette her suikastın failine ilişkin tartışma ideolojik pozisyondan bağımsız düşünülemez. Dolayısıyla bu suikastlara dair soruşturma yapılsa ve failler bulunsa da, bu herkesin ikna olacağı ve tartışmanın biteceği anlamına gelmiyor. Örneğin, Refik Hariri suikastı sonrasında kurulan uluslararası mahkeme soruşturma sonucunda dört Hizbullah üyesinin bu suikasta dâhil olduğuna dair bir suçlamada bulunmuş olsa da, Hizbullah yanlısı siyasetçi ve kanaat önderleri bu mahkemenin meşruiyetini kabul etmiyor ve mahkemenin “Siyonist” bir komplo olduğunu iddia ediyor. Dolayısıyla failin kim olduğu sorusu kadar, kimin fail olduğuna ilişkin algılar da bu suikastlardan sonra oluşan siyasi ortamda belirleyici oluyor.
Visam el-Hasan’ın temsil ettiği siyasi duruşu benimseyen gruplar bu işten dolayı Suriye ve hatta Hizbullah’ı sorumlu tutuyor. 14 Mart hareketinin liderleri açık açık ithamda bulundurlar. Hasan’ın eşi bu haftasonu başsağlığı için gerçekleşen törende İran elçisinin elini sıkmayı reddederek mesajını net bir şekilde verdi.
Bununla beraber Hizbullah’ın domine ettiği bir grup ise bu işten İsrail’i sorumlu tutuyor. Ancak bu cephenin argümanlarında bazı çelişkiler var. Örneğin Visam el-Hasan’ı öldürülmeden önce açık açık Mossad ajanı olmakla suçlayan gazetelerin bugün bu suikasttan İsrail’i sorumlu tutarak, bir anda Hasan’ı şehit mertebesine yükseltmeleri ilginç bir resim oluşturuyor.
● 3- Visam el-Hasan suikastı ile ne hedefleniyordu?
Türkiye basınında yaygın görüşün aksine bu suikast Lübnan’ı karıştırmak ve mezhepsel bir karışıklık yaratmaktan ziyade, belli bir hedefi yok etmeye yönelik bir girişimdi. Hasan, Lübnan’da Suriye rejiminin planlarını deşifre eden, buna karşı soruşturma başlatan, dolayısıyla Esed rejiminin çıkarlarını tehdit eden nadir kişilerdendi. Bu suikast ile önemli bir engel “bertaraf” edildi. Bununla beraber son derece güçlü bir mesaj da verildi Lübnan’daki Suriye rejimi karşıtı muhalefete: “Biz hâlâ güçlüyüz ve sakın yolumuza çıkmayı denemeyin.”
● 4- Bu suikastın Lübnan siyasetine etkisi ne olur?
Bu suikast ile 14 Mart koalisyonu çok önemli bir adamını, ciddi bir siyasi ve güvenlik gücünü kaybetti. Bu hareket için muazzam bir kayıp bu. Hükümetin düşmesi beklenmiyor. Uluslararası kamuoyu Lübnan’ın istikrarı için mevcut hükümetten memnun olmasa da, hükümetin kalmasını tercih ediyor. Ancak uzun vadeli bir etkisi var bu suikastın, ki bu kanımca en alarm verici siyasi sonuç. Sünni gruplar bileniyor Lübnan’da, polarizasyon artıyor. Hasan’ın cenazesinde “bütün adamlarımızı öldürüyorlar” diye ağlayan kadının ruh hâli Sünniler’e hâkim. Bu hissiyatın getireceği potansiyel radikalleşme ise tamiri mümkün olmayan gelişmelere gebe olabilir.
cerenkenar@gmail.com
TARAF