1.
1 Kasım’a Son Kala başlıklı yazımızda; “…Bütün bunlardan ayrı olarak üçüncü bir halka daha var ki, o da oy kullanmayanlar. Kimisinin partilere olan belirli/tepkisel nedenleri, kimisinin de mevcut parti tüzüklerini ve seçim yasalarını akidevi bir mesele olarak görüp oy kullanmayan ya da kullanmayacak olan bir kitle. Bu kitlenin de azımsanmayacak bir çoğunlukta olduğunu da ayrıca belirtmek gerekiyor...” Diyerek bu kesimin varlığından bahsetmiştik. Öyle de oldu. Bu kesim sandığa gitmeyerek, seçimlerde en fazla yüzdeliği alan üçüncü partiden daha fazla bir yüzdeliğe sahip olduğunu gösterdi.
Fakat üzülerek belirtmeliyim ki, 1 Kasım seçimlerinde -teşbih de hata olmasın- üçüncü parti olarak çıkan bu kesim içinden bazıları -ümmetin maslahatını düşünmelerinden- bu seçimde içtihat edip de oy kullananları, dillerine doladıkları demokrasi kavramı içinde değerlendirip kafir ilan etmenin derdinde.
Böyle düşünenlerin hiçbiri merak etmesin. Bu seçimde içtihat edip de oy kullanan milyonlarca insan, demokrasiyi hep bir put olarak gördü. Put olarak da görmeye devam ediyor. Hem de küresel istikbar güçlerinin acıktıklarında yedikleri helvadan bir put olarak!
Hak ve sabır tavsiyesine amenna. Fakat son süreçte yaşananları okuyamayıp; şoför Kenan ağabeyin, kuaför Perihan ablanın, fırıncı Nazmi dayının, bakkal Aydın amcanın, komşu Neriman teyzenin ferasetine dahi sahip olamayanlar kimseye iman dersi vermeye kalkmasın. Hatta Rum Suresinin ilk ayetini hiç okumasın!
Dedim ki; Bilsinler ki, klavye mücahitliği/mücahideliği yaptıkları sosyal medyadaki o sayfalar da en az demokrasi kadar kirlidir. Necistir. Pisliktir. Akletmeyene… Kullanmasını bilmeyene!
2.
20 Ekim tarihli “Siyasi Bir Analizden Fazlası ve Şoreş” başlıklı yazımızda; “…Ve Türkiye’de kısmen ya da görece de olsa Kürtlerin haklarının verilmesinin, hatta Türkiye’yi yönetmeye ortak dahi edilmesini sağlayan -40 yıllık bir mücadelenin sonucu olmadığını her haliyle belli olan- Erdoğan’a karşı düşmanlık, kin ve nefret!
Bizi kandırıyor musunuz? Ya da kime kanıyorsunuz? Diye sorarlar artık bu zaman da! On yıl dahi önce Kürtleri yok sayarak “en iyi Kürt, ölü Kürttür” deyip öldürenlerin; şimdi de “Kürtleri var sayıyoruz” gazıyla ölüme gönderdiklerini görmüyor musunuz? Ve en önemlisi bu kaçıncı savaş? Akabinde kaçıncı ateşkes? Savaşılıyor onlarca Kürt genci ölüyor. Ateşkes ilan ediliyor yine onlarca Kürt genci ölüyor. Bitki değil ki bu tohumuna para basılsın; insan nihayetinde!
Bir karar verin artık. Yeter artık! Yani Edi Bese!
Kürtlere yapılan zulümleri kendinize devşirmenizden yorulduk. Dağlar da bir zamanlar hadi bir yönüyle anlıyorduk savaşmanızı. Peki sokak savaşınıza ne demeli? Hendeklerinizi hangi teville görmezlikten gelmeli? Sokağın ortasına yerleştirdiğiniz bomba düzeneğine basmadan nasıl geçmeli? Ya hu Kürtlerin yaşadığı şehirde, Kürdün esnafı olduğu bir caddede, Kürdün yürüdüğü yol üzerinde roket atarlı saldırıdan nasıl da sıyrılmalı?
“Ben uyandım vaad” derken şair bunu mu kastediyordu acep?!” düşüncelerimizi belirterek asıl gerçeklere dikkat çekmiştik. Altan Tan: "Bu gidişle PKK Erdoğan'ı Başkan yapacak!" Diyeli daha iki ay olmadı. Yazık. Gerçekten yazık. İnsanlar çocuklarımız dağlardan insinler diye siyaset dedi. Fakat PKK olarak sizler çocuklar ile şehirde savaş ilan ettiniz.
Daha mı iyi oldu şimdi?
Kibrin sonu!
Özellikle de Erdoğan düşmanlığı ayrı bir garabet. Hiçbir beşer günahtan azade değil. Lakin “Kürt sorunu çözümünde gerekirse baldıran zehri içerim” diyen bu adam!
Şu hale bir bakar mısınız?
Dört yıllık bir parti %10.7 oy alarak bir başarı sağlıyor. Barajı aşıyor. Mecliste Milletvekili sayısı ile üçüncü parti oluyor. Fakat seçmenleri bu işe sevinmiyor. Sevinemiyor. Ki o seçmenin büyük kısmı yıllarca sömürülen, itilen, inkar edilen, asimilasyona uğrayan Kürt seçmeni.
Peki neden?
Lafı uzatmadan söyleyeyim… Çünkü parti, örgüt ve bileşenleriniz ile tüm siyasetinizi, Kürtlerin hak ve hukukunu gözetmek için değil de, Erdoğan düşmanlığı üzerine kurdunuz da ondan. Onu devirdiğinizi düşündüğünüz zaman sevindiler. Deviremediğiniz zaman da üzüldüler. Bu kirli politika da tabana yayıldığı için dört yıllık bir parti olmalarına rağmen %6'lardan %10.7'lere yükselip meclise bir parti olarak giren HDP, seçmenlerini sevindiremedi. Farkında mısınız?!
Kürtleri kirli siyasetlerine alet eden her kim varsa yazıklar olsun.... Yazıklar olsun... Yazıklar olsun...
Artık şu IMC Tv’lerde Kürt olmadığı halde milyonlarca Kürdün algısını yönlendirenlerden… KCK operasyonu adı altında belediye başkanlarının elleri kelepçeli fotoğraflarını manşetlere taşıyan gazetelerin yazarlarından… Doğan medyasından… Paralel kumpasından… İran istihbaratından… Esed piyonundan… İsrail taraftarlığından… ABD ve Avrupa’nın gazlarından… Gezi ruhu gibi safsatalardan kurtulmalısınız. Ve %6 dahi olsa sırtını buralara değil halkınıza vermelisiniz!
Dedim ki; Dün Cici çocuk, bugün ise “Barajı aştılar. Hendekten Çıkamadılar” manşetleriyle çamura koyduklarının çıkarcılığına değil. Bir Leyla vardı. Susma orucunu tutmamış bir Leyla. Hani meclis kürsüsünde o kırmızı, sarı ve yeşil bandajıyla samimiyet kuşanan Leyla… Onun o günkü duruşuna ne de çok ihtiyaç var.
3.
30 Temmuz tarihli “Tam Barış Derken Bir Ağlama Tutuyor!” yazımızın son bölümünde Kürt Sorunun Çözümü noktasında ifade ettiğimiz üç maddeyi burada bir kez daha belirtmekte fayda var.
1- HDP kendi gerçekliği fark edip KCK hegemonyasından kurtulmalı. Ve sırtını KCK’ye değil artık halka dayadığını ilan etmeli. Altı milyona yakın oyunu aldığı seçmenine, bütün meseleleri mecliste çözeceğinin teminatını vermeli.
2- AK Parti Kürt Sorunu çözümünde bölgenin bütün dinamikleri ile görüşmeli. Ve tek taraflı bir muhataplıktan sıyrılıp STK’larından Tarikatlarına kadar herkes ile aynı masa etrafında açık bir şekilde müzakere etmeli. Toplum da bu masada nelerin konuşulduğunu bilmeli. (Bu madde bugün daha da bir önem kazanmıştır. Altını çizerek belirttiğim gibi, 1 Kasım seçimlerinden tek başına iktidarı elden Ak Parti bundan sonra da sadece PKK/HDP ile masaya oturma yolunu seçerse eğer, kendisine oy veren Kürt seçmeninden tam anlamıyla ümidini kesmeyi de göz alsın!)
3- KCK silahları kendisiyle barış masasına oturan bir devlete karşı özellikle şehirlerde silahlı eylemler de bulunmaktan vazgeçmeli. Türkiye Devleti de kendi bünyesinde yaşayan bütün halkların haklarını yasal güvence altına almalı.
Dedim ki; Acılarımızı dökseydik eğer avuçlarınıza taşardı da sonra bir tufanla boğulurdu bu dünya. Sırf bu yüzden günahlarınızla kirlettik boş kağıtları, kalemimize mürekkep eylediğimiz gözyaşımızla.
4.
7 Haziran seçimlerinden hemen sonra (8 Haziran'da) kaleme aldığımız, "Sandıktan Ümmetin Sorunları Çıktı!" başlıklı yazımızın son paragrafı şöyle bitiyordu: "Son tahlilde Müslümanlar açısından da ibretamiz bir seçim dönemi yaşadık. Neredeyse ayan beyan ortada olan Ümmet coğrafyasının soluk borusu olan Türkiye’nin önünü kesmek isteyen yerli ve küresel şer güçleri birlik olmuşken, Müslümanların bir kısmı İslam’i edepten ve ahlaktan önce; öğrendiği “demokrasi, sandık, seçim şirktir ve oy kullanan kafirdir” kavramlarıyla, beraber çay içtiği kardeşini tekfir etti. Yine bir diğeri meselenin Ümmet olmadığını gör(e)meyip –milliyetçiliği de ağır basıp- batıda MHP’ye, doğuda ise HDP’ye oy verdi. Çıkardan/riyadan uzak, saf niyetli olanlar da şer odaklarından bihaber, naçizane gönül verdiği partisinin mecliste olmasını istedi. En önemlisi ise, birçok seçmen yukarıda da belirttiğim gibi AK Parti’nin yanlış aday seçimi başta olmak üzere, farklı hatalarından da dolayı şer güçlerini görmeye fırsatı olmadı. Bu yüzden de AK Parti’ye bir tepki olarak da ya oy kullanmadı ya da farklı partilere oy verdi.
Sonuç da ise sandıktan; Suriyeli bir muhacirin, bizi katil Esed’e yollayacakları mı? Mısırlı bir kardeşin, şimdi Mursi’yi daha rahat asabilecekler mi? Gazzeli bir mücahidin, Müslümanların duasını bize ulaştıracaklar mı? Somalili bir çocuğun, bize yiyecek yardımı yollayacaklar mı? Arakanlı bir babanın, bize selam yollayacaklar mı? Kürdistanlı bir ananın, evladım dağdan inebilecek mi? Soruları çıktı!”
Bu paragraflara 1 Kasım seçimlerinden iki gün önce yazdığımız “1 Kasım’a Son Kala” başlıklı yazımızda da yer vererek, ‘2 Kasım'da yazımız acaba nasıl bitecek? Nasipse göreceğiz…’ demiş ve her yazımızın altında da bir ünsiyet haline getirdiğimiz notumuzda ise şunları söylemiştik:
“Dedim ki; Beni tedirgin eden asıl sorun partilerin iktidar veya baraj altında kalması değil. Son yıllarda kendini gösteren ve şeytanın da ilk ve tek günahı olan ırkçılığın revaçta olması beni üzüyor. Maalesef ne yaparlarsa yapsınlar, ne söylerlerse söylesinler kişiler kendilerini partisi, grubu, örgütü üzerinden kanıtlama hastalığına kapılmış durumda. Türk, Kürt, Alevi, Sünni fark etmiyor.”
Elhamdülillah.
1 Kasım’dan önce beni en çok tedirgin eden ve İblis’in melekut aleminden lanetlenip kovulmasına sebep ilk ve tek günahı olan ırkçılık belasının, 1 Kasım seçimleri ile beraber büyük bir darbe yemiş olmasını, derdi ümmet olanların asıl kazanımı olarak görüyorum. Bu kazanımın berhava edilmemesi için ilk saniyeden itibaren Müslümanlar olarak bizlerin eskisinden daha çok çalışması lazım hale gelmiştir. Her nerede yaşıyorsak oradaki akrabalarımızı, kapı komşularımızı, dostlarımızı, arkadaşlarımızı ziyaret etmek veya onları evlerimize davet etmek elzem bir duruma gelmiştir. Halklarımız vasat bir ümmet olma yolunda biz Müslümanlara kapılarını aralamış, bizleri beklediklerine dair deyim yerindeyse göz kırpmıştır. İş bundan sonra o aralanan kapıdan girebilmeye, gönülleri fethedebilmeye kalmıştır.
Dedim ki; Şeytanın ilk ve tek günahı ırkçılıktı. Bu kez halklarımızı kandıramamış olmalı. Bırakalım da her şeyi. Bir buna sevinelim azizim.